tag:gazetebirlik.com,2015:cid-37 Analiz Gazetesi Analiz Gazetesi 2024-03-03T10:14:28+03:00 Gazeteci Mehmet Özışık bu hizmetsizliğe isyan etti https://www.analizgazetesi.com.tr/haber/gazeteci-mehmet-ozisik-bu-hizmetsizlige-isyan-etti-1061/

Gazeteci Mehmet Özışık, kendi YouTube kanalından paylaştığı videoda denize kıyısı olan Kartal'ın kaderine terk edilmesini eleştirdi.

Yıllardır CHP yönetiminde bulunan ilçede hiç bir hizmet yapılmamasını eleştiren Mehmet Özışık, tek bir dönem bile olsa hizmetle tanışmak adına AK Parti'ye oy verilmesiyle Kartal'ın cazibe merkezi haline geleceğini söyledi.

AK Parti'nin adayının mimar Hüseyin Karakaya olmasının da büyük bir şans olduğunu söyleyen Mehmet Özışık, oy kullanacak vatandaşların ideolojiye değil hizmete göre tercih yapmaları konusunda çağrıda bulundu.

]]>
Gazete Birlik info@gazetebirlik.com
"Kentler yeniden dizayn edilmeli" https://www.analizgazetesi.com.tr/haber/kentler-yeniden-dizayn-edilmeli-3846/

Neşe BERBER

Yakın zamanda depremler yaşadık, deprem kuşağındayız bir taraftan da inşaatlar yapılıyor, bu bağlamda kentsel dönüşümün önemi de arttı. Ülkemiz için kentsel dönüşümün önemi nedir?

Türkiye'de çoğu insanın da artık bildiği gibi, gerçekten 1960'lı yıllardan sonra yoğun bir yapılaşma oldu, bu kaçak yapılaşma, düzensiz ve plansız yapılaşma, bu tür yapılaşmalar da doğal olarak altyapı eksikliği ve gerekli fenni ve teknik ile yapılan özelliklerden yoksun bir yapılaşma oluşturdu ve kentlerimiz hızla büyüdü. Bu bir normaldi ancak bu taşınamaz hale geldi, Türkiye'deki, Türkiye'nin birçok yerinde büyük deprem faylarının olduğu biliniyordu ancak noktaları bilimsel gelişmelerle açığa çıktı. Gördük ki hem bir taraftan gecekondulaşma, hem bir taraftan binaların çürük yapılması, kalitesiz inşaat malzemesi kullanılması, bir taraftan da şehirlerimizin içerisinden ve yakınlarından fayların geçmesi bize hızlı tedbir alma zorunluluğu getirdi.

6306 sayılı yasamız gerçekten çok düşünülmeden çıktı

Kentsel dönüşüm Ankara'da 2009'da bir özel kanunla Kuzey Ankara kanunu çıkmıştı ilk defa orasının gecekondu bölgesi temizlenmesi gibi ancak, Van depreminden sonra 2011'de 2012'de hükümetimiz acil bir yasa çıkardı, tabii bu yasa olağanüstü bir yasaydı. Deprem etkisiyle hazırlanmış tepki yasası, bu tip yasalar genelde o andaki hava ile o andaki psikolojiyle hızlı çıkarlar ve çok düşünülmezler. Bizim de 6306 sayılı yasamız gerçekten çok düşünülmeden çıktı, biraz hızlı oldu tepeden inmeci oldu. O zaman öyle gerekiyordu ancak gelişen şartlarda bu yasa tüm Türkiye'ye yetmemeye başladı, neden yetmiyor? Çünkü birincisi bu yasanın 3194 sayılı imar kanunu gibi çok sıcak ilişkileri yok, yani atıflarda yok, ilişkilerde yok, Türkiye'nin tamamında geçerli olan İmar Kanunu ile bu Türkiye'nin tamamında geçerli olan bu afet kaynaklı kentsel dönüşüm kanunu bazı uyuşmaz hükümler içeriyor. Yine kentsel dönüşüm yasamız tarihi bölgelerde, eski kent merkezlerinde, doğal sit alanlarında, kıyılarda direkt uygulanma şansı yok. Aslında var ama bu uygulandığı zaman başka problemler doğuruyor. Demek ki, zaten kanun da çıktıktan sonra nereden baksanız 20-25 tane yama oldu yani değişmeler oldu. Evet bu ihtiyaçtı çünkü bu yasada Türkiye'nin başka türlü çözülemeyen, mağripten anlaşamadığı tüm ülkenin her tarafından benimsenmiş bir olgu olarak, bugün insanlar anlaşamıyorlar bu yasayı bugün bu noktaya getirdiler. Daha doğrusu kentsel dönüşümün gerektiğini görüş farkı olmaksızın ekonomik, sosyal, siyasal görüş farkı olmaksızın herkes kabul ediyor ama uygulamasında bazı sorunlar var.

Gerçekten uygulamada sorunlar var kentsel dönüşümde, bunun bir çözümü olur mu?

Tahminlere göre bugünden itibaren 25 yılda dönüşüm olabilir. Bu çok geç bir süre zaten yasa çıkartalı 8-10 sene oldu, bu da gelişti hala dönüşen olanlar dönüştüğüne göre az. Ayrıca dönüşüm ama nasıl dönüşünce sorunsuz olmak lazım? Çünkü sadece bir yapıyı yıkıp, yoğun kent merkezlerindeki yapıyı yıkıp sağlamlaştırmak artık yetmiyor çünkü gelişen teknoloji, gelişen ihtiyaçlar, gelişen zevkler ve yeni yetişen gençlerin yaşam ihtiyaçları yapıyı yık yeniden yap şeklindeki mantığı çok uygun değil. O yüzden aslında kentleri, sokakları yeniden dizayn  etmek gerekiyor, yeniden ve insancıl bir planlama anlayışıyla yürümek gerekiyor. Öncekiler, ihtiyaçtan kaynaklanan bir planlama anlayışı yani zorunluluktan sözde bir yapı olsun, içerisine girelim canımızı kurtaralım daha doğrusu başımızın üzerinde bir çatı olsun mantığı. Şimdi öyle değil, şimdi artık ihtiyaçlar çok değiştiği için bu tip anlayışlı binalar, hem sağlık hem de psikolojik ve sosyal açısından geri kalıyor, zaten estetik yok. Bu yasanın elindeki yasal mekanizmalar da zayıf. O halde bu yasayı tamamen yenilemek gerekiyor, 8 yaşındaki bir yasa ile çok yaşlı değil ama Türkiye'nin ihtiyacına göre yaşlı hale düştü. Gerçekten yeniden yenilenmesi gereken, baştan sona yeniden yazılması gereken, imar kanunuyla beraber örtüşmesi, müteahhitlerin durumunu düzenlemesi gereken, mesela müteahhitlerle ilgili hiçbir yasal madde yoktu. Zaten müteahhitler kanunu yok Türkiye'de halen de boşluk var bu konuda onun da yapılması lazım.

Müteahhitler için nasıl bir düzenleme gerekli?

Müteahhitlerin mali ilişkilerinin düzenlenmesi lazım, bankaların ilişkisinin düzenlenmesi gerekir. Çünkü kredi kullanmak gerekiyor. Her halükarda bu yasaya entegre etmek gerekiyor, çünkü kat mülkiyeti 1960'lardan kalan bir kanun, tebligat kanunumuz çok eski 1951 tarihli kanun yani o zaman Türkiye'nin yüzde 86'sı köyde yaşıyordu, yüzde 14 ler şehirde yaşıyordu, tebligatlar kolay oluyordu. Şimdi böyle değil, kendi içinde tebligatları devlet memurları yapamıyor, postacılar ya da devlet bu da kentsel dönüşümü çok uzatan bir etki yapıyor.

Diğer taraftan tabii ki 3/2 de bugün kentsel dönüşüm yürüyor o da artık yetersiz hale geldi. Bu durumlarda aslında başka mekanizmalar gerekiyor, bu mekanizmalar hem yasal zorlayıcı mekanizmalar hem de teşkil mekanizmalar olması lazım. 

KDV düşürülmesi 

Geçen ay çıkan kentsel dönüşüm bölgelerindeki inşaatlarda vatandaşın kendisinin yaptığı inşaatlarda yani kat karşılığı olmayanlarda KDV nin yüzde 18 den yüzde bire düşmesi alkışlanacak bir hareket, bu gerçekten inşaatları hızlandıracak. Çünkü bir çok binada bireysel olarak bahsediyorum, binaların çoğunda oturan malikler parayı verip yapılarını yaptıramıyorlar, müteahhite verseler daireleri diyelim ki 80 metrekare ikiye bölüp oturamıyorlar müteahhitin de işine yaramıyor. Dolayısıyla inşaatlardaki KDV yi, 18 den bire çekmek gerçekten teşvik edici olacaktır. Diğer taraftan olması gereken şeyler de var, bunlardan bir tanesi KDV 150 metrekarenin altınadki KDV ler yüzde birde onu biraz genişletmek gerekiyor. 

Emlak vergisi düzenlemesi nasıl olmalı?

Diğer taraftan özellikle kentsel dönüşümle üretilmiş gayrimenkullerin satışından sonra emlak vergisinin bir kaç dönem alınmaması bu da teşvik edici bir mekanizma olabilir. Yine bankaların kredileri çok uygun uygun hale getirmek devlet sübvansiyonu artırmak gerekiyor. Banka kredileri rakamları yetersiz yani üst limitleri sınırlı, yeterli olmuyor ve bunları çözdükten sonra hızlanacağını düşünüyorum. Fakat başka da bir şey var, tabii ki burada şu anda Türkiye'de gerçekten müteahhit bulunamıyor yani bugün bundan 6-7 sene önce müteahhit çoktu, bugün müteahhit az neden? Müteahhitlerin çoğu kriz ya da dolar maliyetinin artması vs o halde devletin buna acil çözüm üretmesi gerekiyor şöyle çözüm üretebilir bizim araştırmalarımıza göre, birincisi müteahhitlerin bir özel fon oluşturarak müteahhitleri cesaretlendirmek lazım buradan kredi vermek lazım diğer taraftan küçük müteahhitler sokak arasındaki binaları çevirebiliyorlar şöyle böyle ancak büyük projelerde müteahhitler kullanılıyor. 

TOKİ Projeleri

Devletin TOKİ'si var ya hangi tarafa inşaat yapacağını şaşırmış durumda, çok devasa projelere mi girsin? Orta seviyede projelere mi girsin, belediyelerin çok şikayetleri var onlar da çok işlevsel değil, sadece kentsel dönüşüm yapacak TOKİ'lere ihtiyaç var. yani her ilin aslında bir TOKİ'si olması lazım. Belki İstanbul'da on tane olması gerekiyor, Antalya'da beş tane, bunlar aslında bir taraftan devlet garantisi şirketler olduğu için halkın güvenliğini sağlayacak ama bu şirketlere yine büyük ortaklıklar yapılabilir.

Özel sektör nasıl gidiyor?

Özel sektörün dinamizmini uyarmak lazım örneğin, 50-100 küçük şirketin birleşerek büyük bir holding veya şirket oluşması sadece kentsel dönüşümle ilgili iş yapacak şirket oluşumunu teşvik etmek gerekiyor. Bunlara özel vergisel avantaj getirmek gerekiyor ve işlevsel işlemlerde bunu paylaşmak gerekiyor. Gerçekten de bugün bireysel müteahhitler finans tarafını çözemiyor, ilişki tarafını çözemiyor, kanundaki kat mülkiyeti kanunu, kentsel dönüşüm kanunundaki bazı belediyelerdeki kişileri aşamıyorlar, aşamayınca projeler gittikçe zayıflıyor ve artık kentsel dönüşüme parası olan değil de böyle biraz macera arayan insanlar ve şirketler girmeye başlıyor. Bu da kentsel dönüşümü zayıflatıyor hem de işi çıkarma kalitesini düşürüyor. Çünkü yapılan bir bina, site ve caddenin yüzyıl, ikiyüz yıl şehrin kentin dizaynını etkilediğini, tasarım ettiğini düşürsek hayatımızı etki ettiğini düşünürsek buna çok dikkat etmemiz gerekiyor. Tasarımı, planlaması, palanmaya kafa yormuş, tasarıma kafa yormuş, insan hayatını yaşayanlara neler olabilire kafa yormuş insanların kendilerini, arabalarını, bisikletlerini, çocuklarını, kedilerini, köpeklerini dahi düşünen bir sistem düşünmeli. Burada bireysel bina düşünemiyor, bireysel müteahhit düşünemiyor çünkü onlar, kuruşla bu işi döndürmeye çalışıyor.

Siz avukatsınız aynı zamanda Kentsel Dönüşüm ve Şehircilik Vakfı'nın da yönetimindesiniz, geçmişte yani bir 50 yıl öncesine gittiğimizde o zaman yapılan binaların yaşamsal ve sağlamlık olarak çok da dikkatli yapılmadığını görüyoruz. Depremde yıkılan bir binanın yerine yenisi yapılıyor aynı yere yeni bir bina yapmak zemin açısından doğru mudur?

Bu konuda aslında Türkiye'nin son on yılda, gerçekten eğer noktasının jeolojik olarak tanımlaması yeniden yapıldı o yüzden sorun çok az kaldı. Eskiden bölgesel jeolojik değerlendirmeler vardı ama şu anda siz bir arsa tapusu aldığınız zaman tapuda arsanın kimliği var, jeolojik yapısını orada görebiliyorsunuz, yüzde 90 doğru diyebilirim ama, tabii eksikler olabilir bu sonuçta sistem yeni kuruluyor. Dolayısıyla burada depremden yıkılan bir yapının yerine yenisi yapılmalı mı? Eğer yapı sağlamsa yasal olarak rahatlığı varsa yapılabilir ancak, benim fikrim bu yapıları sadece yeniden yapmak bu günümüzü kurtarabilir, ihtiyaç yani zorunlu ihtiyaç sadece barınma ihtiyacımızı karşılayabilir ama barınma artık, insanların tek aradığı şey değil. 

Nasıl bir binada barınmak yaşamak ister insan?

Barınma biraz yoksullukla ilgili bir şeydir.  Yani yoksulluk sadece barınacak bir yer arar ve ona yeter başka bir şeye bakmaz. Günümüzde artık insanlarımızın iyi tasarımlı, güzel mimarili yapıya ihtiyacımız var.  Daha sonra güzel sokaklar ararız şimdi siz gezerken çirkin yapıların olduğu bir sokakta rahat edemezsiniz, mutlu olamazsınız bir anda kaçmak istersiniz bir kere güzel mimari olması lazım, sokakların güzel olması lazım ve insanların 500 metre yürüdüğü zaman güzel bir parka ulaşması gerekiyor. 

Örneğin kentlerde ortaklıklardan alınan ortaklık payları kamuoyu binaları için, okul, yol için ayrılacak yüzde 40 pay yüzde 45'e yükseltildi bu çok iyi bir gelişme. Eleştiriliyor ama bunun tamamen tarafındayız biz, bu aslında büyük şehirlerde yüzde 60 olması lazım çünkü yüzde 40-45 de kurtarmıyor. Yüksek yapılarda orada yaşayan insanların toprakla, bahçeyle, doğa ile buluşması gerekiyor. Bunu sağlayacak çevresinde yeşil alan oluşturamazsınız sağlıklı bir nefes alacak bir havza oluşturamazsınız orası gerçekten on sene sonra terk edilir hale gelir. Dolayısıyla kentsel dönüşümü yeniden fonksiyonlandırırken sadece barınma ihtiyacı değil, kaliteli yaşam ve estetik çevre de kurmak gerekiyor. Bunun için de yasaların örneğin Kat Mülkiyeti Kanunu'nun zaten Kentsel Dönüşüm Kanunu değişmesi lazım, İmar Kanunu bu konularda teşvik edilmesi gereken mekanizmalar oluşturulması gerekiyor, hem bazı vergi ve harçları düşürerek kolaylaştırıcı mekanizma geliştirmek gerekiyor. Vatandaşı da bilinçlendirmek gerekiyor, vatandaşımız da 100 metrekare daire 200 metrekare olsun peşinde olmamalı.

Burada kime ne düşüyor? Belediyeler, hak sahipleri devlet?

Bir kere yasalarımızın değişmesi lazım. Yasaların her biri farklı amaçla farklı zamanda çıktığı için tarihleri bile farklı . Yani işte Kat Mülkiyeti Kanunu Türkiye apartmanlaşmaya geçerken 1965'te çıkmış, sonradan uygulamalar yapıldı ama kurtarmıyor. Bugün artık aynı proje içerisinde 300-500 daire var, ya da bir tane otel, çarşı olabilir, bunlar yatay yapılar bunları yönetecek ya tek yasa ya da birbirine uyumlu yasa haline getirmek lazım. Kentsel dönüşümün hızlanması aslında tamamen yasal sorun. Ondan sonra finansal mekanizmalar geliyor, finansal mekanizmalarda özellikle bunu teşvik edici mekanizma yani finansa insanların, müteahhitlerin ulaşımını kolay hale getirmek gerekiyor. Devletin biraz bunu sübvanse etmesi gerekiyor yani sübvanse etmeden olmaz ayrıca hızlandırma gerekiyor o da teşvikle alakalı bir şey, vatandaşa eğitim gerekiyor, bu sektörde hizmet veren mimar, inşaat mühendisi ve hukukçulara eğitimler vermemiz gerekiyor ki, işleyiş hızlı olsun. Her hukukçu, inşaat mühendisi bunu bilmez. Biz şimdi eğitimli olarak başladığımız zaman daha hızlı yürürüz ama kendimiz öğrenmeye çalışırsa herkes farklı öğrenir. Zaten şu anda kentsel dönüşüm de Türkiye'nin çoğu yerinde farklı uygulanmaya başladı.

Yapılar kentlere göre mi yapılmalı?

Evet yapılar kent özelliklerine göre olmalı ve orayı yansıtmalı ama bakıyoruz ki birçok kent tanınmaz hale geldi gerçekten. Kentsel dönüşüm derya kadar geniş bir konu ama Türkiye'nin de geleceği olan bir konu, çocuklarımızı, geleceğimizi bununla ilgili görüyoruz. Türkiye'nin tekrar 20 sene sonra yapıları yıkalım yeniden yapalım diyecek ne çok parası var, ne de ekonomisine uyar.

Ekonomiye daha hareketli değerler gerekli

Bu parayı eğitime harcamıyoruz buraya harcıyoruz ya da şirketlerimize harcamıyoruz yapı yapıyoruz. Tamam o yapıya harcamak da ekonomik bir kazanıştır, sonuçta hareketli bir değer değil. Ekonomiye daha hareketli değerler gerekiyor. Çok yönlü çalışmak gerekiyor kentsel dönüşümde belki Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bünyesinde bir kentsel dönüşümle ilgili geniş bir konsey kurup, orada edinilen beyin fırtınalarından ders alıp, yasaları biraz dizayn etmek lazım.


]]>
Gazete Birlik info@gazetebirlik.com
Ticaret hacmi 50 milyar dolar olacak https://www.analizgazetesi.com.tr/haber/ticaret-hacmi-50-milyar-dolar-olacak-2688/

Neşe BERBER

Londra’da yaşıyorsunuz ve aynı zamanda Avrupa Türk Markalar Birliği Başkan Yardımcısı’sınız. Türk markasını, kendi markanızı Dünya’ya tanıtıyorsunuz. Kısaca önce sizi bir tanıyabilir miyiz?

Ailem 50 yıl önce buraya taşınmış ve ben burada büyüdüm. Bilgisayar Mühendisliği okurken Japonya’dan İngiltere’ye bir teknoloji getirmeyi planlamıştım, sonra Türkiye ile bir bağım olması gerektiğini fark ettim, aklıma ilk gelen şey lokum oldu. Çünkü ailem Türkiye’den her gelişinde lokum getirirdi. İngiliz pazarında lokum pek yoktu. Bu eksikliğin sebebini araştırmamla 18 yıl önce serüvenim başladı.

Bu Türk markasıyla Dünya’nın birçok yerine ihracat yapmaya başladınız. Markalar birliği adı altında Avrupa’da Türk markaları ile nasıl bir birlik beraberliğiniz var?

İngiltere’deki insanlar Avrupa’ya göre daha yeniliğe açıklar. Etrafımdaki iş insanları genelde İngiliz, onların kurumlarında da bulunuyorum (şapka giyiyorum). Buradaki yabancıların isteği ve girişimciliği, doğru kurumlarla iletişimi olduğu sürece iş yapabilir, tabii ki zorlukları da var. İngiltere gıda sektöründe en sıkı ülkelerden biri. Yapılamayacak bir şey olduğunu düşünmüyorum.

Türk markası ihraç etmenin zorlukları var

Dünya’ya bir Türk markasını ihraç etmenin zorlukları nelerdir? Nasıl bir süreç oluyor?

Brexit’ten dolayı Avrupa Birliği’nden çıktık. İngiltere Avrupa ile bir ticari anlaşma yaptı. Türkiye ile de Serbest Ticaret Anlaşması yapıldı. Türk markasını İngiltere’ye getirip buradan Avrupa’ya sattığımızda %27 vergi ödemek zorunda kalıyor müşterilerim. Burada devletin gıda kurumu (defa?) ile bizlerin veya müşterilerin, Türkiye’nin Avrupa ve İngiltere ile anlaşması olmasına rağmen, %8-%27 arasında vergi ödeme zorunluluğu hakkında birçok konuştuk tartıştık. Bunun çok yakında çözüleceğini düşünmüyorum. Buradaki anlaşma şuydu: İngiliz menşeili ürünler Avrupa’ya girdiğinde serbest ticaret oluyor, farklı menşeili ürünlerin vergileri oluyor. Bunu çözmek adına bir süreç içerisindeyiz.

Kaç ülkeye ihracatınız var?

15 ülkeye. Avustralya, Amerika, Avrupa, Asya… Tabii  her ürünümüz her ülkede aynı sezonda satılmıyor.

Türkiye ile iletişiminiz nasıl?

Bizim bütün üretimimiz Türkiye’de. Leblebi sektörüne de girdik, fabrikasını Konya’da kurduk. Türkiye’ye gelip gidiyorduk fakat şu an sıkışıp kaldık.

Konya’da yaptığınız yatırım Türkiye açısından güzel bir gelişme. Avrupa’da Türkiye’ye yatırım yapmak isteyen oluyor mu? Bu anlamda bir aracılık yapıyor musunuz?

Tabii ki. Türkiye’nin çok farklı sektörlerinden yatırım yapan arkadaşlarımız var, özellikle yan sanayide. Türkiye ile İngiltere arasında 2000 tane ortak şirket var. Bu çok büyük bir rakam. Belki kendilerini fabrika kuramıyor ama gıda, tekstil gibi birçok ürünü alıyorlar. Türkiye’yi bilen biriyle de ortaklık yapılıyor. Teknoloji yönüyle de Türkiye çok başarılı. Türkiye’deki kurumları da biz yönlendirebiliyoruz zaten amacımız da bu.

Pandemi işlerinizi nasıl etkiledi? Avrupa’da da diğer sektörler nasıl etkilendi?

Gıda sektörü pozitif etkilendi diyebilirim. İnsanlar daha fazla ev alışverişi yapmaya başladı ama tekstil ve sanayi sektöründe sarsıntılar oldu. Devletin verdiği küçük destekler firmaların kapanmasını engelleyemedi. Diğer ülkelerden bakıldığında İngiliz devleti daha destekleyici görünse de göründüğü gibi değil. Biz marka olarak pandemi süreci başlar başlamaz online sisteme yatırım yaptık, başka online sitelerde de var olmaya çalıştık. Bunu öngördük. Yelpazemizi değiştirerek sağlıklı atıştırmalıklar yaptık. İnsanların sağlıklı ürünlere eğilim gösterdiğini datalarda da gördük.

Fuarlar online yapılıyor

2021 yılı itibariyle önümüzdeki yılı nasıl görüyorsunuz? Sektörlerde nasıl değişimler olabilir?

Mesela fuarlar, tanıtımlar online yapılmaya başlandı ve uzun süre devam edeceğini düşünüyorum. Ben fuarlara inanan birisiyim, kişinin ürünü görüp tanıması çok önemli. İlişkiler tabii ki zarar görüyor. Online reklamlar, görseller güçlendirilebilir ürünü tanıtabilmek adına. Elimizden geldiği kadar anlatmaya çalışacağız. Herhangi bir sektörde de aynı değişimlerin yaşanacağını düşünüyorum. Online sisteme güvenmeye başladık, dijital çağa jet hızıyla girdik.

Serbest Ticaret Anlaşması ile Türkiye ve İngiltere arasındaki ticaret hacmi 2 katına çıkarak 50 milyar dolara ulaşmasını bekliyoruz.

Birleşik Krallık ile Türkiye arasında yapılan Serbest Ticaret Anlaşması’nın (STA) iki ülkeye de son derece katkı sağlayacak son derece önemli bir gelişme olduğunu düşünüyorum. İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılması (Breixt) hemen hemen bütün bölgede bir tedirginliğe neden oluyordu.  Türkiye’nin de AB’nin Gümrük Birliği anlaşmasında yer alması ve İngiltere’nin Birlik’ten ayrılma isteği  nasıl bir durum sonuç yaratacağı konusunda kaygılar yaratıyordu. Şimdi bu kaygıların ortadan kalkmasının yanında İngiltere ve Türkiye arasındaki STA ile birlikte gelişmeler çok netleşti. Türkiye ve İngiltere arasında hali hazırda 25 milyar dolarlık bir ticaret hacmi var. STA ile iki ülke arasında iki ülke arasındaki ticaret hacminin önümüzdeki yıllarda 50 milyar dolara ulaşması çok gerçekçi bir beklenti olacak. Şuan 2 bin civarında Türk ve İngiliz şirketlerinin ortaklıkları var. Bu anlaşma önümüzdeki günlerde iki ülke şirketlerini birbirlerine daha da yakınlaştıracak ve ciddi ticaret alt yapısı oluşturacağını düşünüyorum.  Bu anlaşma ile Türkiye, İngiltere için önemi daha da artan bir ülke konumuna gelmiştir. Farklı ticari alanlarda gerçekleştirilen ticaret daha da şekillenecek ve artacak. Bu da Türk ekonomisine önümüzde yıllarda çok ciddi katkı sağlayacak.

Türkiye’den Londra’da iş yapmak isteyenlere ne tavsiye edersiniz?

Eğer burada bir ofis, mağaza ya da depo kuracaksa Türkiye devletinin vermiş olduğu teşvikler var. Buradaki danışmanlarla birlikte şirket kurabilirler. Her işte olduğu gibi muhasebeciniz çok önemli, size danışmanlık verebilir. Bir pazarlamacı olarak ülkeye gelip çok iyi bir araştırma yapmalarını tavsiye ediyorum. Hangi şehirde, hangi sokakta mağazasını neden ve nasıl açacaksa bunların hepsini pazar gözüyle araştırmalı. Eğer bir ürün getirecekse burada bir süre yaşamadan, pazarı görmeden yatırım yapmalarını tavsiye etmiyorum. Gelip arasını kaybeden çok fazla iş insanı var, sebebi pazarlarını araştırmadan gelmeleri. Ürünün paketinde yer alacak bilgilere kadar bilgi sahibi olunması gerekir.

Bir kadın girişimci olarak kadınlara önerileriniz ne olur?

Daha özel bir varlık olduğumuzu düşünüyorum. Hiçbir şeyin size engel olmasına izin vermeyim diyorum. Siz istedikten, çalıştıktan, azimle, inandıktan sonra yolunuza devam edin derim.

Markanızın büyüklüğü? Hedefleriniz ve hayalleriniz?

Markamı bir dünya markasına taşımak ve gerçek Türk lokumunu 7’den 70’e herkese tattırmak istiyorum. Yeni ürün olarak kavrulmuş leblebi – tatlı ve tuzlu olarak da ürün yelpazemize ekledim. Atıştırmalık pazarında ciddi potansiyele sahip bir ürün olduğunu düşünüyorum. Farklı bir şekilde leblebiye de dünya pazarına sunma çalışması içindeyim.

Zeynep Turudi hakkında

Truede markasının yaratıcısı ve Truede şirketinin kurucusu. Aynı zamanda Avrupa Markalar Birliği Başkan yardımcısı da olan Zeynep Turudi, Türk lokumunu İngiltere pazarı olmak üzere dünyaya ihraç ediyor. Türk lokumu sonrası 2021 yılında Konya’da kurduğu fabrika ile leblebiyi dünyaya tanımak misyonuyla yeni bir atılıma girdi. Hedefini Türk lokumundan sonra leblebi gibi sağlıklı bir atıştırmayı farklı inovatiflerle dünya pazarına sunmak olarak açıklayan Zeynep Turudi, İngiltere ve Türkiye arasındaki ticaret ilişkileri üzerinde de hem bir iş insanı hem de iki ülkede aktif ticari faaliyetleri olduğu için dergi, gazete ve televizyonlarda bu konularda da kendisine başvurulan isim olarak dikkat çekiyor…

Zeynep Turudi, Truede markasını 2003’te kurarak Türk lokumunu dünyaya tanıtan Zeynep Turudi, 2011 yılında Londra'da bulunan Business Network Organization'ın "Yılın En Başarılı Girişimcisi" de seçildi.


]]>
Gazete Birlik info@gazetebirlik.com
Türkiye'yi lider yapacak proje https://www.analizgazetesi.com.tr/haber/turkiyeyi-lider-yapacak-proje-5354/

Sedat YILMAZ

Türkiye’nin hatta dünyanın en fazla aranan isimlerinden biri… Kendisi, otomobil teknolojisinde adı öne çıkanlardan, belki de en önemlilerinden…

Erbakan Malkoç…

Ardahan Göle’nin Dengeli köyünde doğan ve otomobil tamirci çıraklığından başlayan kariyerini dünya ekonomik devleriyle ortaklığı ile devam ettiren, Türkiye’de de otomobil sektörünün nabzını yakından tutan ve otomobil sektörünü temsil eden bir dikkat çeken bir isim.

DizaynVip Group’un Yönetim Kurulu Başkanı… Alman sanayi devi Mercedes Benz’in yetkili van partneri.

Erbakan Malkoç, Analiz gazetesi olarak bizi İstanbul Avcılar’daki fabrikasına davet ettiğinde yapay zeka ve hologrom teknolojileri üzerinde çalışıyordu. Yüzyılın teknolojisini dönüştürdüğü araçlarda kullanmaya başlamıştı bile.

malkoc-2

İşi dönüştürüp işlevselleştirmek

 Malkoç’un işi; hava, deniz ve kara araçlarını dönüştürüp işlevselleştirmek. Erbakan Malkoç işini şöyle anlatıyor:

“Bizim farkımız şu. Öncelikle hiçbir araçta olmayan teknolojiyi kullanıyoruz. Görsel ve işlevselliğin yanında bir aracı kişiselleştiriyoruz. 2006’da biz tabletle araçları kontrol etmeye başladık. 2009’da araçlara normal taç panel noktasına geldik. 2014 yılında araçları sesle kontrol ettik. 2018’de araçların içinde asistan vardı. 2020’de yapay zeka ve hologram kullandık. Yani teknolojide çok farklı noktadayız” diyor.

Malkoç’un DizaynVip’i şu anda artık seri üretimde ve 200 ülkede tanınan bir marka. DizaynVip 2019’da başlattığı yapay zeka teknolojisinde prototipin üzerine yeni eklemeler yapmış. Marka, son uygulamalarını dünyaya açmak üzereyken pandemiden olumsuz etkilense de yeni planlamalarını bu yıl devreye almaya kararlı olduğunu gösteriyor.

Nitekim, Türkiye’nin henüz ihracatta kilogram başı 1,5 doları geçemediği günümüzde Erbakan Malkoç, hizmet ve üretimde kilogram başı ihracatta 300 doları aşmış gidiyor... 50 bin euroluk bir aracı dönüştürdüğünde 500 bin euroluk bir katma değer oluşturabiliyor. Dolayısıyla Türkiye’nin Erbakan Malkoç’ların sayısını mutlaka artırması gerekiyor.

Uluslararası ödülleri var

Malkoç, yıllardır katıldığı dünyaca ünlü Cenevre Otomobil Fuarı’nda küresel bazda parmak ısırtacak işlere imza atmış ve ödüller almış. Uluslararası Marka Liderleri Zirvesi Lob’in Europe’ta aldığı “Avrupa’nın En İyi Otomobil Tasarımı Ödülü” yine ABD’nin en prestijli organizasyonu IMA IMPACT Teknoloji Zirvesi’nde kazandığı “Dünyada Otomobil Tasarımında Teknolojiyi En İyi Kullanan Firma Ödülü” başarılarından sâdece bazıları…

Erbakan Malkoç, bugün aynı gayretle işine devam ediyor. “Sektörde nerelerde farklılıklar oluşturabilirim. Araçta eksiksiz nasıl bir konfor ve rahatlık sağlayabilirim” diye yılmadan gecesini gündüzüne katıyor.

İş insanlarına tavsiyelerde bulunan Erbakan Malkoç, geçmişte olduğu gibi bugün de çok konuşulan cari açıkla ilgili ders verici ifadeler kullanıyor ve şöyle diyor:

“Borçla iş yaptığından alırken de satarken de kaybedersin. 5 dolara aldığın malı katma değerli yapamadığından 1 dolara satmak için pazar pazar koşturmak zorunda kalırsın. Belki güç bela borcunu kapatırsın ama yaptığın işten kâr edemezsin, sürekli zarara uğrarsın. İşte al sana cari açık! Peki kaliteli mal yapsan, yüksek fiyatlardan satsan, dövizin artışı seni etkiler mi, hayır… Döviz açığı verir misin, yine hayır! Bilâkis daha fazla kazanırsın!”

malkoc-1

Her parçada “Made in Türkiye”

İşi otomobil dönüşümü ama neler yapıyor neler… 3 bin 600 parça malzemeyi hem de üzerine “Made in Türkiye” yazarak bir araya getiriyor. O muhteşem araçları ortaya çıkarıyor.

Parçaların yüzde 99’u yerli… Otomobil dönüşümüne yüksek katkı veren mühendisleri var… DizaynVip’te zirve seviyede kaliteye önem veren, bilgi ve tecrübeye sahip onlarca insan çalışıyor. Öncelikle Malkoç’un otomobil dönüşümü fabrikasyon değil, fason değil! Tamamen el ürünü… “Hand made”… İlmek ilmek altın değerinde ürün işleyen bir iş modeli… Yapılan faaliyet, aktivite şahsa ve kuruma özel! Zamandan ve mekândan bağımsız.

Kendi tesislerinde bilgisayar kartlarından, borduna, çipine, mültimedyasından ses düzenine, işlevleri yüksek ışıklandırma ve mefruşatından koltuk sistemlerine kadar otomobilde her işi ayrıntılı tam tekmil itina ile kemâlatın zirvesine ulaştırıyor.

Kendisi şöyle konuşuyor:

“Yani otomobillerde LCD (Liquid Crystal Display yani Sıvı Kristal Ekran… Elektrikle kutuplanan sıvının ışığı tek fazlı geçirmesi ve önüne eklenen bir kutuplanma filtresi ile gözle görülebilmesi ilkesine dayanan bir görüntü teknolojisi) dönemini, eski teknolojiyi bitirdik… Üç boyutlu teknolojiyi dahi geride bıraktık… Bundan böyle size bilgiyi verecek kişi aracınızın içine girecek ve sizi bilgilendirecek. Üç boyutluya gerek kalmadan çıplak gözle o görüntü ile bütünleşebileceksiniz… Açıkçası yeni teknolojiyle; asistanlık görevi çok ileri seviyelere taşınıyor. Biz tamamen kendi kadromuzla, kendi ekibimizle yazılımlarımızı kendimiz üreterek teknoloji üreten bir firmayız.”

Seri üretimi 1000’e çıkardık

Erbakan Malkoç, DizaynVip’te yakın zamana kadar itina ile işlediği 500 otomobil olan araç üretim sayısını istihdam ve kapasiteyi artırarak 1000 seviyesine yükseltmiş.

Seri üretime geçilse de amaç ve prensiplerinden vazgeçmediklerini dile getiren Erbakan Malkoç, “Her ne kadar teknoloji üreten ve ihraç eden bir konuma kavuşsak da ‘hand made’ (el yapımı) özelliğimizi koruyoruz” diyor.

Hand made’in seri üretim noktasında siparişleri yetiştirmek için sıkıntılar oluşturabildiğini, bu sorunun çözümü için de etkin bir proje ve planlama ile hareket ettiklerini belirten Erbakan Malkoç, “Bunu Çin’de kurduğumuz tesisle aştık. Söz konusu tesisle üretim sayımızı 1000 araca çıkardık. Şayet Çin’de hayata geçirdiğimiz tesisin benzerlerini diğer lokasyonlarımızda da hizmete açabilirsek seri üretimde istenilen hedefleri yakalayabiliriz” bilgisini veriyor.

Türkiye’nin otomobil teknolojisinde yüksek standartlarla önemli bir yere geldiğini, Türk dönüşüm sektörünün de kullandığı teknoloji ile dünyadaki rakiplerine fark attığını dile getiren Erbakan Malkoç, “Tecrübemizi yurt dışına açmış durumdayız. Çin’de kurduğumuz tesis, Türk menşeli ürünlerimizin ihracatını da kolaylaştırdı. Çin’deki benzer yapının aynısını yıl içerisinde Dubai, Rusya pazarlarında hayata geçirmek istiyorduk. Ancak pandemi dolayısıyla bu planlarımızı bu yıla erteledik. Bunun yanında dünyaca ünlü isimlere geçen yıllarda olduğu gibi artan bir ivme ile dönüştürdüğümüz araçları göndermeyi sürdürüyoruz” şeklinde konuşuyor.

2023 yılına hazırlanıyoruz

2020’nin otomobil sektörü açısından ÖTV zamlarının gündeme geldiği ve yerli otomobil TOGG çalışmalarının devam ettiği bir yıl olduğunu hatırlatan Malkoç, yaşanılan küresel salgın nedeniyle otomotiv satışlarında ciddi azalma yaşandığını, ancak Mayıs ayıyla birlikte otomotiv yan sanayi sektörünün ihracatta kan kaybını telafi etmeye başladığını, Ekim rakamlarıyla beraber otomotiv sektörünün ihracatta yeniden yüklenici güç olduğunu ortaya koyduğunu ifade ediyor.

Türkiye’nin tecrübesi ve kalitesiyle güçlü bir ekonomiye sahip olduğunu belirten DizaynVip Yönetim Kurulu Başkanı Erbakan Malkoç, otomobil teknolojisinde ileri bir seviye kazanan ülkenin yerli otomobil konusunda da bunu başardığını, otomotiv teknolojilerinde dünyanın merkez üssü haline getirme hedefleri bulunan DizaynVip ile milli hedeflerin buluştuğunu dile getiriyor.

Halen çalışmaları süren yerli otomobilin (TOGG) gelenekselliğin dışına çıkıp, mevcut araç segmentlerin ötesinde, en üst seviyede olması gerektiğine vurgu yapan Erbakan Malkoç, “Uluslararası rekabet için farklılığı ortaya koymak lâzım. Zannediyorum bu da olacak. Biz de tasarım, üretim, teknoloji, teknik, marka ve kalite olarak dünya otomobil teknolojisinde önemli bir yerdeyiz. Yerli otomobilin her safhasında yer alabiliriz. Devlet ‘Sen lastik sök, tak’ derse, onu da yaparız” diyor.

Türkiye’nin otomotiv sektörü konusunda tecrübelerinin yerli otomobilin doğmasına sebep olduğunu ve başlangıç olarak elektrikle başlamanın doğru bir tercih olarak öne çıktığını belirten Erbakan Malkoç, TOGG’un duruşu, tasarımı ve teknolojisiyle insanın gözünü okşadığını, istenildiğinde DizaynVİP’in yerli otomobile destek verebileceğini kaydediyor.

Türkiye’yi lider yapacak proje

DizaynVip olarak tasarım, teknoloji ve üretimin vazgeçilmezler olarak belirlediklerini anlatan Erbakan Malkoç, “Fabrikalarımızda kullandığımız her şey ya kendi üretimimiz ya da ülkemizdeki üreticilerden temin ettiğimiz ürünler. Üzerinde çalıştığımız otomotiv teknolojisi üzerine yepyeni adımlar var. Şu an açıklayamayacağımız projemizi 2023’e kadar sizlere tanıtmak üzere büyük bir heyecan içerisindeyiz” diye konuşuyor.

Halen yapay zeka üzerinde dünya otomobil endüstrisinde yeni sayfalar açacak yeni bir proje üzerinde çalıştıklarını belirten Erbakan Malkoç, “Bu proje dünya otomobil sektörüne farklı bir yön verecek. Biz otomobilleri konuşturuyoruz. DizaynVip aracınızla bağ kurmak için bu teknolojiyi geliştirdi. Hedefimiz cansız araçları canlandırmak. Araçlar canlandığı zaman yapamayacağı bir şey olmayacak. Aracınız mekanik olmaktan çıkıp hologram teknolojisiyle sizinle arkadaş olan bir obje haline gelecek” bilgisini veriyor.

Otomobil tamirinde çıraklık, kalfalık ve ustalık döneminden sonra 1992 yılında kendi atölyesini kurduğunu anlatan Erbakan Malkoç, “Bugün 40 ülkeye ihracat gerçekleştiriyoruz. Dünyada herkes bizi tanıyor. Şimdi yeni bir otomobil konusunda farklı bir proje üzerinde çalışıyoruz. Bu otomobil küresel sektörde yeni bir sınıf açacak ve ‘yeni bir otomobil nasıl olabilir’i düşündürecek bir proje” diyor.

Milyarder ve milyonerlerin havada veya denizde araçlarla birbirleriyle yarışabileceklerini, ancak karada yarışma noktasında en lüks otomobil isteyenlerin DizaynVip’e geldiklerinin altını çizen Erbakan Malkoç, “Dünyada üretilebilecek, milyarderlerin tercih edebileceği bir otomobil projesi üzerinde çalışıyoruz. Bu proje Türkiye’yi dünyayı otomobil sektöründe 10 adım öne çıkaracak. Tasarımı bitti, DNA’sı, ara yüzü, bütün her şeyi tamamlanmış vaziyette partnerlerimizi oluşturuyorum.  İlk prototipleme olmadan, insanların gözleri üzerine çıkarmadan bu projeyi açıklamak istemiyorum” diye konuşuyor.

Bizim satma derdimiz yok

Dünya otomotiv sektörünün 95 trilyon dolarlık bir pazar olduğunu ve yılda 90 milyon aracın üretildiğine işaret eden Malkoç, salgında tedarik zincirinde sıkıntılar yaşanabileceğini söylüyor. Kendi sektörüyle ilgili şu ana kadar sıkıntı yaşamadıklarını belirten Malkoç, “Biz hızlı hareket edip hızlı bir şekilde durabiliyoruz. Pandemide şu anda tedarik zincirimizi ülke içinde tutuyoruz. Zaten yüzde 100 yerli bir firmayız. Neredeyse bütün parçaları fabrikamızda üretiyor, tedarik ürünleri ise yurt içinden hallediyoruz. Pandemi herkesi, her şeyi özelleştiriyor. Herkesin yapısı, tavrı, karakteri farklı. Bizim de iş olarak kişiselleştirme noktasında bir hareket tarzımız var. Pandemi döneminde araçlarımıza yoğun bir ilgi oldu. Çünkü steril bir ortamda, trafik stresine takılmadan, üst düzey konfor ve teknoloji ayrıcalıklarıyla işe gidiş gelişlerini/iş seyahatlerini gerçekleştirebildi” diyor.

Geçen yıl Cenevre Fuarı’nın pandemi sebebiyle sanal ve reklama dönük bir hal aldığını, kendilerinin pandemi öncesi katılım müracaatına rağmen, katılım göstermediklerini belirten Erbakan Malkoç, “İnsanlar fuarda müşteri bulma derdinde. Bizim ise öyle bir durumumuz yok. Biz satma değil, yapma derdindeyiz. 3 bin 600 parçayı otomobille buluşturup bunu ‘Made in Türkiye’ ibaresiyle dünyanın her yerine taşıma gayretimiz var. Çin’de bunu yatırımlarla başardık. Yine geçen sene başında Kamboçya’ya dahi ihracat gerçekleştirdik. Biz kompakt çalışan bir firmayız” bilgisini veriyor.

Dönüştürdükleri araçların sigorta açısından hiçbir sorun yaşamadığını, her şeyden önce dünya devi bir şirketin partneri olarak çalıştıklarını vurgulayan Erbakan Malkoç, “Bizim 10 yıl önce yaptığımız proje bile bugün dünyada karada yürüyen en lüks araç olarak gösteriliyor. Uzayan otomobil, lüks otobüs her ne kadar dikkat çeken projelerimiz arasında görünse bile yaptıklarımızın yanında az bile kalıyorlar. Özellikle üzerinde çalıştığımız projeyi duyuracağımız zaman yer yerinden oynayacak” ifadelerini kullanıyor.

]]>
Gazete Birlik info@gazetebirlik.com
En güvenilir rota Türkiye https://www.analizgazetesi.com.tr/haber/en-guvenilir-rota-turkiye-963/

Neşe BERBER

Turizm en zor zamanlarını yaşayan sektörlerden birisi… Siz özellikle Kapadokya'da turizm yapıyorsunuz, Son 6 ay nasıl geçti?

Özellikle Haziran'da normalleşmenin başlamasıyla birlikte insanlarda bir özgürlük, bir heyecan, kendisini dışarıya atma ama tedirginlikle tabi bu başlamış oldu. Bizim öngörümüz şu; insanlar, işletmeler Türkiye genelinde ciddi bir şekilde tedbirlerini aldı, güvenlik sertifikasının ötesinde bunları harfiyen gerçekleştirdiklerini biz canlı canlı biz bölgemizde şahit olduk, diğer bölgelerde olsun bunların tamamını görmüş vaziyetteyiz. Haziran'daki ürkeklik, Temmuz, Ağustos'ta aşağı inmeye başladı. Eylül ve Ekim için bizim beklentilerimizin üzerindeydi iç piyasa dinamikleri daha yukarılarda seyretmiş oldu. Şimdi bu 6 aylık süreçte tabii önceki yıllarla kıyaslamamız mümkün değil ama, genel olarak yüzde 40 civarında bir dolulukla seyretti ama tamamen bu aslında baktığımızda yüzde 36-37 lik kısmı iç dinamik, yüzde 3 lük kısmı da dış pazardaki misafirlerden kaynaklanmış bir durum. Şimdi yeni yıl beklentilerimiz tabii ki, çok olağanüstü üst düzeyde gidiyor, Mayıs Haziran ayını hem Kapadokya bölgesi olsun hem sahil kısımları olsun geçen günlerde bir kaç anayolu şirketi uçuşlarını birkaç ay öncesine aldı, tüm Türkiye geneli büyük bir artı olacak diye düşünüyorum.

Siz bu süreçte turist aldınız mı? Nasıl durum?

Yabancı misafirlerde ciddi bir düşüş var. Son 4-5 yıllık zaman zarfında özellikle Uzakdoğu ağırlıklı geliyorlar, Çin'den gelecek bir yabancı turistin Türkiye'ye geliş bedeli 40 bin TL, buna rağmen gelip gören Çinliler var. Uçak seferlerinin artmasıyla Uzakdoğu ve latin pazarı bizim için çok ciddi önem arz eden husustu. Bu dönemde nasıl bir izleyiş seyrediyor? Balkan ülkelerinden ağırlıklı olarak Arnavut, Kosova ve Romanya Kapadokya için ciddi bir ivme kazandırmış oldu ve bu ölü sezon diye tabir ettiğimiz 2020 yılı pandemi sürecinde öyle bir sürece girilmiş oldu.

Geçtiğimiz günlerde Turizm Bakanı ile bir araya gelmiştik. Aşılama süreci, pandeminin düşüşü, vakaların da azalması bu süreci de böyle göz önüne alırsak ortalama Nisan gibi normalleşme başlayacak gibi bir cümle de etmişti. Bu süreç Nisan'da başladığını var sayarsak nasıl bir tablo olur? 2021 nasıl geçer? Sizin açınızdan, turizm açısından?

Bizdeki online kararlar aslında en güzel verileri veren unsur. Nisan ve Mayıs'a ciddi bir talep var, hem yurtiçi hem yurt dışından. İnsanlar bunaldı artık insanlar da o bunalmanın da getirmiş olduğu kendisine artık bir değişiklik, şehir değiştirmenin vermiş olduğu bir huzur illa ki var. Mesela Nisan, Mayıs, Eylül ayına kadar rezervasyonlar geliyor ki, bu pandeminin bitiş tarihi değil en azından en dibi göreceği tarih. Mart sonu Nisan başı gibi biz de o şekilde planlıyoruz. Nisan, Mayıs gibi yoğun bir taleple karşılaşacağımızı bekliyoruz biz.

Bir pandemi ile karşı karşıya kaldık. Turizmde ne yapılmalı ki sistem çok fazla değişmeden yürüyebilsin. Ne yapmak gerekiyor?

Eski normal yada yeni normal aslında baktığımızda insanlara ilk baştaki pompalanan korkunun şu anda dip seviyelerde olduğu ve insanların özgürlüklerini siz elinden alıyorsunuz veya kısıtlama vs yaparak belli bir tarihe kadar kısıtlayabilirsiniz. Ben şöyle yorumluyorum, insanımız ve tüm dünya genelindeki dünya vatandaşlarının aklında bir soru işareti vardı, öncelikle sağlık illaki bunda hiç tereddütümüz yok ama ne kadar pandemiydi, ne kadar gerçekti yada veriler ne kadar gerçeği yansıtır diye tamamen dünya genelinde tartışmaya açık bir konu ve insanlar bunun çok fazla abartıldığı yönünde düşünüyor. Tüm dünya geneline baktığımızda harfiyen en sıkı kuralları uygulayan bizim ülkemiz, şimdi Amerika'ya bakıyorsunuz maske, mesafe yok. Geçen günlerde televizyonda İtalya'daki restaurant ve cafeler gösterildi insanlardaki hassasiyet gösteren yabancılardaki en güvenilir rota Türkiye. Yapılan analizlerde de dünyada sunulan raporlarda da en güvenli ülke Türkiye. Bu artılardan birisi, yabancılardaki hassasiyet noktası bizdeki gibi yüksek değil ama bu döneme haiz olan gelecek misafirlerin ilk tercihi kesinlikle Türkiye. Az önce sorduğunuz soru da neler yapılabilir? Bu bizden ziyade kural koyucuların, devletlerin ve hükümetlerin vereceği kararlar doğrultusunda oluşacak unsurlar. Almanya'nın, İngiltere'nin, İtalya'nın bizimle ilgili vereceği karara bakıyorduk şimdi o ülkeler açmadıktan sonra bizim yine dinamik pazarda hareket olacak ama oradaki gelen talepler İngiltere'de mesela ürkülen bir noktaydı, ingiliz pazarı nasıl olacak? Dediğimizde Antalya bölgesi için az önce bahsetmiştim 2 ay öncesine kadar ingiliz uçak firmaları tercih sebebi hep almış olduğumuz tedbirlerin yansıması.

Oteller, hijyen açısından dünyadaki otellerden çok çok iyiyiz öyle değil mi? Siz kendi otellerinizden yola çıkarak nelere önem veriyorsunuz? Değişen ne oldu?

Aslında çok şey değişti. Denetim firmaları, güvenlik turizm sertifikası ile alakalı gizli misafir gönderebiliyor kurallara uyup uyulmadığını kontrol etmek için, kendi misafirini gönderiyor. Mesela günlük bir tarihimiz var her ay bunlar denetlenen unsurlar. Ayın 10 undan onuna bırakmadan da gelebiliyor sıkı bir denetim var, gizli. O noktada siz kendi işletmenizi riske atıp, herhangi bir cezai yaptırıma maruz kalmayı istemediğiniz için, harfiyen emin olun buna ben tüm samimiyetimle söylüyorum; Türkiye'deki yüzde 99'dan fazla bir oran diyebilirim ki, tamamen uyuyor. Yunanistan ve Türkiye kıyaslamasında Yunan tarafı biraz daha ağır basıyor Avrupa tarafında, onların almış olduğu tedbirlerle biz kıyasladığımızda emin olun 2021 gelen rezervasyonlarla iyi bir ivme yakalayacağız.

Tüm dünyadaki ve Türkiye'deki tatil yapmak isteyen insanlara çağrınız ne olur?

Türkiye otel, turizm ve hizmet noktasında emin olun çok üst pozisyonda. Burada almış olduğu hizmeti dünyanın neresine giderse gitsin alamayacak. Misafir bizim için önemlidir, başımızın üzerinde yeri vardır. İtalya ve İspanya'nın pankart açıp da turist istemiyoruz artık dediği noktada tamamen turist istiyoruz noktasında siz ne veriyorsanız, karşılığını da insanlar size o şekilde veriyor. İyi hizmet alabilecekleri tek lokasyon Türkiye artı hijyen kurallarının bire bir uygulandığı dünyadaki tek ülke diyebilirim.

Kapadokya'yı hiç görmeyenlere ne söylersiniz? Neleri görsünler?

Problemimiz şu, gelen misafirlerimizin çoğu diyor ki Kapadokya neresi? Diyor. Sadece gördüğümüz önemli noktalardan ibaret değil, bir de gizli kapadokya var, yürüyüşle birlikte vadi sürecinde görülebilecek. Burası hristiyanlar için inanılmaz derecede önemli bir inanç merkezi, dünyada eşi benzeri olmayan doğal güzelliklerin olduğu bir plato öyle düşünün. Her türlü aktivitenin istisnasız yapıldığı özellikle balon var yani tam bir aktivite cennetinin olduğu bir yer. Dört mevsimin tam yaşanmış olduğu, on iki ay turizmin olduğu, olağanüstü bir yer. Gelen kişilerde inanılmaz bir pozitif etki oluşturup, tekrardan gelme arzusu oluşan muazzam bir yer. Son dönemlerde balayı noktasında ön plana çıkmaya başladı, sadece Türk misafirlerimiz değil, yurtdışından özellikle ruslar tarafından da yoğun bir taleple karşı karşıyayız. Kapadokya'daki sistemde her şey dahil sistem yok. Her şey dahil olmayınca sadece otelin içine hapsolup sadece otelde kalıp dışarının güzelliğini görmeme ihtimali yok, Kapadokya'ya geldiği bölgeyi geziyor, zaman esnaf kazanıyor, diğerleri kazanıyor. Gün doğumunda o balonların havalanması halende aktif devam ediyor, günün erken saatlerinde rüzgarın en dingin olduğu zamanlarda, güneşin doğuşu ile birlikte aslında güneşin doğumuna sizler şahitlik etmiş oluyorsunuz. Balon haricinde doğal güzellikleri, gezilecek yerleri, diğer unsurları muazzam tarihi yerler.

Turizmde bir değişim olacak mı tercihler açısından?

Kesinlikle değişim var, bizdeki tatil imajı deniz kum. Rusların özellikle Antalya tercihi en büyük faktördü, şimdi Ruslardaki zihniyetin değişmesi buna en büyük kanıtlardan birisi çünkü kültür turizmi son dönemlerde bir hayli yoğun talep görmeye başlıyor, insanlar biraz daha farklı rotalar tercih etmiş oluyor ve Kapadokya da dediğimiz gibi diğer bölgelerimiz için de geçerli mesela Trabzon, Karadeniz tarafı buralar için de aynısı geçerli, deniz, kum, güneş bu algı tamamen kırılmış durumda. İnsanların kendini nerede daha mutlu hissedeceği, merak unsuru işin içine girdiğinde farklı destinasyonlar deniyor.

Bundan sonrası için nasıl bir değişim olacak dünyada? Neye hazırlıklı olalım?

Adaptasyon noktasında tüm dünya geneli uygulanan şeylere başta korkuyla birlikte uymaya başlamış oldu. Şöyle düşünüyorum, seyahat yapmak istediğimizde uçağa binmek için bir aşı karnesi olmadan binemeyeceğiz, restaurant, otellere girerken her birinde HES kodu soruluyor. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Sözleşmesi bunların da aslında doğru olmadığı gözüküyor ama seyahat özgürlüğü elinden alındığı hissiyatına kapıldığı zaman aynı yerde durmayı istemeyeceğimize göre zorunlu olarak yaptıralım denilecek ki artık bu normalleşme sürecinde bunlar da hayatın bir parçası olacak. Şimdi aşılanma sürecinden sonra gelecek gerçek veriler tüm dünya genelinde belki bunlara hiç ihtiyaç olmayacak deniliyor ama uçak ve diğer ulaşım araçlarında bu kodlar, kimlik olmadan asla bir yolculuk yapılmayacak.  İnsanlar endişe ile yaklaşıyor ama nasıl bu sürece uyduk artık maske, mesafe bizim hayatımızda büyük bir parçamız olduysa bu da belli bir süre sonra olmadan olmayacak gibi gözüküyor.


]]>
Gazete Birlik info@gazetebirlik.com
Güneşte milyar dolarlık kazanç https://www.analizgazetesi.com.tr/haber/guneste-milyar-dolarlik-kazanc-4785/

Serat YILMAZ

Yılda 295 milyar kilovatsaat elektrik tüketen Türkiye, enerji ihtiyacının yüzde 7’sini güneşten elde ediyor. Güneş enerjisi kurulu gücünü geçen yıl 446 yeni santralle 6 bin 500 megavata ulaştıran Türkiye, her 1000 megavat kurulu güce karşılık 110 milyon dolarlık doğalgaz ithalatını engelliyor.

Türkiye’nin termik, hidroelektrik, rüzgâr, güneş ve diğer kaynaklar olmak üzere toplam elektrik kurulu gücü 93 bin 207 megavat. Türkiye’de aylık elektrik üretimi 28 teravatsaate (TWh) kadar çıkıyor.

1 teravat, 1 wattın 1 trilyon katı. Atatürk Barajı’nın yıllık elektrik üretimi 8,9 teravat seviyesinde. Enerjide 1000 watt 1 kilovatsaat, 1 1 megavat 1 milyon watt olarak ölçülüyor. 1 milyar watt’a karşılık gelen elektrik ölçü birimi de gigawatt (GW).

2020 yılı itibariyle Türkiye'de elektrik üretim kurulu güç dağılımı; termikte yüzde 50,2, hidroelektrikte yüzde 31,6, rüzgârda yüzde 8,5, güneşte yüzde 7, jeotermalde yüzde 1,6 ve biyokütlede yüzde 1,3 şeklinde oluşuyor.

gunes-2

1 milyar dolarlık tasarruf

Yılda 295 milyar kilovatsaat elektrik tüketen ve toplam enerji ihtiyacının yüzde 7’sini güneşten elde eden Türkiye, güneş enerjisi kurulu gücünü geçen yıl 446 yeni santralle 6 bin 500 megavata yükseltti. Türkiye, her 1000 megavat kurulu güce karşılık 110 milyon dolarlık doğalgaz ithalatını engelliyor.

Türkiye böylece güneş santralinde 10 bin megavata çıktığında 1,1 milyar dolarlık doğalgaz tasarrufu yapmış olacak. Güneşi verimli kullanmada dünya ölçeğinde şanslı bir coğrafyada yer alan Türkiye’nin 2023 yılı hedefi güneş enerjisi kurulu gücünü 16 bin megavata çıkarmak.

Coğrafi konum olarak Türkiye’nin ortalama yıllık toplam güneşlenme süresi 2 bin 640 saat. Bu günlük toplam 7,2 saate tekabül ediyor. Ülkenin toplam ışınım şiddeti 1.311 kWh/m2, günlük ışınım şiddeti de 3,6 kWh/m2’ye denk düşüyor. Türkiye’nin güneş enerjisi potansiyeli 380 milyar kWh-yıl olarak hesaplanıyor. Türkiye halen son yıllarda yaptığı yatırımlarla bu alanda dünyada ilk 10, Avrupa’da ise ilk 5 arasında yer alıyor.

Solar diye bilinen güneş enerjisi aksamları üretimini yüzde 80 yerlilik seviyesine çıkaran ülke, Çin, ABD ve G. Kore’nin başı çektiği bu alanda kısa vadede rakipleriyle yarışır hale gelmek istiyor. CW Enerji, Kalyon Güneş ve HT Solar gibi birçok şirketle büyüyen güneş enerjisi sektörü, yüzde 100 yerlilik oranıyla elektrik üretimi ve aksam ihracatını artırmayı hedefliyor.

gunes-1

Küresel ihtiyaçlara cevap

Türkiye’deki solar diye bilinen güneş enerjisi yatırımlarını Çinli HT-SAAE’ye bağlı yöneticilerinin Türk olduğu HT Solar Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Ahmet Beler ile değerlendirdik.

Analiz’e açıklamalarda bulunan M. Ahmet Beler, İstanbul Tuzla’daki fabrikada yıllık 800 megavat güneş paneli ve 400 megavat güneş hücresi üretim kapasitesine sahip olduklarını, kuruldukları 2016 yılından bu yana küresel sevkiyatta 1 gigawatta ulaştıklarını ve geçen yıl PV Evolution Labs (PVEL) tarafından “en iyi performans gösteren üreticiler”den biri olarak seçilerek Türkiye’den listeye giren tek şirket olduklarını söyledi.

HT Solar’ın Türkiye’de sanayinin temiz enerjiye olan talebine cevap verdiğine vurgu yapan M. Ahmet Beler, Bifacial, Bifacial Half-Cut, Bifacial Şeffaf Backsheet, Bifacial Şeffaf Backsheet Half-cut, Siyah Panel, Mono-Perc, Half-Cut gibi ürün portföyleriyle hem dünyanın  hem de Türkiye’nin enerji ihtiyacına yönelik çalıştıklarını belirtti. 

Dünyada değişen ihtiyaçlara göre, üretim hatlarında gerekli yatırımları yapmayı sürdürdüklerini belirten M. Ahmet Beler, “Sonrasında MBB olarak adlandırılan ve multi-busbarlı daha yüksek verimli panellerin üretimine başlayacağız. Üretim hattımızda yapacağımız iyileştirmelerle ve yeni yatırımlarla üretim kapasitemizi artırarak global projelere daha fazla panel tedariki sağlamayı ve yeni pazarlara açılmayı planlıyoruz” dedi.

Maliyetleri düşüreceğiz

Türkiye’nin son yıllarda yaptığı yatırımlarla güneş enerjisinde önemli bir yere geldiğini, yatırımların daha da artması durumunda ülkede tüketilen tüm elektriği sadece güneşten dahi karşılayabileceğine dair açıklamalarda bulunan sektör temsilcilerine paralel değerlendirmelerde bulunan HT Solar Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Ahmet Beler, HT Solar’ın Türkiye’de kurulu güneş panellerinin yüzde 40’ını imal ettiğini, ABD’ye en fazla güneş paneli ihraç eden firma olarak yurt dışındaki pazar paylarını sürekli yükselttiklerini dile getirdi. M. Ahmet Beler, “Yurtiçi için öncelikli hedefimiz üretimi artırarak pazar payımızı yüzde 60’a çıkarmak ve 1 gigawatt (GW) global sevkiyat gerçekleştirmek” şeklinde konuştu.

2019 yılında sadece ABD pazarına 400 megavat güneş paneli ihracatı gerçekleştirdiklerini ayrıca Avrupa, Ortadoğu, Güney Amerika ve Balkan ülkelerine de güneş paneli sattıklarını belirten Beler, pandemi öncesi yaptıkları stoklarla 2021 yılında üretimde bir aksama yaşamadan taleplere karşılık verdiklerini anlattı.

Beler, hedeflerinin çevreci yaklaşımla tüm dünyada enerji maliyetlerini düşürmeyi hedeflediklerini kaydetti. Salgına rağmen geçen yıl Türkiye’de 40 megavatlık teslimat gerçekleştirdiklerini belirten Beler, dünyada birçok ülkede çözüm ortağı olarak işlerinin aksamadan devam ettiğini söyledi.

gunes-3

Yeni ürünlerle rekabet

Bu yıl toplam panel üretim kapasitelerini 1,2 GW’nin üzerine çıkarmayı amaçladıklarını ve özellikle 166 mm hücreli yeni nesil güneş panelleriyle sektöre yeni bir soluk getirmek istediklerini dile getiren M. Ahmet Beler, söz konusu projenin lansmanını bu yılın ilk çeyreğinde gerçekleştireceklerini kaydetti.

HT Solar Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Ahmet Beler, “Dünyanın iyiliği için rotayı, iklim değişikliklerini temel alan enerji politikaları belirliyor. Dünya sermaye piyasasında hayata geçirilen orta ve uzun vadeli iş birlikleri bu sektörün güç kazanması adına önemli avantajlar sağlıyor. Biz HT Solar olarak dünyadaki gelişme ve dinamiklere uygun olarak 2021 için bir yol haritası oluşturduk” diye konuştu.

2020’de Türkiye’deki güneş enerjisi santralinin toplam kurulu gücünün pandemiye rağmen önemli ölçüde artış gösterdiğini, dolayısıyla sektörün iyi bir yıl geçirdiğine dikkat çeken Beler, “Türkiye pazarının yüksek talebini karşılıyoruz. Bunun yanında dünyanın istediği üretimi de hedeflediğimiz şekilde gerçekleştiriyoruz. Son olarak ABD’de Oregon’da 15.33MWp kapasiteli GES projesine 375W Monokristal güneş panelleri, Maryland’de ise 26.78 MWp kapasiteli GES projesine 380W Monokristal güneş panelleri ile çözüm ortağı olduk” ifadelerini kullandı.

Referans projelerin tedarikçisi

Uyguladıkları yeni teknolojilerle birlikte inovatif ürünleri üretmeye devam edeceklerini belirten HT Solar Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Ahmet Beler, “Şu an Türkiye’de ve globalde referans projelere panel tedariki sağlıyoruz. Bu doğrultuda yatırımlar yapmaya ve yüksek performanslı güneş panellerimizle ülkemizde ve globalde değer katmaya devam edeceğiz. Piyasayı daha da hareketlendirecek yeni nesil güneş panellerimizle yurt içi ve yurt dışında pazar payımızı artırmayı hedefliyoruz” dedi.

M. Ahmet Beler, son dönemde en çok ABD olmak üzere; Macaristan, Slovenya, Suriye, Birleşik Arap Emirlikleri, Fransa, Almanya, Ukrayna, Hollanda, Meksika’nın yanı sıra iç pazara yaptığı sevkiyatlarla referans projelere ağırlık verdiklerini kaydetti.

 Yüksek performanslı panelleriyle dünya çapında birçok projede yer aldıklarının altını çizen M. Ahmet Beler, “HT Solar, son olarak ABD merkezli test laboratuvarı olan ve sektörün en prestijli kurumları arasında yer alan PVEL’in hazırladığı PVEL 2020 PV Güvenirliği Değerlendirmesi’ne İstanbul, Türkiye’deki fabrikasında üretilen ürünlerle girmeyi başaran tek Türk üretici oldu. Kalite ve teknolojiden ödün vermeden yolumuza devam ediyoruz” bilgilerini paylaştı.

]]>
Gazete Birlik info@gazetebirlik.com
"Dev pazar bizi bekliyor" https://www.analizgazetesi.com.tr/haber/dev-pazar-bizi-bekliyor-2505/

Sedat YILMAZ

ABD’nin giderek artan borcu, en büyük ekonomi gücü doların geleceği ile ilgili belirsizlik, diğer taraftan yaşlanan ve eskisi gibi şövalyelik yapamayan Avrupa’nın giderek dünya üzerindeki müstevli kaynaklarını kaybetmesi, Afrika – Avrupa – Asya ekseninde yeni bir ticari bölgenin doğmasını da tetikliyor.

ABD – Avrupa – Asya’lı üç ana ekonomik bölge arasında yer alan Türkiye de, geçen Kasım’dan bu yana para ve maliye politikalarında yaptığı değişiklik, yapısal reformlar ve Anayasa değişikliği ile fiyat ve finansal istikrarı sağlayıp üretim ve pazarlamada büyük bir ticari partner olarak bölgesinde merkezi ülke olmak istiyor.

1,5 milyar nüfuslu Afrika, 450 milyon nüfuslu Avrupa, 270 milyonluk Ortadoğu, 160 milyon nüfuslu Türk cumhuriyetleri ve 145 milyon nüfuslu Rusya, Türkiye’nin ticari hinterlandını oluşturan aktivitesi yüksek geniş bölge.

pazar-1

Afrika gelecek vadediyor

Avrupa ile 143 milyar dolar ticaret hacmini yakalayan ve ihracatının yüzde 50’den fazlasını Avrupa Birliği (AB) ülkelerine yapan Türkiye için; 1,5 milyar nüfuslu Afrika dahil elinde bulundurduğu alternatif pazarlarla birlikte yeni bir ticari hinterlant imkânı doğuyor. Afrika ise yeni oluşacak ticaret bölgesinin en önemli alanlarından biri.

Afrika ile son 10 yılda 190 milyar dolarlık ticaret hacmine ulaşan Türkiye, söz konusu hacmi yapılacak serbest ticaret anlaşmalarıyla daha yükseğe taşıma gayretinde. Türkiye son 10 yılda Afrika ülkelerine 130 milyar dolarlık ihracat, Afrika’dan 60 milyar dolarlık ithalat yaptı.

Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Türkiye – Ruanda İş Konseyi Başkanı ve DEİK Türkiye-Mozambik İş Konseyi Başkan Yardımcısı Erhan Barutoğlu, DEİK Afrika Koordinatör Başkan Yardımcısı ve DEİK Türkiye-Togo İş Konseyi Başkanı Berna Akyıldız, Türkiye'nin Abidjan Büyükelçisi Yonca Özçeri ve kadın girişimcilere destek veren KAGİDER Başkanı Emine Erdem Afrika’ya yönelik ticaretin artması konusunda seferber olmuş öne çıkan kişiler arasında yer alıyor.  KAGİDER Başkanı Erdem, kadın girişimcileri dış ticarette güçlendirmenin önemine işaret ediyor.

pazar-3

Afrika’nın yeni fırsatlara ve avantajlara açık bir pazar olduğunu belirten başkanlar, “Ürettiğimiz her şeyi satabileceğimiz, her türlü sektörün iş yapabileceği bir kıta. Güven köprülerini kurarsanız iş yapmak giderek kolaylaşıyor. Afrikalılar Türk ürünlerini çok beğeniyor. Çünkü ürünlerimiz Avrupa'dan çok uygun fiyatlı, Çin'den daha kaliteli. Türk dizilerinin de etkisiyle Türklere duyulan bir sevgi var. Afrikalılar Türklerle iş yapmayı çok istiyor. Bütün dünyanın gözü Afrika'da ama Afrika'nın gönlü bizde” diyorlar.

Uluslararası iş kadını

Afrika’nın Türkiye merkezli ekonomik bölge için yeni bir fırsat olacağını belirten diğer önemli isim de işini Türkiye’de kurmuş girişimci iş kadını Fas asıllı Bouchra Labrahmi Çeşmeci (30). İş dünyasında “Faslı gelin” lakabıyla ve birçok farklılığıyla tanınan Bouchra Labrahmi Çeşmeci, Afrika, Avrupa, yakın ve Orta Asya’yı içine alan Türkiye merkezli bir ticaret bölgesinin işaretlerini veriyor.

Bugün önemli bir girişimci konumunda olan Bouchra Labrahmi Çeşmeci, Fas’ta doğdu, Fransa Cannes’da işletme okudu. Çeşmeci, Arapça ve Fransızca başta İngilizce, İspanyolca ve Türkçe biliyor. İş kadını Çeşmeci, dünya siyasi ve ahlâki değerlere çok önem veren bir kişi.

Türkiye’de de Aydın Üniversitesi’nde İngilizce İşletme Bölümü’nde yüksek lisansını tamamladı. Sağlık turizminde kendi işini kurmak istediyse de iş hayatı Çeşmeci’yi farklı bir sektöre yöneltti. Alüminyum ve gölgelendirme sistemleri alanında üretim ve ticaretini yapan bir firmaya girerek 18 ay ihracat müdürü olarak çalıştı. Yurtdışı bağlantıları üstlendi, seyahatlere çıktı.

Bir yılda Avrupa, Kuzey Afrika, Körfez ülkeleri, Balkanlar dahil Malta, Katar, Suudi Arabistan, Fas, Tunus, Libya, Lübnan, Bulgaristan, Fransa, Yunanistan ve İspanya’nın aralarında bulunduğu çok sayıda ülkeye gitti. The House Residence, Brandium Residence ve Fortis Sinanlı Kadıköy gibi projelerin yurt dışı satışlarında bulundu. 

Ülkeme kazandırmak istiyorum

Ardından 7Hills Investments ve Real Estate in Turkey şirketleri Yönetim Kurulu Başkanı Serhat Çeşmeci ile evlendi. Serhat Çeşmeci Türkiye’ye yabancı sermaye kazandıran önemli iş insanları arasında yer alıyor.

Bouchra Labrahmi Çeşmeci’nin konuşmaları arasında en fazla kullandığı, “Burası benim ikinci vatanım. Yurt dışında daha fazla tanınması için çok gayret sarfediyorum. Yaşadığım vatanım Türkiye’ye çok kazandırmak istiyorum…” sözleri dikkat çekiyor.

2020 yılı başlarında tüm dünyayı etkisi altına alan koronavirüs salgını bir bakıma iş kadını Bouchra Labrahmi Çeşmeci’nin işine yaradı. Herkesin evine kapandığı dönemde, eşi Serhat Çeşmeci’nin de desteğiyle 2020 Haziran’da Paraguas Alüminyum’u kurdu ve üretime başladı. Paraguas’ın İspanyolca şemsiye anlamına geldiğini belirten Çeşmeci, girişimciliğini “şemsiye”den ilham alarak işletmesini kurduğunu söylüyor. 

Üretim sürecinde pergola ve modern gölgelendirme sistemlerini bir üst segmente taşıyan iş kadını Çeşmeci, iç piyasada yapamadığı atağı yurt dışında gerçekleşti. Çeşmeci’nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde ciddi portföyünün olması pandemi ortamına rağmen işinde önemli bir çıkış yakaladı.

5 milyon dolar ihracat hedefi

Paraguas Alüminyum’un çıkardığı kaliteli ve işlevi yüksek işler iş kadını Çeşmeci’yi 6 ay gibi kısa zamanda 13 ülkeye mal satar hale getirdi. Bu yıl 5 milyon dolarlık bir ihracat hedefi belirleyen iş kadını Çeşmeci, pandemide daralan iş dünyasına örnek olacak hamleler yapıyor.

“Öncelikle hedefimiz para kazanmak değil, katma değer üretmek” diyen Çeşmeci, pergola sistemlerini daha da geliştirmeye çalıştıklarını ve kendi alanlarında ilk 5’e girmeyi planladıklarını söylüyor.

Bilhassa masa başında oturmayı asla tasvip etmediğini ve sanayide dolaşmanın ufukları daha da açtığını dile getiren girişimci Çeşmeci, “Üretim benim tam kalbimde. İş bitiminde ürünlerin TIR’a yüklenmesini gördüğümde çocuk gibi seviniyorum” diyor.

Türkiye’de tente, branda, gölgelendirme ve alüminyum sistemlerinde oldukça fazla firmanın olduğunu, sektörde kopyalamanın fazla olduğunu, ayrıca satış sonrası anlayışın gelişmediğini ve verilen sözlerin tutulmadığını anlatan iş kadını Çeşmeci, “Maddiyatçı ticaret anlayışı olmaz. Bu yaklaşım müşteriyi kaçırır. Rekabetten ziyade kısa zamanda çok para kazanma peşinde olmamak gerekiyor. Hele hele kalitesizliği asla kabul etmemek lazım. Ayrıca üretimde fikri, mesleki ve ticari gelişimin önünde de engeller var. Maalesef bizim sektörde de merdiven altı imalat çok fazla ve kaliteli iş yapanların önünü kesiyor” bilgilerini veriyor.

Gelişim akslarını seçiyoruz

Alanlarında insanların işine yarayacağı her türlü üretimin peşinde olduklarını dile getiren Bouchra Labrahmi Çeşmeci, ürünlerinin dünyanın her yerinden cep telefonu uygulamalarıyla yönetilebildiğini kaydediyor.

Son olarak Libya’ya ihraç ettikleri her biri 150 – 200’er metrekarelik 6 büyük çadırın sahra hastanesi olarak kullanıldığına dikkat çeken Çeşmeci, “Artık mesaimizi yurt dışına yönelttik. Kaliteli ve nitelikli ürünlerle Türkiye’yi iyi tanıtmak istiyoruz. Azerbaycan, Türki Cumhuriyetler, Bosna Hersek gibi ülkelere açılacağız. Ortadoğu, Afrika ve Avrupa’da belli ülkeleri seçtim. Oralara ağırlık vereceğim. Örneğin Malta küçük bir ülke ama potansiyeli çok yüksek.  Tam bir gelişim aksı” ifadelerini kullanıyor.

Mısır’a ilk distribütörlüklerini verdiklerini ve bu ağı giderek yaygınlaştıracaklarını belirten Çeşmeci, yaptıkları kaliteli işler sonucunda müşteriden farklı istekler de aldıklarını hatta iş bitirmek için pencere, kapı, ıslak zemin gibi ihtiyaç duyulan talepleri de karşılamaya çalıştıklarını söylüyor.

pazar-2

İşbirliği Afrika kapısını açar

“Ülkem Fas’ta uygun fiyat denilince Türk ve Çin malları geliyor. Ancak Fas genelde tercihini Türk mallarından yana yapar” diyen Çeşmeci, Analiz gazetesine yaptığı açıklamada, Türkiye ile Fas’ın ticarette işbirliği bölgesel olarak da birçok kapının açılmasına vesile olacağına vurgu yapıyor.

Afrika’nın Türkiye merkezli ekonomik bölge için yeni bir fırsat olacağını belirten işini Türkiye’de kurmuş girişimci iş kadını Fas asıllı Bouchra Labrahmi Çeşmeci. İş dünyasında “Faslı gelin” lakabıyla ve birçok farklılığıyla tanınan Bouchra Labrahmi Çeşmeci çalışmaları, aktiviteleri ve iş yapış tarzıyla Afrika, Avrupa, yakın ve Orta Asya’yı içine alan Türkiye merkezli yeni bir ticaret bölgesinin mesajlarını veriyor.

Bouchra Labrahmi Çeşmeci, Türkiye ile Fas’ın ekonomide işbirliği yapmaları durumunda sadece Afrika’ya yönelik bir milyar nüfuslu bölgeye hitap edebileceğini belirterek, “Türkiye ile Fas ticari birlikteliğini üst seviyeye çıkarırsa, Türk Cumhuriyetleri ve Macaristan da eklendiğinde yakın coğrafyada 1 milyardan fazla insana ulaşırız. Çünkü Afrika inanılmaz gelecek vaat ediyor. Coğrafyadaki diğer ülkeler de Türk malları bekliyor” diyor.

Cebelitarık altından tren hattı

Dünyanın Çin mallarına doyduğunu, diğer taraftan pandemi sürecinde Çin’den mal almadığını veya aldığı mallara güvenemediğini dile getiren Çeşmeci, “Geçen yıldan bu yana Avrupa dahil, batıda ülkeler Çin malları değil de Türk malı talep ediyor. Son dönemde yapılan dış ticaret de bunu gösteriyor. Türkiye – Fas arasında 2006 yılında imzalanan serbest ticaret anlaşmasına bölgesel ticaret olarak bakarak daha geliştirilmesi gerekiyor” diye konuşuyor.

Bahsettiği milyar nüfuslu ticaret pazarının Fas’ın Cebelitarık kıyısında yer alan bölge için oldukça stratejik Tanca Limanı’ndan başladığını gördüklerini, şu anda Cebelitarık Boğazı’nın altından tren yolu için çalışmaların başladığını belirten Çeşmeci, “Fas’tan tüm Afrika’ya ve bahsettiğim coğrafyaya Türk malları satabiliriz. Salgın sonrası için bugünden serbest ticaret anlaşmaları ve ikili sıkı ilişkilerle yapılanmak ve hazırlanmak gerekiyor” açıklamasını yapıyor.

Pandeminin küresel ticareti etkilediğini ve ticaret bölgeleri arasında zaman zaman korumacılığa kadar giden çatışmaların gözlendiğine vurgu yapan Çeşmeci, “Salgın insanların ticaret anlayışını değiştirdi. Dünyada insanlar Çin mallarından kaçıyor. Zorda kalmadığı sürece Çin malı almak istemiyor. Gittiğim birçok ülkede Çin malı yerine Türk malını görme isteğine şahit oluyoruz. İşte bizim stratejileri iyi takip ederek fırsatları değerlendirip öne çıkma zamanı diyorum” ifadelerini kullanıyor.

]]>
Gazete Birlik info@gazetebirlik.com
Konteyner krizinde fırsatçılar hortladı https://www.analizgazetesi.com.tr/haber/konteyner-krizinde-firsatcilar-hortladi-9909/

Röportaj: Gökhan ÖZ

Türkiye Liman işletmecileri Derneği (TÜRKLİM) Genel Sekreteri İrfan Bilgin, Türk Limancılığının en büyük sorununun yatırım ve işletme aşamasında izin ve onay almak amacı ile muhatap olduğu yetkili kurum sayısının fazlalığı diyerek, “Kamu kurumlarında yetki karmaşasının bulunması, sektörün çok başlı durumunun liman gelişimine engel olduğu gözlemlenmekte. Sektörde kalifiye ve eğitimli eleman açığının kapatılması için uluslararası düzeyde geçerli bir sistem içinde ölçülüp çalışanlarının belgelendirilmesi gerekli” diye konuştu.

Limanlarımızın jeostratejik, İktisadi, sosyal ve kültürel önemi nedir?

Limanlar ticari bir varlık olmalarına rağmen bulundukları coğrafyada jeostratejik bir unsur olarak kabul edilmektedirler. Ülkelerin dış ticaretine konu olan ürünler için bir kapı görevi üstlenmektedir. Dünyada ve ülkemizde lojistiğe konu olan ürünlerin taşınmasında %85 oranında deniz yolu kullanılmakta. Bu noktada denizyollarının alt yapısı olarak limanlar en kritik ulaştırma alt yapısıdır. Pandemi döneminde güç kazanan denizcilik sektörünün hayatımızdaki yeri daha da pekişti. Bu döneminde denizyolu ile gerçekleştirilen dış ticaretimiz hiçbir zaman durma noktasına gelmemiş, ihracat ve ithalatımız sürmüş, bu sayede ülkemizin ihtiyaç duyduğu hayati ürünlerin sürekliliği sağlanabilmiştir. Ülkemize ithal edilen ve ülkemizden ihraç edilen hammadde ve malların toplam tonajının %85’i limanlarımızdaki rıhtım, iskele, dolfen, tank, silo, ambar, ardiye, ekipman ve diğer alt ve üst yapı kapasiteleri kullanılarak elleçlenmektedir. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)’in 2020 yılı verilerine göre 389 milyar dolarlık Türkiye dış ticaretinin 216 milyar dolarlık kısmı deniz yoluyla gerçekleşmiştir. Konuya ihracat açısından baktığımızda 169.4 milyar dolarlık ihracatımızın %60’ı, 101 milyar dolarlık kısmı limanlarımızda elleçlenerek dış pazarlara ulaştırılmıştır.

Limancılığın sorunu: Prosedür karmaşası 

Limanlarımızı global rekabette öne çıkaracak stratejiler neler olmalıdır?

Türkiye konum olarak Uzak Doğu-Avrupa ana deniz ticaret rotasının Akdeniz ayağında, ana rotadan düşük bir denizyolu sapma mesafesinde, Karadeniz-Akdeniz kuzey güney deniz ticaret rotasının da (Türk Boğazları nedeni ile) tam olarak üzerinde yer almaktadır. Bu yönüyle küresel denizcilik sektörü içinde önemli bir yere sahiptir. Orta Doğu, Orta Asya ve Uzak Doğu transit yükleri çekebildiğimiz ölçüde toplam yük hacminde önemli artışlar sağlanabilir. Diğer bir önemli avantajımız ise limanlarımızda teknolojik yatırımlar artmış, gerek ekipman gerekse işletmecilik açısından modern liman işletmeciliğine geçilmiştir. 

Gemilere verilen hizmet açısından Türk Limanları ile Dünya Limanları arasında fark bulunmamaktadır. Gelişmiş ülke limanları ile Türk Limanları arasındaki en önemli fark, limanların yatırım ve işletme aşamasında izin ve onay almak amacı ile muhatap olduğu yetkili kurum sayısının fazlalığı. Kamu kurumlarında yetki karmaşasının bulunması, yasal mevzuatlarının bütünlük gösterememesi, limancılıkla ilgili tek bir mercinin bulunmaması nedeniyle sektörün çok başlı durumunun liman gelişimine engel olduğu gözlemlenmekte. Liman inşası veya kapasite artışlarına ilişkin çok uzun süren prosedür ve bürokratik sürecin son derece karışık ve zaman alıcı olmasıdır. Liman tesisinin en ufak bir kapasite arttırma, rıhtım inşaat vb projesinin onayı ortalama 3 senede sonuçlanmaktadır. Bu nedenle bürokratik engellerin mümkün olduğunca azaltılması ve iç ve dış ticaret ağımızın genişlemesi gerekmektedir.

rop-1

Türkiye, Avrupa’nın ‘üretim üssü’ 

Çin’in Bir Kuşak Bir Yol Projesi’nde Türkiye nasıl bir rol üstleniyor? Bu pastadan daha fazla pay alınması için yapılması gerekenler neler? 

Türkiye, konumu bakımından; Afrika, Avrupa ve Asya kıtalarının ağırlık merkezinde yer aldığı gibi, “Orta Koridorun” batı ucunda, Yeni İpek Yolu’nun adeta batıdaki kapısı olma konumunda bulunmaktadır. Batı ile Doğu arasında bir köprü oluşturmanın yanı sıra Akdeniz ve Karadeniz havzalarını da birbirine bağlayan bir kavşak, bir geçiş koridoru oluşturmaktadır. Uzak Doğu kökenli malların elleçlendikten sonra, Avrupa, Karadeniz Havzası, Batı Akdeniz ve Kuzey Afrika’ya sevk edildiği bir lojistik merkez olma rolünden çok öte, bir “üretim üssü” olma işlevine de sahiptir. Lojistik sürecin etkin ve verimli kullanılmasına olanak sağlayacak, limanların önünü açacak yasal ve idari düzenlemeleri yapmalıdır.

2021’de de ekipman sıkıntısı sürer  

Dünyada geçen yıl artan Navlun bedellerinin yanı sıra boş konteyner tedarikinde yaşanan sıkıntının sebebi nedir? 

Medikal ürünlere olan talep artışından dolayı Çin-ABD arasındaki taşımalar 2020’nin üçüncü çeyreğinde ani bir şekilde artmış, aynı dönemde ABD’de lojistik sektörü pandemiden derinden etkilemiştir. Bu süreçte armatörler neredeyse iki katı artan navlunlardan dolayı Trans-Pasifik hattına yönelmiş. Ancak fabrikaların limanlardaki konteyneri çekememesinden dolayı konteynerler dolu olarak limanlarda kalmış, armatörler seferleri ya iptal etmiş ya da azaltmış, ABD içlerine giden konteynerin boş dönüşlerinde aksamalar olmuştur. Konteyner tedarikçileri Çin’deki ekipman ihtiyacından dolayı artan ikinci el konteyner fiyatını fırsat bilerek ellerindeki konteynerleri Çin’de konuşlandırdı ve ekipman (konteyner) sorunu ortaya çıkmıştır. Ekipman sıkıntısının 2021 yılı ikinci çeyreğine kadar sürmesi beklenmektedir. 

Kruvaziyerdeki düşüş terör olaylarıyla başladı 

Koronavirüsle beraber dünyada ve Türkiye’de durma noktasına gelen kruvaziyer turizm 2021 yazında nasıl olacak. Kruvaziyer turizmin daha sağlıklı ve güvenli ilerlemesi için alınması gereken önlemler?

Pandemi sürecinde kruvaziyer limanlarında yolcu hareketi neredeyse sıfırlandı. Bu küresel bazda böyle olmuş, Türkiye’deki kruvaziyer limanları da kruvaziyer gemilerinin sefer iptallerinden doğrudan etkilendi. Ancak Türkiye’de kruvaziyer sektöründeki düşüş aslında 2010’lı yılların ilk yarısında, ülkemizde yaşanan terör olayları sonrasında başlamıştır. Ülkemizde 2 milyon yolcu üzerindeki kruvaziyer hareketi 2019 yılında 300 bin yolcuya kadar gerilemiş ve sonrasında pandemi süreci sektörün durma noktasına getirmiştir. Oysa 2000 yılı kruvaziyer turizmi için bir atılım yılı olarak görülmekteydi. Beklentilerin aksine gerçekleşen 2020 yılındaki düşüşün nedeni oldukça açıktır. Hastalıktan etkilenmek istemeyen insanlar en başta turizm aktivitelerini durdurmuş, sonrasında tecrit önlemleri ile bu bir zorunluluk haline gelmiştir. Aşı gibi kalıcı bir çözüm ile hastalığın makul seviyelere inmesi dışında başka bir çözüm yolu yoktur.

rop-2

Liman tarifelerine müdahale  serbest rekabete zarar verir

Limancılık sektöründe kısa, orta ve uzun vadede ele alınması gereken konular neler? 

Akdeniz Çanağı, Kuzey Avrupa, Kuzey Amerika ve Çin Limanları’ndaki ücretler ülkemiz limanlarındaki ücretlerle karşılaştırıldığında, Çin dışındaki (Çin limanların devlet desteğine sahip oldukları göz önüne alınmalıdır) liman ücretlerinin ülkemiz limanlarından çok daha yüksek olduğu görülmektedir. Buna rağmen ihracat açısından hedef ülke pazarlarında etkin olunamamasının gerekçesi olarak ardiye ücretlerinin yüksekliği gösterilmeye başlandı. Günümüzde gemiler tarifeli seferler yapmakta oldukları için iyi bir planlama ile malı zamanında teslim almak ve ardiye ücreti ödememek her zaman mümkündür. Malın en kısa sürede yük sahibine teslim edilmesi, malın ardiyede fazla kalmaması limanların arzu ettiği bir şeydir. Aksi taktirde şehirlerin genişleme baskısı altında geniş depolama alanlarına sahip olmayan limanlarda, zamanında çekilmeyen yükler yığılmalara sebep olmaktadır. Liman tarifelerine müdahale hem serbest rekabete zarar verecek bir sürecin önünü açarken, hem de başta Çandarlı, Filyos, Doğu Akdeniz gibi mega ölçekte inşası planlanan yeni liman yatırımlarının özelleştirilmesi sürecini sıkıntıya sokabilecek, Türk limancılığını olumsuz etkileyecektir.

Uluslararası standartlarda eğitim verilmeli    

Sektörde kalifiye ve eğitimli eleman açığının kapatılması için yapılması gerekenler?

Limancılık sektöründe kalifiye ve eğitimli eleman açığını kapatmanın iki yolu vardır. Bunlardan birisi eğitimlerin belirli bir çerçevede yürütülmesi ve uluslararası düzeyde geçerli bir sistem içinde ölçülüp çalışanlarının belgelendirilmesidir. TÜRKLİM bu alanda eğitim kurumlarıyla yakın işbirliği içinde mevcut eğitimin kalitesini yükseltme çalışmalarına destek verirken diğer bir yandan, Mesleki Yeterlilik Kurumu tarafından kurulan ‘Ulusal Yeterlilik Çerçevesi’ne limancılık sektörünün dahil olmasını sağlamıştır. 

]]>
Gazete Birlik info@gazetebirlik.com
50 kadın girişimciye ücretsiz taşıma desteği https://www.analizgazetesi.com.tr/haber/50-kadin-girisimciye-ucretsiz-tasima-destegi--9303/

DFDS Akdeniz İş Birimi Başkan Yardımcısı Fuat Pamukçu, DFDS olarak, soğuk zincir lojistiğinde büyüme amacıyla HSF Lojistik grubunun satın aldıklarını söyledi. Pamukçu, “Pandemi sürecinde intermodal’ı kullanan müşterilerimiz de %45 oranında arttı. Bu süreçte intermodal alt yapımız, tedarik zincirindeki yüklerin insani ihtiyaçların ulaştırılmasına ve ticaretin devamına büyük ölçüde yardımcı oldu” dedi.   

DFDS’nin 2021 hedefleri ve yol haritası?

DFDS olarak 2021 yılında beklentimiz 2020'nin 3. ve 4. çeyreğine göre %2 ya da 3 oranında bir büyüme. 2021 hedefimiz, Türkiye ile Avrupa arasındaki birim kargo ticaretinde en iyi tedarikçi konumumuzu korumak yönünde. Bunun yanı sıra 2021 yılıyla birlikte DFDS, globalde imzaladığı yeni anlaşma ile HSF Logistics Group'un %100'ünü satın aldı. HSF Lojistik grubu sıcaklık denetimli tedarik zincirleri işleten et üreticileri ve diğer gıda üreticileri için Avrupa'nın önde gelen soğuk zincir lojistiği sağlayıcılarından biri konumunda. DFDS olarak, HSF Lojistik grubuyla soğuk zincirde de büyümeyi hedefliyoruz.  

2020 yılında DFDS olarak odaklandığımız Türkiye Kadın Girişimciler Derneği’nin (KAGİDER) birlikte iş kadınlarına yönelik başlattığımız “Kadın için Taşıyoruz” kurumsal sosyal sorumluluk projesinde büyük yol aldık. Kadınların iş hayatına katılımını teşvik edip toplumsal hayatta daha fazla katılmalarını teşvik etmek ve yaptıkları ihracata katkıda bulunmak hedefiyle başlattığımız projemize Türkiye’nin farklı illerinden 108 kadın girişimci başvurdu. 

Proje kapsamında, 50 kadın girişimcimizin ihracat ürünlerine, girişimci başına iki adet konteyner ile 1 yıl süreyle ücretsiz taşımacılık desteği vereceğiz. 7 kadın girişimcimizin ihracat ürünlerini Avrupa ve Kuzey Afrika’ya taşımaya başladık. Savunma, tekstil, gıda, emaye sektörlerinde taşıma gerçekleştiriyoruz.

Ürünler, DFDS tarafından Pendik, Yalova ve Mersin kalkışlı taşımacılık ağında ücretsiz taşınacak. Söz konusu proje, gemi ve tren hatlarında geçerli olacak. Projemiz aynı zamanda lojistik sektörü temsilcilerinin de güç birliği yapmasını sağladı. Kadın girişimcilerin ürünleri Mardin’den İzmir’e Türkiye’nin hemen her bölgesinden Avrupa’ya Kuzey Afrika’ya taşınabilecek. DFDS Akdeniz İş Birimi olarak projemize toplamda 250.000 Euro’luk bir bütçe tahsis ettik. 

Güncel olarak projemize destek veren 24 uluslararası nakliye firması bulunuyor.  ‘Kadın İçin Taşıyoruz’ projesi aynı zamanda lojistik sektörü temsilcilerinin de güç birliği yapmasını sağladı. ABC Lojistik, Alişan Lojistik, ALC Lojistik, Ares Lojistik, BKM Lojistik, Borusan Lojistik, Bulung, Çobantur Boltas, Deneks, Denko Lojistik, Ekol Lojistik, Eyüp Lojistik, Galata Taşımacılık, Globelink, Hellmann, Hüner Lojistik, Mars Lojistik, Reysaş Lojistik, Sağlık Lojistik, Sarp Intermodal, Sultantur, Tetnak, Transtaş, VİP Transport projedeki tamamlayıcı lojistik çözüm ortaklarımız olarak destek veriyor. 2021 yılı boyunca ve sonrasında da projemize talep olduğu sürece kadın girişimcilerimizi desteklemeyi sürdüreceğiz. 

İntermodal’la hedef pazarlara kolay ulaştık 

Denizcilikte intermodal taşımacılığın pandemi dönemindeki önemi?

DFDS Akdeniz İş Birimi olarak özellikle pandemi sürecinde minimum insan temasıyla ön plana çıkan intermodal alt yapımız tedarik zincirindeki yüklerin insani ihtiyaçların ulaştırılmasına ve ticaretin devamına büyük ölçüde yardımcı oldu. Her geçen gün yatırım yaptığımız intermodal taşımacılık çözümleri müşterilerimizin; AETR konvansiyonu gereği olan takograf sınırlaması, geçiş belgesi sınırlaması, vize problemleri gibi engelleri kolaylıkla aşarak ihracatımızın sürdürülebilir bir model ile hedef pazarlarımıza ulaşmasına katkı sağlama devam ediyor. Bu yapı ile Türk uluslararası karayolu taşımacılığının daha az finansman ile daha fazla taşıma yapmasını, mevcut sürücü kaynağı ile daha fazla yükleme yapabilmesini destekliyoruz. 

Pandemi sürecinde İntermodali kullanan müşterilerimiz de %45 oranında arttı. DFDS Akdeniz İş Birimi olarak hali hazırda güçlü bağlantılarımız ve intermodal alt yapımız varken,  bunun yanı sıra yenilikçi, çevreci ve maliyet etkin intermodal taşımacılık çözümleri ile mobiliteyi en üst düzeye çıkarmaya çalışan demiryolu operatörü primeRail ile iş birliği gerçekleştiriyoruz. primeRail ile Köln’de hayata geçirdiğimiz yeni ”İntermodal Taşımacılık Yetkinlik Merkezi” bu doğrultuda da yeni çözümler üretecek. 

Ortaya koyduğumuz işbirliğiyle beraber, 5 Kasım 2020 tarihinde hizmete giren yeni Trieste- Nürnberg hattımızla intermodal taşımacılık faaliyetlerimizi genişletmeye devam ettiğimizi ortaya koyduk. Bu yeni hat, intermodal yetkinlik merkezinin ve primeRail Gmbh ile ortak girişimin başarılı bir sonucu olarak hizmete girdi. Yakın dönemde bu hattımızın frekansını arttırmayı planlıyoruz. DFDS Akdeniz İş Birimi olarak Avrupa ve Türkiye arasındaki intermodal yük taşımacılığının başlıca operatör şirketlerinden biri olan Çobantur Boltas ile iş birliği çerçevesinde açtığımız Nürnberg- Trieste demiryolu bağlantısı sayesinde sürdürülebilir tedarik zinciri hizmetlerine güç katacağız. 

Pandemide kesintisiz hizmet sunduk

Denizyolu & demiryolu entegrasyonun transit yük taşımacılığına neler getireceği?

Pandemi sürecinde, yaşanan sınır kapısı problemleri ile daha önce gemilerimizle taşıma yapmamış firmalarla da çalışma imkanı bulduk. Sağlamış olduğumuz intermodal bağlantılı kesintisiz servisimiz ile bu sıkıntılı dönemde dahi güvenilir ve verimli bir altyapı hizmeti sunduk. Intermodal çözümler bu doğrultuda önem kazanmaya devam edecek. Bu kapsamda Köln’de DFDS Intermodal GmbH adıyla hayata geçirdiğimiz ”Intermodal Taşımacılık Yetkinlik Merkezi” yeni çözümler üretmeye devam edecek. 


]]>
Gazete Birlik info@gazetebirlik.com
Cari açığın ilacı madencilik! https://www.analizgazetesi.com.tr/haber/cari-acigin-ilaci-madencilik-4074/

Ayhan GÜNER

Dünya koronavirüs (Kovid-19) salgınından kurtulmanın yanı sıra ülkelerde ekonomik olarak da ayağa kalmanın yollarını arıyor. Tarım ve gıdanın pandemi sürecinde ne kadar önemli olduğu ortaya çıksa da sanayinin gelişi mi için de madencilik sektörünün değeri bu sıkıntılı ortamda ortaya çıktı.

Ya Türkiye’de durum nasıl. Türk madenciliğin he durumda. Pandemi süresince neler yaşadı. Ve dünya da söz sahi olmak için neler yapılmalı. Hem sıkıntıları hem de çözümleri Enerji ve Maden Grubu Başkanı İbrahim Halil Kırşan açıkladı. Kırşan maden sektörünün şu anki durumlundan daha ileride olması gerektiğinin altını çizdi…

TOBB Türkiye Maden Meclisi’nin faaliyetlerinden bahseder misiniz?

TOBB Türkiye Maden Meclisi, madencilik sektörünün ilgili tüm taraflarını bünyesine alan entegre yapısıyla sektörde yer alan belli başlı Sivil Toplum Kuruluşları ile ilgili Kamu Kuruluşlarını ve sektörümüzde faaliyet gösteren belli büyüklük hacmine sahip firmalarımızı bünyesinde barındıran önemli bir buluşma noktasıdır.

TOBB Türkiye Maden Meclisi; madencilik sektörünün ihtiyaçları doğrultusunda çalışmalar yürütmekte, madencilik sektörünün sorunlarına çözüm aramakta ve ülke madenciliğimizin istikrarlı bir biçimde gelişimine katkıda bulunmak için üzerine düşen görevleri hakkıyla yerine getirmeyi kendine hedef olarak belirlemiştir. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğimizin gücünü de arkasına alarak hareket etmekte ve sektörümüzün çözüm belirleyen sorunlarına katkı sunmayı hedeflemektedir.

Madencilik sektörünün önemi ve Türk ekonomisindeki yerini değerlendirir misiniz?

Ülkemizin karmaşık jeolojik ve tektonik yapısı çok çeşitli maden yataklarının bulunmasına olanak sağlamıştır. Günümüzde dünyada yaklaşık 90 çeşit madenin üretimi yapılmaktayken ülkemizde 80’e yakın maden çeşidi bulunmakta ve 60 civarında maden türünde üretim yapılmaktadır. Başta endüstriyel ham maddeler olmak üzere, bazı metalik madenler, linyit ve jeotermal kaynaklar gibi enerji hammaddeleri açısından ülkemiz zengin bir konumdadır. 

Dünyada üretimi ve ticareti yapılan 90 çeşit maden ve mineralden sadece 13‘ünün ekonomik ölçekteki varlığı henüz saptanamamıştır. Ülkemiz 50 çeşit madende kısmen yeterli kaynaklara sahipken, 27 maden ve mineralin günümüzde bilinen rezervleri ve kaliteleri ekonomik madencilik için yetersizdir.

Ülkemizin, maden kaynakları ve çeşitliliği bakımından kendi kendine kısmen yeterli olan ülkeler arasında yer aldığı söylenebilir. Ülkemizin zengin olduğu madenler arasında ilk sırayı dünya rezervlerinin % 73‘ünü oluşturan bor mineralleri almaktadır. Bor dışında, trona (doğal soda), kaya tuzu, sodyum sülfat, perlit, pomza, feldspat, bentonit, barit, manyezit, alçı taşı, stronsiyum tuzları, zeolit, sepiyolit, mermer ve doğal taşlar, kuvars, kuvarsit, zımpara taşı gibi endüstriyel ham maddeler ile boksit ve krom gibi metalik madenler ve linyit gibi enerji ham maddeleri ülkemizin zengin kaynaklara sahip olduğu başlıca madenlerdir.

man-1

Türk madenciliğinin durumunu genel hatları ile şu şekilde özetleyebiliriz: ’’80 milyar tonluk maden, doğal taş, çimento ve inşaat hammaddesi rezervi bulunan Türkiye madenlerinin dünya maden rezervleri içindeki payı %1 civarındadır. Maden üretimimiz yıllara göre değişmekle birlikte son yıllarda ortalama 800 milyon ton civarında olduğu tahmin edilmekte, bunun 500-600 milyon tonu agrega ve doğal taşlar gerisi metalik, endüstriyel hammadde ile enerji hammaddeleri olarak sıralanmakta, değer olarak da maden üretimimizin 15-25 milyar dolar seviyelerinde olduğu tahmin edilmektedir. Türkiye maden üretimde (mineral yakıtlar dâhil) 165 ülke arasında 25. sırada yer almaktadır. 

2019 yılında metalik cevher, endüstriyel hammadde ve doğaltaş ihracatımız 27 milyon ton civarında olup değer olarak da 4,3 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Buna mukabil 18.709 milyon dolarlık ithalat yapılmıştır (MAPEG’in verilerine göre ithal ürünler maden kömürü, metal cevherleri). Türkiye’nin yıllara göre maden ihracatı 2016-2020 yılları arasında İMİB verilerine göre 3.8, 4.7, 4.5, 4.3 ve 4.27 milyar dolar olmuştur. Aynı dönem (2016-2019) içindeki ithalatımız ise MAPEG verilerine göre 19, 26, 26 ve 18.7 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir.

Küresel ekonominin temel taşlarından biri olarak görülen madencilik sektörü dünyada ne durumda? Dünya ile kıyaslandığında ülkemizde maden sektörünün geldiği noktayı değerlendirir misiniz?

Dünyada 132 ülke arasında toplam maden üretim değeriyle 28.sırada yer alan Türkiye, maden çeşitliliği açısından ise 10. sırada bulunmaktadır. Dünya metal maden rezervlerinin % 0.4’ü, endüstriyel hammadde rezervlerinin % 2.5’u, kömür rezervlerinin % 1’i, jeotermal potansiyelinin ise % 1’i ülkemizde bulunmaktadır.

Dünya’da yılda 72 milyar ton maden üretilirken ülkemizin yıllık maden üretimi 800 milyon ton seviyelerindedir. Yine dünyada toplam kömür rezervleri 892 milyar ton seviyelerinde iken ülkemizde kömür rezervlerimiz 20 milyar tonu biraz geçmiştir. Dünyada yılda 8.1 milyar ton kömür üretimi yapılırken ülkemizde halen yılda 100 milyon ton civarında kömür üretilmektedir.

Çin’de başlayan ve Mart itibariyle bütün ülkeleri etkisi altına alan Kovid-19 pandemisi sonrası maden ihracatımızda düşüş, Haziran ayı itibariyle ise ihracat rakamlarında yukarı yönlü artış yaşanmaya başlanmıştır. İhracat rakamları Ekim ayında pozitife dönmeye başlamış, Ekim sonu itibariyle maden sektörü ihracatımız 3,36 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. 2020 yılı maden ihracatımız pandemiye rağmen % 0.9 kayıpla 4.27 dolar olarak gerçekleşmiştir. Bu ihracatın 1.7 milyar dolarlık kısmı doğal taşlardan meydana gelmiştir. Türkiye’nin 2020 yılı toplam ihracatı içindeki madencilik sektörü payı % 2.73 olarak gerçekleşmiştir.

Madencilik ile sanayi ve refah arasındaki ilişkiyi nasıl yorumlarsınız? Madencilik endüstrisinin geleceği için ne görüyorsunuz?

Toplumların refah ve gelişmişlik düzeyleri ile madencilik faaliyetleri arasında çok yakın bir ilişki bulunmaktadır. Günümüzün gelişmiş ülkeleri, madenlerini, 15. yüzyıldan itibaren etkin şekilde üretmişler ve sonucunda 18. yüzyılda endüstri devrimini gerçekleştirmişlerdir. Türkiye gibi madenlerini yeterince üretemeyip, endüstrisini geliştiremeyen ülkeler ise, gelişmiş ülkelerin pazarı konumunda kalmışlardır. Uzay çağı ve sanayi ötesi bilgi toplumunun doğuşu da, maden ürünlerinden sağlanan özel metal, alaşım ve malzemeler sayesinde gerçekleşmiştir.

Ülkelerin kalkınma ve ekonomik gelişiminde önemli yeri olan madencilik ve entegre üretim sanayii, en büyük katma değeri yaratmaktadır. Gelişmiş ülkelerde halen, GSMH’da madenciliğin payı; ABD’de % 4.5, Almanya’da % 4.0, Kanada’da % 7.6, Avustralya’da % 8.7, Rusya’da % 14, Çin’de % 13, Hindistan’da % 15, Türkiye’de hammadde olarak % 1 düzeyinde kalmıştır.

Ülkemizde GSMH içinde madencilik payının % 1 civarında olması, istatistiki bir yaklaşımın sonucudur. Dünya’nın her yerinde entegre maden üretimleri, maden katma değerine katılırken, ülkemizde katma değer olarak yalnızca ham maden üretimi göz önüne alınmaktadır. Bu istatistiksel yaklaşımın düzeltilmesi gerekmektedir. Entegre demir-çelik, bakır, alüminyum, seramik, şişecam, çimento, ferrokrom, krom kimyasalları, bor kimyasalları, doğal soda tamamen maden ürünlerinden üretilmektedir. Bu ürünler maden ihracatı ve üretimi içinde yer almamakta, başka sanayi dallarında gösterilmektedir. Entegre ürünlerle birlikte, 2018 yılı maden ürünleri değeri, 35 milyar dolar civarında olmuştur. Bu değer dikkate alınıp entegre üretimlerin hesaba katılmasıyla, ülkemizde madenciliğin GSMH’daki payı % 5’e yükselmektedir.

Ülkemiz sadece zengin maden kaynaklarına sahip olması yeterli değildir. Bu madenlerin zaman geçirilmeksizin etkin bir biçimde işletilmesiyle yaratılan katma değerin ekonomiye kazandırılması gerekmektedir. Yüksek ekonomik değer sağlayacak şekilde, toplumdan kaynak götüren değil, topluma kaynak sağlayacak her türlü yeraltı zenginliğinin üretilerek hizmete sunulması gerekmektedir. Maden kaynaklarımızın verimli bir şekilde kullanımı, bu kaynakların atıl durumda bırakılmaması ve en kısa sürede üretilerek sanayiye sunulması ülkemizin ekonomisine çok olumlu katkılar sunacaktır. Ülkemizin maden ihtiyacını karşılayabilmek, dışa bağımlılığı azaltabilmek için sürdürülebilir bir maden üretimini gerçekleştirmek zorundayız. Bunun için faaliyetleri yasaklamak, üretimi engellemek yerine, sürdürülebilir bir çevre, insan sağlığı ve sürdürülebilir bir üretim zincirini iyi yöneterek amacımıza ulaşabiliriz.

man-2

Çevre hassasiyeti yüksek sürdürülebilir madencilik için neler yapılmalı? Sektöre bu konuda neler öneriyorsunuz?

Madencilik sektörünün çevre ile sınavı ve ilişkisi geçmiş yıllara dayanmaktadır. 1989 yılında ülkemizde ilk olarak İzmir Bergama’da altın madeni tespit edildiği halde çevreci grupların engellemesiyle 2001 yılına kadar burası işletilemedi ne yazık ki! Bu süreç içeresinde Türkiye’deki altın madenciliğinin önüne set çekildi. Muazzam olumsuz bir madencilik algısı oluşturularak siyanürle altın aranıyor gibi bilimsel yanı olmayan bir yöntemle kamuoyu manüple edilerek bu süreç yönetilmeye çalışıldı. Bu konuda çok ciddi dış faktörler de etkili oldu. Oradaki yerel halkı harekete geçirerek eylem yapmaları sağlandı ve sonuç itibariyle ülkemiz altın üretiminde 12 yıl kaybetti. 

2001 yılında kamunun güçlü iradesi ile altın madenlerinin işletileceği kararı alındı ve o günden bugüne ülkemizde 382 tonluk bir altın üretimi gerçekleştirildi. Günümüzde ise geçmiş dönemdeki hadiselerden ders çıkarılmayarak basın-yayın araçları da kullanılmak suretiyle altın madenciliği özelinde kamuoyunun yanlış bilgilendirilmesi yoluyla belirli kesimlerde bilimsellikten uzak bir yaygara koparılmak suretiyle tüm madencilik sektörünü durma noktasına getirecek eylem ve davranışlarda bulunulmaktadır. Oysa bu ülkede petrol ve doğalgaz keşfedildiğinde ne kadar seviniyorsak, katma değeri yüksek altın gibi bir madeni bulduğumuzda da sevinmeliyiz. Enerji maliyeti olarak her yıl yurt dışına ödenen 35-40 milyar dolara ulaşan bütçelerden herkes söz etmekte, fakat sıra altın ithalatına gelince kimse bunun ülkemiz cari açığına nasıl olumsuz etki yaptığından söz etmemektedir. 

Oysa ülkemizde her yıl ortalama 160 ton altın ithal edilmekte ve 8-10 milyar dolar döviz ödenmektedir. 2020 yılında ise kriz ortamının etkisiyle altın ithalatımız rekor kırarak 25 milyar dolara ulaşmıştır. Bu da ülkemizde cari açık problemini arttıracak bir durumdur. Özetle söylemek gerekirse sürdürülebilir kalkınma prensibine dayalı olarak iş sağlığı ve güvenliğini ön plana alacak, çevreyle dost ve barışık teknolojik gelişmelere dayalı bilimsel üretim yöntemleri kullanarak madencilik yapılırsa hem madenlerimiz üretime kazandırılmış olur, hem de çevre korunmuş olur.

Dünyayı ve ülkemizi etkisi altına alan Pandemi süreci ile 2020 yılını geride bıraktık. Salgın sürecinde sektör için alınan önlem ve verilen destekleri yeterli buluyor musunuz? Sizce önümüzdeki dönem için yapılması gerekenler nelerdir?


Yaşanan pandemi süreci madencilik sektörünün ne kadar önemli olduğunu herkese göstermiştir. Sanayici çarkları döndürmek için Çin’den veya Avrupa’dan ham madde ithal etmek istediği halde ülkelerin sınırları tedbir amaçlı kapalı olduğu için hammaddelere erişimin mümkün olmadığı bir dönem yaşadı. Sanayide çarklar madenlerle dönmektedir. Dolayısıyla yerli kaynakların önemi burada net bir şekilde ortaya çıkmış ve yerli kaynaklara verilen önem giderek artmıştır. Bu süreçte kamu otoritesi madencilik sektörüne destek vererek çarkların dönmesi sağlanmış ve üretime devam edilmiştir.

Madencilik sektörünün bir diğer önemli özelliği; başta sanayi olmak üzere, diğer sektörlerin (tarım, hizmetler, ulaşım, enerji vb.) faaliyetlerini sürdürebilmeleri için gerekli temel hammaddeleri üretmekte olmasıdır. Bir başka deyişle, ekonominin faaliyetini sürdürebilmesi, madencilik sektörünün sürekli ve verimli bir tarzda üretimde bulunmasına bağlıdır. Bu sektörde meydana gelecek bir üretim aksaması, ekonominin diğer bütün kesimlerini doğrudan veya dolaylı olarak etkilemektedir. Pandemi süreci bize gösterdi ki tedarik zincirinin ilk halkası madenlerdir. Sanayinin hammaddesi madenler olmadan çarkların dönmesi mümkün değildir. Buradan hareketle şunu ifade edebiliriz. İnsanın yaşamını sürdürebilmesi için tarım ve hayvancılık ürünü olan gıdalar ne kadar hayati fonksiyon icra ediyorsa ülkelerin üretip, gelişip kalkınabilmesi, kısacası sanayide çarkların dönmesi için de madenlere o denli ihtiyaç bulunmaktadır.

Kovid-19 salgınında tedaviye dönük aşı bulununcaya kadar diğer bütün sektörlerde olduğu gibi madencilik sektöründe de iş yapma süreçleri üzerinde etkileri olmaya devam edecek gibi görünmektedir. Dolayısıyla dünyada herhangi bir durgunluğa sebebiyet vermemesi açısından üretimin artarak devam etmesi gerektiği için, çok stratejik bir yerde bulunan madencilik sektörüne ihtiyacın her zamankinden daha fazla olacağı düşünülmektedir. Sanayinin geliştiği ülkelerde hammaddelere talep arttığı için bu durumun bizim gibi ülkeler için yeni fırsatlar doğuracağı aşikardır. Ülkemizin maden ve doğal taş işleme merkezlerinin bu beklentiye cevap verecek şekilde yeniden düzenlenmesi, yatırım ve kapasite artırımını gerçekleştireceği için 2021 yılının ülkemiz için önemli bir eşik olabileceği fırsatını barındırmaktadır.

Milli Enerji ve Maden Politikası kapsamında maden alanında birçok adım gerçekleştirilmekte, madencilik sektörünün gelişimi için sizin perspektifinizden hangi adımlar atılmalı?

Milli Enerji ve Maden Politikası kapsamında ülkemizde madencilik alanında birçok adım atıldı ve önemli aşamalar kat edildi. Ancak bunlarla yetinilmemeli ve ülkemiz maden varlığı dikkate alınarak daha çok proje geliştirilmeli ve hayata geçirilmelidir. Borlarımızdan yüksek teknoloji ürünü uç ürünlerin üretilmesine devam edilmesi, ferro krom tesislerinin kapasitesinin artırılması ve paslanmaz çelik sanayinin kurulması, alüminyum tesislerinin kapasitesinin artırılması ve alüminyum ürünlerinin tümünün üretilmesi, bakırdan bütün elektrolitik ürünlerin üretilerek izabe tesislerin artırılması, kömüre dayalı temiz kömür teknolojilerine dayalı çevre dostu tesislerin kurulması, kömür ithalatından vazgeçilmesi, toryum ve NTE konusunda bilimsel ve teknolojik çalışmaların artırılması, feldspatın, mermerin, perlitin, pomzanın ve diğer madenlerimizin ülke içinde kurulacak tesisler ile daha iyi bir şekilde değerlendirilmesi ülkemiz madencilik sektörünün ana hedefleri olmalıdır.

Geçtiğimiz yıl içeresinde Enerji ve madencilikte bir takım yasal düzenlemeler yapıldı. Madencilik alanında yapılan düzenlemeleri ve sektöre katkısını değerlendirir misiniz?

Ülkemizin bu zorlu süreçten en az kayıpla çıkabilmesi için madencilik sektörünün önünde mevzuattan kaynaklanan tüm engellerin kaldırılarak aramadan pazarlamaya kadar risklerle dolu olan bu sektörün önünün mutlak şekilde açılması ve yatırımcının ülke içinde katma değer meydana getirecek sanayi sektörüne yardımcı olacak yatırımlar yapması konusunda tedbirler alınmalıdır. “Madeni çıkar, kır, yıka, elekten geçir ve ham veya yarı mamul bir şekilde sat”, 19.asrın başlarında kalmış ilkel bir madencilik anlayışıyla ülke madenciliğimizin ayağa kalkması mümkün değildir. Türkiye madencilikte şu politikayı izlemelidir. “Kendi madenlerini işlet, olmayanları ya da az olanları ithal et ve bu ülkede mamul hale getir sat.’’ Kısacası ülkemiz maden sanayiinin kurulması ile maden üreten bir ülke haline gelmelidir. Madencilik sektörünün ülke kalkınmasındaki kritik önemi, sadece fazla miktarlarda üretilip yurt dışına satılarak döviz elde edilmesinde değil, yerli sanayiye düşük maliyette ve kaliteli girdi sağlamasındadır. Bu anlamda, madencilik ve sanayi sektörleri karşılıklı olarak birbirlerini besleyen ve destekleyen sektörler olarak görülmeli ve ulusal bir madencilik politikasının belirlenerek yasal mevzuatın buna uygun olarak düzenlenmesi önem arz etmektedir.

man-3

Maden sektörünün 2021 yılına yönelik beklentileri ve hedeflerini paylaşabilir misiniz?

Gelişmiş bir madencilik sektörü, üretim ve istihdam gibi ekonomik göstergelere sağladığı katkının yanı sıra, doğru politika ve planların takip edilmesi durumunda, ülke imalat sanayi için önemli bir itici güç oluşturabilmektedir. Bu nedenle, ekonomik kalkınma politika ve planlarının oluşturulmasında madencilik sektörüne özel bir önem verilmesi zorunlu olarak değerlendirilmektedir. Kalkınma modellerini, öncelikle öz kaynaklarına dayandıran ve eksiklerini dış kaynaklarla destekleyebilen ülkeler; kalkınma sürecini, sancısız, istikrarlı ve güvenli bir şekilde aşabilmişlerdir. Ülkemizin gerçekten kalkınması, cari açığın ortadan kaldırılması ve refahın tüm ülke düzeyine yayılması, ülke madenlerinin işletilmesi, metal üretim endüstrinin ve sanayinin çarklarının dönmesine bağlıdır. Türkiye’nin gerçekten kalkınması ve halkın refah düzeyinin yükselmesi ülke doğal kaynaklarının yeterince üretimine ve kullanımına bağlıdır.

Ülkemiz sadece zengin maden kaynaklarına sahip olması yeterli değildir. Bu madenlerin zaman geçirilmeksizin etkin bir biçimde işletilmesiyle yaratılan katma değerin ekonomiye kazandırılması gerekmektedir. Yüksek ekonomik değer sağlayacak şekilde, toplumdan kaynak götüren değil, topluma kaynak sağlayacak her türlü yeraltı zenginliğinin üretilerek hizmete sunulması gerekmektedir. Maden kaynaklarımızın verimli bir şekilde kullanımı, bu kaynakların atıl durumda bırakılmaması ve en kısa sürede üretilerek sanayiye sunulması ülkemizin ekonomisine çok olumlu katkılar sunacaktır. 

Ülkemizin maden ihtiyacını karşılayabilmek, dışa bağımlılığı azaltabilmek için sürdürülebilir bir maden üretimini gerçekleştirmek zorundayız. Bunun için faaliyetleri yasaklamak, üretimi engellemek yerine, sürdürülebilir bir çevre, insan sağlığı ve sürdürülebilir bir üretim zincirini iyi yöneterek amacımıza ulaşabiliriz. Ana çerçevesini çizdiğim bu ilke ve prensipler doğrultusunda bir madencilik stratejisinin belirlenerek hayata geçirilmesi madencilik sektörünün beklenti ve hedeflerini karşılayacak seviyede olacaktır. 

Kamu otoritesi ülkesindeki maden potansiyelini değiştiremez, fakat bu potansiyelin bugünkü ve gelecekteki nesillerin ekonomik ve sosyal menfaatlerine en uygun şekilde değerlendirilmesini sağlayabilir.


]]>
Gazete Birlik info@gazetebirlik.com
KKTC'nin Günseli dünyaya açılacak https://www.analizgazetesi.com.tr/haber/kktcnin-gunseli-dunyaya-acilacak-710/

Neşe BERBER

Günsel diye bir marka çıkardınız ve bu markanız elektrikli otomotiv diye lanse edildi. Bu proje nasıl ve ne zaman başladı?

Bu proje aslında 50 yıllık bir hayal kurucu rektörümüzün Suat Gürsel hocamızın, aile büyüğümüzün, babamızın 50 yıllık bir hayaliydi otomobil üretmek. On yıl önce bizler çalışmaya başladık üniversitemizin bünyesinde, akademisyenler, mühendislerimiz, öğrencilerimiz ile birlikte üniversite projesi olarak başladık, on yıl gibi kısa bir sürede dünyaya hazır bir araç haline getirdik. Bu proje aslında uzun soluklu bir proje kısa kısa anlatmaya çalıştım ama özetleyecek olursak 50 yıllık bir hayalin, 10 yıllık bir emeğin sonucudur.

Bu projeyi hayata geçirirken yaşadığınız zorluklar yada kolaylıklar nelerdi?

KKTC'nin güzel Kıbrıs'ın siyaseten tanınmamış olması, çok zorluk yarattı bize aslında. Örneğin uluslararası firmalarla anlaşmalarda, tedarikçilerle çalışmalarda bir hayli zorlandık. Bazı makina parkındaki kullanıcı onayının tanınmadığı için kabul edilmemesi bizi zorladı. Tabii ki zaman olarak biraz daha fazla zaman gerekti, emek gerekti ama sonuçta başardık.

Bu otomobili özellikle mi elektrikli yaptınız, yoksa başka bir plan vardı da ona mı dönüştü? Nasıl oldu o süreç?

Yüz yıl önce atların başına ne geldiyse at arabalarının atlarının yerini içten yanmalı motorlar nasıl aldı ise, çok kısa bir süreçte içten yanmalı motorların, elektrikli motorlar arasındaki değişim de böyle olacaktır. Bunu öngörebildik biz, çünkü hızla batarya teknolojisinin gelişmeye başlamış olması içten yanmalı motorların, elekrikli motorlarla yer değişikliğinin bir sinyaliydi. Aslında elektrikli motorlar on yıllardır kullanılan bir teknoloji fakat sıkıntı batarya enerji depolama kısmında idi. Bunlar hızla geliştikçe içten yanmalı motorları, elektrikli motorlara karşı bayağı dezavantajlı hale getirmiş oldu.

Ülkemiz güneş görüyor

KKTC bir ada, orada elektrikli otomobil kullanım açısından bir kolaylık olacak mı?

Ülkemiz 335 gün güneş gören bir ülke, güneş enerjisinin en verimli kullanılabileceği ülkelerden biri, biz Günsel olarak bu konuda da yatırımlarımızı başlatmış durumdayız. Biz KKTC'nin adamızı tamamen çevreci enerjiye çevirmek istiyoruz. O yüzden elektrikte çok verimli ve uygun bir yer.

Harika bir fikir. Enerji olarak güneşi kullanma fikri ve bunu yatırıma dönüştürme fikri ile yola çıktınız anladığım kadarıyla. Doğru mudur?

Evet ülkemizin bu güç kaynaklarını, bu güneş kaynağını daha verimli kullanmaya yönelik çalışmalar var.

Farklı neler yapıyorsunuz peki? Güneş enerjisi ile ilgili nasıl bir yatırımınız var?

Üniversitemiz ve tüm bilimsel fabrikasının enerjisini güneşten sağlayacak 5 tarlasını güneş enerjisi tarlasının inşaatını başlattık. Bununla özelde öncelikle üniversitemiz, üniversite hastanelerimiz ve fabrikalarımızın faydalanmasını sağlayacağız ve ikinci aşamasında ise tüm adanın enerjisini sağlayabilecek yatırımları sadece biz değil hem devletimiz ve işadamları ile birlikte ülkemizde de elektriğin de bağlanması ile birlikte daha yeşil bir adaya çevirmeyi hedefliyoruz.

Bu yatırım bir çok kurum ve kuruluşa örnek olabilecek bir yatırım aslında

Evet biliyorsunuz üniversiteler eğitim kurumları, toplumun dokuma tezgahıdır aslında, dolayısıyla örnek olmak öncü olmak aslında üniversite kelimesinin yanına en çok yakışan kelimeler.

Solunum cihazımızı ürettik

Üniversiteler ayrıca AR-GE yeridir, araştırma geliştirme, farklı çalışmalarınız var mı?

Şöyle sadece şu pandemi dönemini özetleyebilirim, biz üniversite olarak kendi solunum cihazımızı ürettik, alternatif denilebilecek taşınabilir kendi solunum cihazlarımızı ürettik. Bir dönem biliyorsunuz solunum cihazlarında bayağı sıkıntı yaşanmıştı. Bunun yanında örneğin covit bulaşmasını engelleyen ve 6 saat koruyuculuğu olan bir burun spreyi geliştirdik. Futbol oynayan robotlarımız var, bunlar dünya robot şampiyonası birincisi. Güneş enerjili yarış arabalarımız vardı, bunlar da Afrika'da, Avustralya'da yarıştı oralarda başarılarımız var. Bunlar da aslında Günsel Otomobil'in de temelidir diyebiliriz. Araştıran geliştiren bir üniversiteyiz, üniversiteler söylediğiniz gibi AR-GE bilim merkezi olmalı, sadece eğitim veriyorsanız siz üniversite değil yüksekokul bir fakültesiniz.

Şimdi bakıyoruz da üniversiteler, dünyada böyle aslında üniversiteler bir marka buluyor, bir marka yaratıyor bundan milyarlarca dolar kazanıyor, devlet de bu markadan para kazanıyor. Bu AR-GE bizde çok oturmuş değil, gönül ister ki böyle olsun değil mi?

Evet tam oturmuş değil ülkemizde, Türkiye'mizde ama aslında hızlı gittiğini söyleyebilirim. On yıl ya da beş yıl öncesine baktığımızda bugün ile kıyaslandığında çok daha iyi, daha iyiye gideceğiz. Marka yaratma konusunda çok haklısınız birçok markaya baktığımızda bunlar üniversitelerin yarattığı markalar.

Bu güneş enerjisi konusunda ne kadar yatırım yaptınız? Ülkenin ne kadar enerji ihtiyacını karşılayabilecek?

Tam kesin değil ama ortalama olarak söyleyebilirim 12 MB gibi bir santral bu ülke kullanımının yüzde 5'i gibi bir rakama denk geliyor.

Doğa ile savaşılmaz

Artık öyle bir yere gidiyor ki Dünya doğadan kendi ülkemizde ne varsa kullanmalıyız değil mi? Ne varsa

Doğru, doğaya savaş değil de doğa ile beraber hareket ederek, faydalanabiliyoruz. Örneğin güneş enerjisi, inanılmaz ekonomik bir kaynak ve her geçen yıl da panellerin verimlilik oranı artıyor. Rüzgar da çok verimli bunları kullanarak hem ülkelerimizi daha yaşanılır bir hale getirebiliriz hem de doğaya olan saygımızı ve borcumuzu öderiz.

Elektrikli otomobil ile ilgili Siz şu anda ne aşamadasınız? Üretimi başladı mı? Satış aşamasında Türkiye ile ilişkileriniz nasıl olacak? Satış ofisleri olacak mı? Sadece KKTC için mi düşünüyorsunuz yoksa dünyaya açılabilecek mi?

Şu an 3.30 gibi hazır geçtiğimiz yılın hemen pandemi öncesinde 20 Şubat'ında lansman ve tanıtımımızı yaptık. Şu an kampüsümüzdeki test alanlarımızda halkımız da gelip test sürüşleri yapabiliyor. Türkiye'miz ile birlikteliğimiz her alanda olduğu gibi bu alanda da Türkiye'nin 350 farklı firması ile şu an çalışıyoruz. Türkiye'nin bize olan yakınlığı ve yeteneklerini kullanabiliyoruz. Dünyaya baktığımızda 800 uluslararası firma ile çalışıyoruz ve 800 firma ile çalışıyor olmamızın getirdiği katkılar var. İlk etapta Türkiye'mizde fabrika ağları kurulup, satış başlaması niyetimiz. Sonrasında ise Türkiye'mizin otomobili ile Günsel birlikte haklı bir rekabet içerisinde açılsın gibi birbiriyle yarışırken, diğer rakiplerini geride bıraksın.

Yüzde 100 bir otomobil

Peki, otomobilin teknik özellikleriyle ilgili biraz bilgi verebilir misiniz? Nasıl bir otomobil?

Tabii ki, söylemeyi çok sevdiğimiz kısım bu aslında, Günsel yüzde yüz bir otomobil, 5 segment, iki kapılı, 140 kw motor gücüne sahip bir alıştığımız birimlerde 187 beygir gücünü düşünebiliriz. Sıfırdan bir kilometreye sekiz saniyede çıkabilen en yüksek hızı 170 km de elektronik olarak limitlendirilmiş, 150 km menzile sahip bir otomobil. Sıfırdan tamamen doluluğuna 20-25 dakikada şarj olabilen ekonomik sınıf ve günümüz teknolojilerine sahip, navigasyon uygulamaları teknolojilerine sahip. Daha çok genç tüketici grubuna hitap eden adalı yükseklerde olmak isteyen bir otomobil.

Direksiyon solda mı? Sağda mı? Sizde tabii ki sağda ama değişebiliyor mu bu üretimde?

Şu an prototiplerimiz sağ direksiyon üretildi adamıza göre üretildi doğrudur, fakat seri üretimde direksiyonumuz Türkiye ve dünya yollarına göre değişebilecek ve otomobillerde kablolarda daha az metalik daha çok elektronik sistemde olduğu için bu tür aksamlardaki değişimler de daha çabuk, daha kolay, daha maliyetsiz yapılabiliyor aslında.

Biraz da eğitime dönmek istiyorum. Üniversitede şu anda pandemiden dolayı, eğitimler uzaktan yapılıyor. Sizde nasıl durumlar? 2020 yılı nasıl geçti? Birazcık değerlendirme yapabilir misiniz?

2020 yılı aslında en sıkıntılı yıllardan birisi. Sektörlerde sıkıntı yaşandı fakat eğitim biliyorsunuz yüz yüze yapılması evet online destekler yeterli ama öğrenci öğretmene dokunabilmeli, gözlerinin içine bakabilmeli bu eğitim yanında öğretimin şartları bu. Biz sıkıntılı bir sene olan şu an Hibrid modele geçtik. Yüz yüze eğitime giremeyen öğrencilerimiz, evinden, ülkesinden eğitime online katılıyor. Yüzde 15 gibi öğrencimizin yüz yüze eğitimi tercih ettiğini söyleyebilirim kampüsteler şu an. Pandemi açısından da çok güzel adımlar atıldı o yüzden çok sıkıntı yaşanmadı.

10 günlük karantina süresi var

Şu andan Kıbrıs'ta turizm açısından durumlar nasıl? KKTC'ne girişlerde karantina devam ediyor mu?

Evet ne yazık ki, karantina devam etmek zorunda on günlük karantina süresi var, bizlerde turizm açısından çarklar dönmüyor diyebilirim. Ama sağlık için de bu yapılması gereken bir adımdı, önümüzdeki kısa dönem içerisinde bunun, aşılanmalar arttıkça bunun kalkacağını umuyorum.

KKTC'ne turizm ve eğitim için gitmek isteyenlere neler söylersiniz?

Kıbrıs bütünlüğünün ayrılmaz bir parçası eğitim, turizm ve biz KKTC vatandaşları olarak, Türkiye'mize gönülden bağlıyız, öğrencilerimizi, turist olarak gelmek isteyenleri özledik diyebiliriz. Aramızdaki yakınlığın bu tür karantinalarla kesilmeyecek inşallah.


]]>
Gazete Birlik info@gazetebirlik.com
2021'de hazırlık 2022'de tam kapasite https://www.analizgazetesi.com.tr/haber/2021de-hazirlik-2022de-tam-kapasite-3286/

Sedat YILMAZ

Günümüzde ekonomi anlayışı, insanın tüm ihtiyaçlarına hitap eden, yenilikçi ve teknolojik ürünleri içeren ve hayatı kolaylaştıran katma değeri yüksek alanlarda üretmek şeklinde kapsamını genişletiyor. Pandemi ortamına rağmen markalaşmanın giderek öne çıktığı dünyada küresel pazarlardan pay almanın yolu istikrarlı şekilde kaliteli üretimden geçiyor.

Söz konusu çerçevede 2020’i virüs salgını sebebiyle kayıplarla kapatan Türkiye’deki firmalar aşılama ve virüsün etkisini kaybetmesinden sonraki döneme bugünden hazırlanmaya başladı. Ocak’ta programlarını yapan şirketler yatırımlarını yeniden yapılanma üzerine kuruyor. Yılı en aktif olarak sanal fuarlarla geçirmeyi planlayan firmalar, normalleşme ile birlikte yurt içi ve yurt dışında pazarlarını büyütmeyi hedefliyor.

Uluslararası alanda faaliyetleriyle tanınan Günsan Elektrik de 2021 yılını dijital yatırım ve yeni pazarlara ayırdı. 1982’de anahtar priz ve elektrik aksesuarları imalatı yapmak üzere kurulan Günsan Elektrik, 1995’te halen İstanbul’da üretiminin devam ettiği endüstriyel tesisine geçti.

Anahtar-priz üretimi ile Türkiye’nin sektöründe öncü şirketlerinden biri olan Günsan Elektrik, inşaat sektöründe alçak gerilim tesisatı ekipmanları olan elektrik anahtarı, priz, grup priz, şalt malzemesi, kompakt şalter, kaçak akım röleleri, sigorta kutuları ve aksesuarlarından oluşan 17 bin parçalık ürün portföyünü distribütörleri ve bayileri aracılığı ile hem ülke içine hem de dünyada 50’den fazla ülkeye ulaştırıyor.

gunsan

2022 yılına güçlü hazırlanıyor

Analiz’e konuşan Günsan Elektrik CEO’su Francisco Gil Garcia, iş süreçlerini ve modellerini hibrit bir anlayışla yürütmeyi hedefledikleri söyledi. Gil Garcia, benimsedikleri söz konusu iş modelinde GEP CLUB sistemiyle önemli işlere imza atmaya hazırlandıklarını belirtti.

Gil Garcia, Günsan Elektrik’i büyük bir aile yapan marka değerleriyle pandemi olumsuzluğuna karşı her türlü tedbirleri aldıklarını ve 2022’ye hazır bir şekilde başlamak için gün saydıklarını söyledi. Gil Garcia, 2020’yi pandemi koşullarına rağmen çift haneli büyüme ile kapattıklarını, e-ticaret gibi hızlı gelişen satış kanallarında benzer büyüme rakamlarına ulaştıklarını dile getirdi.

Gil Garcia, normale dönme ve büyüme yılı olarak kabul ettikleri 2021’de Türkiye’deki tüm elektrikçileri bir platformda toplayan dijital sistem GEP CLUB iş modeliyle sektörün gelişimine katkı sağlamayı ve iş ortaklarını kazandırmaya odaklandıklarını bildirdi.

Francisco Gil Garcia, “2021 bizim için dijitalleşmeye ağırlık vereceğimiz bir yıl olacak. Online ticaret kanalımızı geliştirerek her an erişilebilir olmak istiyoruz. Aynı zamanda online ticaret kanalımızı geliştirerek her an erişilebilir olmak istiyoruz” dedi.

Hedef her alanda dijitalleşme

Marka değerleri doğrultusunda kurumsal sosyal sorumluluk bilinciyle daha iyi bir hayat için çalıştıklarını anlatan Gil Garcia, Türkiye’de ve bölgesinde daha çok elektrik uzmanı ve elektrikçiye ulaşmak istediklerini, bu bakımdan mevcut rekabet şartlarında dijitalleşmeye son derece büyük önem verdiklerini söyledi.

Söz konusu kapsamda online yatırımların; katma değer oluşturma, global ekosisteme dahil olma ve verimliliği üst düzeyde tutabilmenin en önemli argümanı olduğuna inandıklarının altını çizen Günsan Elektrik CEO’su Francisco Gil Garcia, pandemiden sonraki döneme hazırlık açısından bu değişim karşısında adımlar attıklarını ve yeni yılın stratejisini bu temel üzerinde şekillendirdiklerini anlattı.

Gil Garcia, hedefleri doğrultusunda alt yapı çalışmalarını hızlandırdıklarını, GEP CLUB ile elektrikçilere hizmet vermeye, hem sektörün gelişmesine katkı sağlamaya hem de iş ortaklarına kazandırmaya devam edeceklerini, dolayısıyla 2021’nin kendileri açısından dijitalleşmeye odaklanma yılı olacağını belirtti.

Yeni normale hızlı adaptasyon

Alçak gerilim tesisatı ekipmanları sektörünün öncülerinden biri olarak, pandemi ile birlikte yatırımlarını dijital araçlara yönlendirdiklerine dikkat çeken Gil Garcia, üretim kapasitelerini her geçen gün arttırarak  özellikle Ar-Ge’ye ciddi yatırımlar yaptıkları bilgisini verdi.

Yeni normale hızlı adapte olduklarını ve iş ortaklarına dijital çözümler sunarak beklentileri karşılayabildiklerini vurgulayan Gil Garcia, dijital atılımlarla sektörün üzerinde bir ortalama ile büyüdüklerini, pandemiye rağmen sürekli yükselttikleri üretim kapasiteleri ve güçlü işbirliklerinin bu yıl yapılacak yatırımlara da önemli katkı vereceğini kaydetti.

Günsan Elektrik’in Omni Channel Marketing yaklaşımı sayesinde hedef kitlelerine pek çok farklı kanaldan doğru zamanda doğru iletişimle ulaştıklarını belirten Gil Garcia, Günsan Elektrik’in etkili bir müşteri deneyimi ortamı oluşturduğuna vurgu yaptı.

gunsan-i

GEP CLUB ile farklılık oluşturdu

Pandeminin insanlığın öncelikleri ve hayat alanlarındaki ihtiyaçları değiştirdiğinin altını çizen Gil Garcia, “Bu noktada kişilerin beklentilerini karşılayacak yenilikçi ve kişiselleştirilebilen ürünlerimizi birçok farklı kanal üzerinden tüketici ile buluşturmaya devam ediyoruz.  Bu senenin en önemli gelişmelerinden biri olan GEP CLUB projesini hayata geçirdik. Modern bir ödüllendirme platformu olan GEP CLUB ile elektrikçilerle olan etkileşimi arttırdık. Çevik ve hızlı yapımız ile iş süreçlerinde uyguladığımız etkili stratejilerle rakiplerimizden pazar payı aldık” dedi.

2020 yılından aldıkları destekle 2021 yılına hazırlıklı girdiklerini ancak salgının devamı sebebiyle bu yılı da değişen hayat şekillerine göre regüle ettiklerini anlatan Gil Garcia, “Bu yıl odaklandığımız stratejilerin sonuçlarını daha net görme fırsatı bulacağız. Türkiye’nin bölgesini çok sıkı takip ediyoruz ve ihtiyaçlara, günün şartlarına göre ürün geliştiriyoruz. Pazar payımızı artıran bu gelişmeyle geçen yıl olduğu gibi bu yıl da çift haneli büyümeyi öngörüyoruz” diye konuştu.

17 bin ürün portföyüne sahip

Geliştirilen işbirlikler ve artan ürün gamıyla ilgili bu yılın sonunda yenilikleri bir lansmanla kamuoyuna duyuracaklarının bilgisini veren Gil Garcia, 2021’in dijital yatırımlar ve yeni pazarların yılı olacağını kaydetti.  Günsan Elektrik CEO’su Gil Garcia, “Anahtar priz, grup prizler, aksesuarlar, sigorta kutuları, şalt grubu, kauçuk fiş ve prizler ile kablo kanalı kategorilerinde toplam 17 bin parçalık ürün portföyü ve 50 milyon anahtar üretim kapasitesi ile farklılaşan Günsan Elektrik, 2021 yılında da yatırımlarına ve iş birliklerine devam edecek” dedi.

Sadece iç pazara değil, Türkiye merkezinden diğer coğrafyalara da ürün ve hizmet sağlamada kapsama alanlarını sürekli geliştirdiklerine değinen Gil Garcia, ihtiyaç dahilinde yeni proje ve yatırımların gündeme geldiğini ve özellikle ihracat odaklı yatırımlara daha fazla eğilim gösteren bir misyonla çalıştıklarını söyledi.

Elde ettikleri uluslararası gücü daha ileri taşıyarak Türkiye’de önemli bir üs olma yolunda hızla ilerlediklerini belirten Gil Garcia, dijital yatırımların dozunu artırarak mevcut rekabette öne geçmeyi planladıklarını sözlerine ekledi.

“Hayatı Aydınlatan Kadınlar” elektrik ustası oldu

Erkeklerin ağırlıkta olduğu elektrik sektöründe kadınlar için yeni bir çalışma alanı oluşturmak amacıyla İş-Kur İstanbul Sancaktepe Hizmet Merkezi işbirliği ile yürüttükleri “Hayatı Aydınlatan Kadınlar” projesinin sosyal sorumlulukta önemli bir işlev gördüğünü belirten Günsan Elektrik CEO’su Gil Garcia, çalışmayan ve iş sahibi olmak isteyen kadınlara yeni iş alanları açmayı hedeflediklerini söyledi.

Attıkları adımlarla pazarın geleneksel yapısını da değiştirdiklerini belirten Gil Garcia, “Ülkemizde kadınların işgücüne katılımı OECD ülkeleriyle karşılaştırıldığında hâlâ biraz geride. Hem bu farkı kapatmaya yardımcı olmak hem de kadınlar için yeni iş alanları oluşturmak amacıyla Hayatı Aydınlatan Kadınlar projesini hayata geçirdik. Üsküdar’da kendi imkânlarıyla bir dükkan açarak elektrikçilik mesleğini icra eden Hanife Kaymaz, bizim projemizin ilham kaynağı oldu. Bu adımın devamının gelmesi, bu tür girişimlerin diğer kuruluşlara da örnek olması ve daha geniş kitlelere ulaşması en büyük arzumuz” dedi.

Günsan’ın erkeklerin ağırlıkta olduğu elektrik sektöründe kadınlara yeni çalışma alanları oluşturmak amacıyla hayata geçirdikleri “Hayatı Aydınlatan Kadınlar” projesi mezunlarıyla gurur duyduklarını belirten Gil Garcia, 3 ay boyunca 508 saatlik teori ve pratik eğitimler alarak elektrik ustası olan Türk kadınlarını kutladığını kaydetti.

]]>
Gazete Birlik info@gazetebirlik.com
"Konut satışında patlama olacak" https://www.analizgazetesi.com.tr/haber/konut-satisinda-patlama-olacak-7293/

Neşe BERBER

-Gayrimenkul sektörü 2020 yılında neler yaşadı? Siz neler yaşadınız? Kısaca değerlendirir misiniz?

-İş dünyası açısından dengesiz, dalgalı görülemez bir yıl yaşadık ama bunun gayrimenkul sektörü tarafından sonucu çok olumsuz olmadı. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu yana en fazla konutu 2020 yılı içerisinde sattı sektör. Yaklaşık 1,5 milyon adet konut satıldı, Cumhuriyet tarihinin en yüksek satışı yakalandı. Özellikle pandeminin etkilerini azaltabilmek amacıyla ekonomi yönetiminin, haziran ayı başında aldığı kararla çok esaslı bir faiz düşüşü yakalandı mortgage kredi faizlerinde bunun etkisi ile, normalde 250-300 bin konut satışı beklenen yaz aylarında Temmuz- Ağustos aylarında 600 bin adet konut satıldı. Genel olarak baktığımızda sektör 2020 yılını iyi kapattı. 

-2020 yılında dünyayı etkileyen bir virüsle karşı karşıya kaldık, en çok değişime uğrayan talep ve arzı değiştiren sektörlerden birisi de gayrimenkul oldu. Nasıl bir değişim oldu taleplerde ve bundan sonra nasıl olacak?

-Mutlaka her alanda köklü değişiklikler yaşanıyor, yeni normal dediğimiz dünyada evler de konut sektörü de bu değişimden nasibini alıyor doğrusu, tabi evlere kapandık, özellikle Nisan Mayıs aylarında ve devamında son iki aydır ciddi şekilde insanların evlere kapanması tavsiye ediliyor. Burada tabii uzaktan çalışılan, uzaktan eğitim gibi olgular hayatımıza girdi. Özellikle ilkbahar aylarında esaslı kapatmalardan dolayı insanlar tedirgin oldular ve evlerinde temizlik malzemeleri, yiyecek malzemeleri stoklamaya başladılar bütün bunlar mevcut evlerin de değişimine, evlerin tasarımının da değişimine neden oldu. Bu dönemde sitelerin, bahçeli evlerin fiyatları ciddi anlamda piyasa ortalamasının üzerinde değerlendi.Çünkü sokağa çıkma yasağında insanlar sitelerin önlerinde, bahçelerinde nefes alabildiler, büyük balkonlu evler önem kazandı. Evlerde kiler ve çalışma alanları önem kazandı ve buna göre de artık yeniden şekillenmeye başladı evler. 

-Yaşamak istenen şehirlerde bir değişim var mı? Şehir olarak hangi şehirler daha öne çıktı?

-Şehir olarak tabii ki gayrimenkulde İstanbul, İzmir, Ankara büyüklük açısından her zaman ilk üçü paylaşır ama öne çıkan yerler genellikle güney illerimiz, Marmaris, Bodrum o civarlardaki konut edinme, kiralama veya yazlık konutların kullanımı çok ciddi arttı. Okulların da uzaktan eğitime devam etmesinden dolayı insanlar Marmaris’teki evinden dönmedi mesela.

  

-Sinpaş GYO'nun halka arz projesi var, nasıl bir projedir?

- Uzun yıllardır portföyümüzde bulunan Marmaris'te 170 dönüm büyüklüğünde içerisinde 4 tane koyu barındıran, çam ormanları arasında müthiş bir gayrimenkul vardı, ben bu gayrimenkulü Sinpaş'ın gizli hazinesi olarak adlandırdım hep yıllardır, bunu nihayet gün yüzüne çıkarabiliyoruz. Biliyorsunuz turizm sektörü de çok önem arz etti bu dönemde. Ne yazık ki bu güne kadar toplumun bir kesimi için ya da yurt dışından gelecek turistler için bu formatta tesisler üretildi. Genelde muhafazakar hayat tarzına sahip, milliyetçi muhafazakar hayat tarzına sahip insanlar için çok fazla tesisi ve kaliteli tesisi bulmak güç. Bu manada bir proje geliştirdik arazi üzerinde, içinde pek çok unsur bulunan yani içinde bir 5 yıldızlı otel, devre mülk üniteleri, alışveriş merkezi, çocuklar için farklı oyun parklarının olduğu ve özellikle kadınlar için özel alanların ve plajların oluşturulduğu çok farklı bir konsept, açıkçası Türkiye'de de eşi benzeri olmayan bir konsept. Proje büyüklüğü açısından çok ciddi bir büyüklüğe sahip olduğu için bunu bir gayrimenkul yatırım ortaklığı olarak halka arz etme planımız da var. Bununla ilgili gerekli baş vuruları Sermaye Piyasası Kurulu'na yaptık, eğer gerekli onay ve izinleri alabilirsek yılın ilk çeyreğinde Kızılbük Projemizi, Kızılbük Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı ismi altında, yeni bir gayrimenkul ortaklığı olarak halka arz edeceğiz. Ülkemizde 33 tane gayrimenkul ortaklığı var, bunlardan önemli büyüklüğe sahip yeni bir gayrimenkul yatırım ortaklığı doğmuş olacak.

-2021'den ne bekliyorsunuz? 2021'de gayrimenkulün durumu nasıl olur?

-Dünya ve Türkiye piyasalarına baktığımız zaman pandeminin sona ereceğini herkes fiyatlamış vaziyette aşı çalışmalarının ilerlemesi, yaygınlaşması ve pandeminin belinin kırılması ile birlikte piyasaların yaklaşık bir yıldır üzerinde durduğu durgunluk sona erecektir ve  bunun peşinde de her sektör özellikle perakende de gayrimenkulde de bir patlama bekliyoruz doğrusu, bu yılı rekorla kapattık ama 2021 yılını da gerek şirket, gerek sektör olarak, 2020'nin üzerinde bir rakamla kapanacağını düşünüyoruz. Biz Sinpaş olarak 2020 yılını sektörde satış şampiyonu olarak kapattık. Bunun üzerine de yaklaşık hedeflerimizi yüzde 170 olarak arttırarak bu yıla girdik. Altı farklı projeyi hayata geçireceğiz biz 2021 yılından son derece umutluyuz sonucun da iyi olacağını umuyoruz.


]]>
Gazete Birlik info@gazetebirlik.com
"En ufak desteğe bile ihtiyacımız var" https://www.analizgazetesi.com.tr/haber/en-ufak-destege-bile-ihtiyacimiz-var-748/

Neşe BERBER

-Pandemi sürecinde küçük ve orta ölçekli işletmelerin durumu nedir?

-2020 yılında reel sektörde küçük ve orta ölçekli işletmeler, 2020 yılında Ocak, Şubat, Mart aylarında gayet iyi başlamıştık. Bu durum zaten bütün rakamlara da yansımıştı, hem kapasite kullanım oranımıza, hem sanayi odası verilerine, hem İstanbul Sanayi Odası'nın açıkladığı virman verilerinde, satın alma ve ticaret endekslerinde, bütün rakamlar doğru çıkmıştı. Fakat beklemediğimiz bir şekilde, Mart ayının ikinci yarısından itibaren, daha doğrusu reel sektör olarak biz buna hazır değildik, sonuçlarının bu kadar ağır olacağını tahmin etmemiştik. Bir anda pandemi ortaya çıktı, kısıtlamaların başlaması ile birlikte bütün sektörlerde bizim üyelerimiz de dahil, hem ciro kaybı, hem satış kaybı, müşteri talebindeki ciddi şekilde azalma, üretim ve tedarik kısmında sıkıntılar yaşamaya başladık. Bu süreç haziran ayına kadar devam etti. Haziran ayında tekrar kısıtlamaların kaldırılmasıyla birlikte, bir erkenden taleple karşılaştık. Bu duruma aslında hazırdık, o kapalı kaldığımız süreçte tam kapasite olmasa bile yarı zamanlı çalışıyorduk bunlara hazırdık. Bu erken talep tabii haziran ve temmuz, ağustos ayında çok ciddi bir talep patlaması yarattı. Pandeminin yavaşlaması ile dışarıdan gelen ihracat bazlı taleplerimiz müşteri talepleri, hem de içeriden gelen talep ile birlikte o süreçten ta ki geldiğimiz Kasım ayına kadar çok ciddi rakamlarla karşılaştık. Ekim ayına baktığınız zaman hem kapasite kullanım oranlarında hem de sanayi üretimlerinde çok ciddi rakamlar var. Sanayi üretimlerinde yüzde 10'a yaklaşan bir üretim artışı vardı, üçüncü çeyrek büyüme rakamımız 6,52 gibi bir rakam geldi. Kasım ayının ikinci haftasına kadar, Kasım ayının ikinci haftasından sonra tekrar bir kapanma ile karşı karşıya kalmamız, maalesef bizi biraz sıkıntıya soktu. Gerçi, ilk devredeki kadar paniklemedik ama yine de hem cirolarımızda, hem yeni müşteri siparişlerimizde, hem Avrupa'daki özellikle ihracat siparişlerinde ertelemeler oldu.

-İlk kapanma ile şimdiki kapanma arasında çok paniklemedik dediniz, bu önemli bir cümle aslında. İkisinin arasındaki fark size göre nasıl?

-İkisinin arasındaki fark, biraz önce bahsettiğim gibi kısıtlamaların talebi bu kadar düşüreceğini, ciroların bu kadar azalacağını, nakit akışının bu kadar yavaşlayacağını tahmin etmedik, süresini de bu kadar tahmin etmedik açıkçası süresinin bu kadar uzaması gittikçe küçük ve orta ölçekli işletmelerde sıkıntılara sebep oldu, Hem ciro bazında, hem nakit akışı bazında, hem istihdam bazında çok ciddi sıkıntılar yaşadık. Buna hazırlıklı da değildik. Ama ikincisine biraz daha hazırlıklıydık, dediğim gibi o ara zamanda yarı zamanlı da çalıştık ve beklenen bir talebin olacağına, ona göre de bir stok seviyesi belirledik kendi adımıza. Diğer taraftan bu süreçte Avrupa'nın da açılması çünkü bugün ihracat pazarlarına baktığımız zaman, Türkiye'nin yüzde 50'den fazla ihracatını Avrupa Birliği'nden yapıyoruz, bu ülkelerdeki kısıtlamaların kaldırılması bu erkenden talebi bir anda bize tabi sipariş olarak yansıttı. İkinci dalgada o kadar etkilenmediğimizi söyleyebilirim ama tabi bu sürecin uzaması gittikçe tabi bizim hem nakit akışımızda, hem cirolarımızda çok ciddi şekilde tahribata yol açtı. Şu an baktığımız zaman özellikle yeme içme sektöründe, kamu ve servis sektöründe çok ciddi şekilde ciro kaybı var. 

-Biliyorsunuz Cumhurbaşkanı yakın zamanda bir ek paket açıkladı. Destek paketi bunun yankıları nasıl oldu? İş dünyası bunu yeterli buldu mu?

-Açıklanan rakam 5 milyar TL civarnda bir rakamdı, orta ölçekli işletmelere çok ufak bir rakam da olsa, orta ve büyük bir rakam da olsa biz bunların hepsini olumlu ve pozitif karşılıyoruz. Hakikaten bunlara çok ihtiyacımız var, dediğim gibi tabi bu bütçe ile de alakalı bir şey, çerez tadında bazı şeyleri yapabiliyorsunuz. Dolayısıyla baktığımız zaman burada tabi kısa çalışma ödeneğinin mesela 28 Şubat'a kadar uzatılması avantaj oldu, KDV oranları bazı sektörlerde yüzde 18'den 8'e, bazılarında yüzde 8'den 1'e indirilmişti, o 31 Mayıs'a kadar uzatıldı o tabi bizim için pozitif bir yaklaşım oldu. Diğer taraftan, büyükşehirlerde gerçek ve tüzel kişilerde kira yardımı 750 TL üç ay boyunca bunlar olumlu gelişmeler. Diğer taraftan bir hibe desteği var, bu terzi, esnaf ve küçük esnaflar için geçerli 1000'er TL bunlar olumlu gelişmeler. Ama tabii ki dönüp baktığımız zaman bizim biraz daha desteğe ihtiyacımız var, stopaj konusuna çok değinmiştik, özellikle stopaj yüzde 10'a indirilmişti fakat dediğim gibi bizim beklentimiz bu kasım ve aralık ayında bu stopajın sıfırlanmasıydı, tabii bu da bir destektir. Genel olarak tabloya baktığınız zaman, en ufak bir desteğe bile şu an bizim ihtiyacımız buna var. Bunları olumlu karşılıyoruz.

-Cumhurbaşkanı 2021 yılı bütçesini değerlendirdi, bütçe 83 milyona hizmet edecek diyor. Lisans ve yüksek lisans öğrencilerine burslar, kısa çalışma ödeneğinin uzaması, vergi indirimini kapsayacağınıdile getirdi. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

-Kaynaklarımız tabii ki sınırsız değil, bu kaynakların verimli kullanılarak doğru yerlere gitmesi önemli. Açıklanan destekler küçük ve orta ölçekli işletmeler için reel sektör için önemli bir destekler ve teşvikler. Bunların biraz daha iyileştirip doğru yerlere ulaştırılması da çok önemli, doğru kişilerin de başvurması önemli. Burada hakikaten daha çok ihtiyacı olan işletmelerin bundan daha fazla pay alması, bunların iyi analiz edilmesi önümüzdeki süreçte çünkü, 2021'e bizim bu işletmeleri bir şekilde taşıyabilmemiz lazım. Eğer istihdamı, üretimi korumak istiyorsak, sanayiyi, imalatı desteklemek istiyorsak bu işletmelerimiz yaşatmamaz lazım. Burada kayıplarımızı ne kadar çok azaltırsak yani işletmelerin kapanmasını ne kadar çok azaltırsak, bizim için o kadar iyi, üretimimiz ve büyümemiz için o kadar pozitif yansıyacaktır.

-Artık ekonomi siyaset ile iç içe girdi biliyorsunuz her şeyi çok etkiliyor. Pandeminin en çok ihracata da etkisi oldu, nasıldı bu süreç? Bunu da değerlendirir misiniz?

-Bizim ihracat pazarlarımız özellikle, en büyük pazarımız Almanya pazarı, ikinci İngiltere, ondan sonra Ortadoğu geliyor Irak, Suudi Arabistan. Maalesef pandemi sebebi ile oralarda çok ciddi kayıplar var, müşteri taleplerinde, iş taleplerinde, kendi domestik pazarlarında çok ciddi bir tarım kaybı yaşıyorlar. Dolayısıyla bu bize maalesef otomatik olarak negatif etkiledi, sipariş ertelemeleri olsun, siparişlerde çok ciddi düşüşler oldu çünkü, bugün dönüp baktığınız zaman İngiltere, Almanya, Avusturya, Hollanda için çok ciddi ihracatımız var. Gıda ürünleri olsun, tekstil olsun, plastik hammaddeleri olsun, bunlarda çok ciddi ihracatlarımız var. Bunlarda hakikaten bu pandemi sebebi ile çok düşük rakamlara geldik, zaten bu ihracat rakamlarına baktığınız zaman son sekiz dokuz ayda ihracatta rakamları hep aşağı doğru gitti. Bunun yanında bir de sadece ihracat rakamının miktarı değil, değer bazında da maalesef biraz almıştık. Bugün 2019'da kilogram başına ihracatlarımız 1.6 dolar seviyesinde bir dolar seviyelerine kadar geriledik. Tabi bunları uzun vadeye bir strateji ile tekrar toparlanmamız lazım. Bu pandemi sürecinde birtakım ihracatta negatif gelişmeler olurken, diğer taraftan da bazı birleşmeler, bazı bloklar oluyor yani bugün işte reset denilen bir olay var, on tane Asya ülkesi, Çin, Yeni Zelanda, Avustralya, Japonya, Güney Afrika bir 15 ülke birleşip, yeni bir resatla bir blok kurup serbest ticaret anlaşması yaptılar. Bütün bunları analiz edip, iyi değerlendirmemiz lazım eğer önümüzdeki süreçte, hakikaten ihracat pazarlarında bir yer edinebilmek ve bu rakamları yükseltip, KDV oranlarını arttırmak istiyorsak, bunlara biraz çalışmamız lazım. 

ilke-i

-Finansman maliyetleri ile ilgili neler söylersiniz?

-Finansman maliyetleri, reel sektörün, küçük, orta işletmelerin, operasyon maliyetleri içerisindeki en büyük kalemlerinden bir tanesi, maalesef gelinen süreçte TL ile dolar arasındaki uyuşmazlıkla alakalı rakamlar çok yükseldi, bugün kamu bankaları bile ticari kredi faiz oranlarını yüzde 26 gibi çok ciddi büyük rakamlar. Bir örnek vereyim, siz bugün 100 bin lira bir kredi kullansanız bile portatif dediğimiz üç ayda bir geri ödemeli yani faizini ödediğinizde üç ayda 5000-5500gibi rakam ödüyorsunuz. Bunlar çok büyük rakamlar. Uluslararası piyasalara baktığımız zaman, rekabet ettiği ülkelere baktığımız zaman, rekabet ettiğimiz ülkelere baktığımız zaman ve kar marjlarının yüzde 8 ve yüzde 10 kadar düştüğü bir süreçte, ticari kredi oranlarının yüzde 20'ye yükselmesi bizi çok ciddi şekilde önümüzdeki süreci zor geçirecektir. Bunların uzun vadeye yayılması lazım burada Eximbank destekleri devreye girebilir, belki özellikle imalatçı ve ihracatçı işletmelere biraz daha uygun koşullarda kredi kullandırılması hem sektörün lokomotifi olan ihracat gelişmelerinde de bir yansıma yaratabilir, hem de küçük ve orta ölçekli işletmelerin yüzde 80'i özkaynaklarının dışında kredilerle hayatını sürdürüyor, bunlara bir can suyu olabilir. 

-Faiz oranının yükselmesine dair nasıl bir beklentiniz var? Bu faiz oranlarının yükselmesini doğru buluyor musunuz Siz? Bir de dolar yükselmeye devam eder mi?

-Türk piyasalarda dolara baktığımız zaman; bugün işletmelerimizde, Türkiye'deki işletmelere baktığımız zaman yüzde 97'si küçük orta ölçekli işletmelerden oluşuyor ve bunların yüzde 70'e yakını da ara madde, hammadde kullanıyor bunların çoğunluğu da ithal. Bu işletmelerin de yüzde 70'i bu ithal olan maddeleri dolar bazında alıp, işleyerek TL bazında satıyor. 2020 yılı başlarında 6 seviyesinde iken bir ara Ağustos ve Eylül'de artışla 8 liraya kadar çıktı, şu anda 8,64'larda yani TL dolara karşı yüzde 25 oranında değer kaybetti. Şimdi burada reel sektör olarak bizim çok yapabileceğimiz bir şey yok yani, bu çok büyük işletmelerin dışında, bankadan hedge mekanizması kullanmıyorsanız ki bu çok maliyetli bir şey, küçük orta ölçekli işletmelerin bugün 100 bin dolar borcu Ocak'ta 650 bin lira iken, Ağustos, Eylül ile bir anda 800-850 liraya yükseldi. Çünkü bütün girdi maliyetlerimiz dolar ama içeriye TL olarak satıyorsunuz. Yurtdışından yapılan bu alımlardaki kur farkını maliyetlerinize yansıtamıyorsunuz. Diğer taraftan faiz ile ilgili gelişmeleri söylediniz, faiz maalesef biz yükselmesini de istemiyoruz ama şu anki makro ekonomik gelişmelere baktığımız zaman bir dengelenme olacak ise ne kadar az olursa bizim içerideki küçük orta ölçekli işletme için o kadar iyi yani bugün ticari faizler kamu bankalarında 26 bir dediğimiz özel bankalarda 22-23 lere kadar gidiyor, bunlar çok ciddi rakamlar. Bu maliyetlerin bu kurlarla altından kalkmak hakikaten çok zor bir süreç. 

-2020 yılı genel analizi ile 2021'den iş dünyası olarak neler bekliyorsunuz?

-2020 biraz önce bahsettiğim gibi açıkçası Ocak-Şubat Mart'ta özellikle hakikaten reel sektör çok iyi başlamıştı, bu küresel anlamda da böyle hem Avrupa pazarı hem Amerika pazarı olsun herkes çok iyiydi, çok iyi başlamıştı. Covid-19 ile birlikte dünya küresel anlamda bir sıkıntıya girdi, bugün büyük merkez bankalarına da baktığımız zaman içeriye çok ciddi şekilde para pompalayarak ancak hem halkı hem de işletmeleri ayakta tutmaya çalışıyorlar. 2020 yılını maalesef biraz kayıp yılı olarak nitelendirmek yanlış olmaz ama dediğim gibi biz bu kendi içimize baktığımız zaman biz işletmelerimizi kişilerin gelir düzeylerini bir şekilde çok fazla kaybetmeden bunu 2021'e taşıyabilirsek ben 2021 yılı ikinci yarısından itibaren yani eğer bu ülkede covid sayısında aşıya bağlı olarak bir azalma olursa hem yurtdışı pazarlarda, hem içeride talebin tekrar başlayacağını, ihracat siparişinin yeniden başlayacağını, önümüzdeki süreçte yani Ağustos, Eylül ile birlikte bir negatif gelişme yaşamaz isek tekrar piyasanın özüne döneceğini, yavaş yavaş da olsa. Ama tabi toparlanma sürecinin maalesef 2022-2023 ü bulacağını, yani 2019 yılındaki ihracat rakamlarına dönebilmek için maalesef üç yıllık zaman var. Önümüzdeki 2021'in ikinci yarısından itibaren Ağustos, Eylül, Ekim okul sezonu ile birlikte bir talepte artma, yavaş yavaş gelirlerde de biraz artma yavaş yavaş piyasalara denge geleceğini bekliyorum.

-Pandemi ile birlikte bazı iş dünyasındaki şirketler yeni arayışlara girdi, Sizin bu durumla ilgili analiziniz varmı? Bir de tabi e-ticaret sizde nasıl durumlar?

-Evet e-posta, e-ticaret internet pazarlamasına geçişte yüzde 90 oranında bir artış söz konusu, biz işletmeler olarak bunun onayı ile ilgili bazı çalışmalar yaptık. Bu e-ticaret ile ilgilenen küçük orta ölçekli işletmeler, çeşitli ticaret kanalları, çeşitli sanat ticaret fuarları zaten şu an devam eden bir katkıda bulunuyoruz. Diğer taraftan baktığımız zaman tarımla ilgili, zaten ben de tarım sektörü içerisindeyim, bir kez daha anladım ki; kendi kendini resetleyen ülkelerin ayakta kalmak olasılığı daha yüksek oluyor. Biz bu anlamda biraz daha şanslıyız çünkü üretim ürünleri olsun hem hububat anlamında olsun, hem yaş sebze meyve anlamında olsun hiç sıkıntı yaşamadık bu pandemi sürecinde, Avrupa'ya dönüp baktığımız zaman onlarda ciddi sıkıntılar yaşadılar. Hem tedarik zinciri ile alakalı sıkıntılar yaşadılar, hem üretimi ile alakalı sıkıntılar yaşadı. Ama tabii bizim de burada geliştirmemiz gereken kendimize de çuvaldızı batırmamız lazım bazen baktığımızda birliği arttırmamız lazım özellikle tarım ürünlerinde çünkü, dönüp baktığın zaman biz 1980 ile 90 arasında özellikle hububatta, bakliyat dediğimiz nohut, mercimek, pirinçte net ihracatçı pozisyondayken 90'dan sonra çok ciddi gerilemeler yaşadık, yani bugün bakliyattan büyük kısmını ithal ediyoruz ve bunları Kanada, Ukrayna, Rusya'dan ithal ediyoruz, bunlara tabi bir çözüm bulmamız lazım önümüzdeki dönemde. Ben bunlarla ilgili bazı çalışmaların yapıldığını görüyorum işte bu lisans depocu sistemi başladı, bazı yerlerde tarım kredi kooperatiflerinin etkileri arttırıp, yeni uygulamalara teşvikler büyüyor. Önümüzdeki dönemde pozitif algılanacaktır ama bizim biraz daha maalesef çalışmamız lazım, üretmemiz lazım. Biraz daha eğitime ve bilgiye önem vermemiz lazım. Çok iyi takip edip, çok iyi analiz etmemiz lazım çünkü, biraz önce bahsettim hakikaten çok ciddi bloklaşmalar var, bu serbest ticaret anlaşmalarını bir şekilde bir tarafından bizim de yakalamamız lazım.

-Bu sektörler arasında özellikle kargo sektöründe büyük sorunlar yaşanmış ve yaşanmaya devam ediyor. Bazı kargo şirketleri, pandemiden dolayı yaşanan yoğunluktan dolayı adresten kargo alımı da yapamıyorlar. Bu sorun nasıl çözülür? Bununla ilgili bir fikriniz var mı?

-Kargo da başka bir sorun ama pandemi süresince biz tedarik zincirlerinde çok ciddi sıkıntılar yaşadık, yaşıyoruz şu an. Özellikle bu ithal hammadde sorunuyla alakalı çok boş konteyner sorunu var hem ihracatımızda, hem ithalatımızda, ithalat için hammadde buluyorsunuz bugün yurtdışından malı yüklüyorsunuz ama bunun gelme süresi normalde 30-45 gün iken, bugün 60-90 güne çıktı ve navlun fiyatları ile konteyner fiyatları inanılmaz derecede yükseldi.Enflasyon oranlarına baktığımızda son rakamlarda üretici fiyatları yüzde 20 üzerinde çıktı ve Ağustostan beri yükseliyor. Bunların etkileri bile vurdu yani bu navlun fiyatlarının artması ve finansman maliyetlerinin artması, gemiz trafiğinin Türkiye yönünde çok azalması, maalesef küresel ticaretten kaynaklı bir azalma ile bir trafiğin azalması ve içeride bütün liman operasyon maliyetlerinin çok yükselmesi gibi, bunlar dolar bazında yapılıyor. Bunlar tamamen küçük ve orta ölçekli işletmelerin önümüzdeki dönemde savaşacağı zorluklar. Biz elimizden geldiği kadar bunları tüketiciye yansıtmamaya çalışıyoruz zaten talep çok güçlü olduğu için ama bunu nereye kadar yansıtılır bilemiyoruz.

-Pandemi ile birlikte öne çıkan meslekler oldu mu? Bu konuda bir öngörünüz var mı?

-Sizin de biraz önce bahsettiğiniz gibi taşıma sektörü aslında önemli değer kazanacak. Bugün ticaret de yapsanız e-ticarette yapsanız ürünleri, bilgisayardan da verseniz bunların bir şekilde ulaştırılması gerekiyor. Bu sektör servis sektörlerinde önem kazanabilir uzun vadede tekrar bu talebe bağlı olarak özellikle bundan sonra bir tekrar bir talebe bağlı olarak özellikle bundan sonra bir talep vardı bunlarla ilgili olarak petrol şirketleri, güneş enerjisi bunlar gündeme gelebilir.Şirketlerin uzaktan çalışma sistemi bütün bunlar önümüzdeki süreçte açıkcası yaşayıp göreceğimiz şeyler olacak.

]]>
Gazete Birlik info@gazetebirlik.com
Yeni ticaret bloğu RCEP büyük fırsat https://www.analizgazetesi.com.tr/haber/yeni-ticaret-haberu-rcep-buyuk-firsat-1167/

Sedat YILMAZ

Ege İhracatçıları Birliği (EİB) Koordinatör Başkanı Jak Eskinazi, Asya Pasifik’te yeni oluşturulan Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık (RCEP) bloğunun Türkiye için büyük fırsatlar oluşturduğunu söyledi.

İş dünyasına göre, Avrupa Birliği (AB) ve ABD-Kanada ekonomik bloğu ile birlikte dünya ticaretine yön verecek aralarında Çin, Japonya ve Güney Kore, Avustralya ve Endonezya’nın da bulunduğu Asya Pasifik’teki 15 ülkeli Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık (RCEP), AB ve ABD ile ticari sıkı ilişkiler yürüten Türkiye’ye, salgın sürecinde küresel ticarette önemli bir misyon yüklüyor.

İngilizce adı Regional Comprehensive Economic Partnership olan ve yeni kurulan RCEP’in son dönemde AB ve ABD ile ilişkileri iyi gitmeyen Türkiye’yi yeniden batıya yakınlaştırabileceği ve aralarındaki buzları eritebileceği tahminleri yapılıyor.

Korumacılığın giderek arttığı dünyada en büyük serbest ticaret alanı olması hasebiyle RCEP’in yakın gelecekte küresel ticarette dengeleri değiştireceği öngörülüyor.

15 üyeli RCEP topluluğunda 2,2 milyar insan yaşıyor ve küresel ticaretin yüzde 30’unu gerçekleştiriyor. Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık (RCEP) anlaşmasına imza koyan ülkeler Myanmar, Tayland, Laos, Vietnam, Kamboçya, Endonezya, Malezya, Brunei, Singapur, Filipinler, Çin, Güney Kore, Japonya, Avustralya ve Yeni Zelanda’dan oluşuyor.

Brexit blokları hareketlendirdi

Türkiye’nin RCEP ülkeleriyle STA’larını yaygınlaştırdığında ülkeler birbirlerine gümrüksüz mal satacağından söz konusu dış ticaret açığını düşürebileceği ve ticaret hacmini artırabileceği tahminleri yapılıyor.

Genel görüşe göre, Pasifik’teki anlaşma Avrupa’yı yakından ilgilendiriyor. Türkiye ile yakın ilişkileri olan Türkiye’ye söz konusu durum önemli fırsatları beraberinde getiriyor. İngiltere ile yapılan serbest ticaret anlaşmasından (STA) sonra Türkiye’yi AB’nin dışında farklı bir yere konumlandıracak sürecin RCEP ile de ticareti geliştirmek adına önemli bir sinerji vereceğini, bu durumun AB ve ABD ticari ilişkileri müspet etkileyeceği kaydediliyor. AB ile Gümrük Birliği üzerinden aynı ticaret bloğunda yer alan Türkiye, uzun bir süredir Gümrük Birliği’nin güncellenmesini talep ediyor.

RCEP’e dış ticaret açığı veriyoruz

Yaklaşık 170 milyar dolarlık toplam ihracatının yarısını AB ülkelerine gerçekleştiren Türkiye, RCEP ülkelerine ise 2019 yılında 7 milyar 168 milyon dolar ihracat yaptı. RCEP ülkelerinden ithalatı ise 36 milyar 108 milyon dolara ulaştı. 2019 yılında 31 milyar dolar dış ticaret açığı veren Türkiye, bu dış ticaret açığının 28 milyar 940 milyon dolarlık dilimini RCEP ülkelerine verdi. Türkiye RCEP üyesi 15 ülkenin 12 tanesine dış ticaret açığı veriyor.

Türkiye, RCEP ülkeleri içinde en çok ihracatı 2019’da 2 milyar 726 milyon dolarlık tutarla Çin’e yapıyor. Türkiye’nin halihazırda Asya Pasifik bölgesinde Malezya, Singapur ve Güney Kore ile serbest ticaret anlaşmaları bulunuyor.

Türkiye’nin RCEP ile STA’larını yaygınlaştırması durumunda bloğa dahil 15 ülkenin herhangi birinde üretim yapan Türk firmaları tedarik zincirlerinden daha etkin faydalanabileceği gözleniyor.

STA’ları hızlandırmalıyız

RCEP ile ilgili gelişmeleri değerlendiren Ege İhracatçıları Birliği (EİB) Koordinatör Başkanı Jak Eskinazi, dünyanın krizden geçtiği salgında küresel ticaretin yüzde 30’unu kapsayan 15 ülkeli Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık (RCEP) bloğunun, Türkiye’yi AB ve ABD-Kanada ticaret bölgesine yakınlaştırmada etkili olacağını söyledi.

Asya Pasifik’te 15 ülkenin bir araya gelerek oluşturduğu Regional Comprehensive Economic Partnership (RCEP) serbest ticaret bloğunun küresel ticarette yeni bir dönemi başlattığını belirten EİB Koordinatör Başkanı Jak Eskinazi, “Bu gelişme Türkiye için büyük bir fırsat olabilir. RCEP’e imza atan 15 ülkeden 3’ü ile serbest ticaret anlaşmamız var. Diğer ülkelerle de bunu hızlandırmalıyız” dedi. Dünyada halen ABD – Kanada, Avrupa Birliği ve RCEP ülkelerinin oluşturduğu 3 ana eksenli ticaret bloğunun bulunduğu bilgisini veren Jak Eskinazi, RCEP ülkeleriyle işbirliğinin geliştirmesi başta Avrupa Birliği ve ABD-Kanada ticaret bloğuna dahil ülkelerin Türkiye’ye ilgisini artıracağını bildirdi.  

jak-i

Kaliteli büyüme gerekiyor

Dünya ticaret bloklarının iyi değerlendirilmesi ve yapılacak işbirlikleriyle ülkenin önemli bir seviye kazanacağının altını çizen EİB Koordinatör Başkanı Eskinazi, Türkiye’nin küresel salgında dünyanın en büyük katılımcı nüfusuna sahip ve gelişme potansiyeli en yüksek ülkelerinin bir araya geldiği RCEP ülkelerini batıyla entegre edebilecek birçok alanda çözüm ortağı olabileceğini vurguladı.

EİB Koordinatör Başkanı Eskinazi, Türkiye’nin bu ülkelerle serbest ticaret anlaşmalarıyla ticari kapsamını genişletebileceğini belirterek, bundan böyle gelecek süreçte yüksek hızlı büyümenin yerine yüksek kaliteli ve sürdürülebilir bir ekonomik büyümede standardın yakalanması gerektiğini kaydetti.

EİB Koordinatör Başkanı Jak Eskinazi, yaşanan tüm güçlüklere rağmen Türkiye’nin üçüncü çeyrekte yüzde 6,7’lik büyüme oranıyla G-20 ve Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (OECD) ülkeleri arasında en hızlı büyüyen ülkelerden biri olduğunu, bu potansiyelin RCEP’te de kullanılabileceğini söyledi.

Türkiye dünyadan ayrıştı

2020 yılında en büyük krizlerinden biriyle karşı karşıya kalan dünyanın zor bir dönemden geçtiğini hatırlatan Jak Eskinazi, Türkiye ekonomisinin her şeye rağmen potansiyeliyle salgına karşı durduğunu ve şu anda 3’üncü çeyrek ile birlikte toparlanma yoluna girdiğini belirtti.

Pandemide devreye alınan birçok tedbir ve destekle, ticarette geliştirilen yeni yöntemler ve dijitalleşme hamleleriyle Türkiye’yi dünyadan ayrıştıracak bir pozitif büyüme verisine ulaştıklarını hatırlatan Eskinazi, “Sanal fuarlarımız, sanal ticaret heyetlerimiz sonucunda pek çok yeni iş birliğine imza attık. Firmalarımız İspanya’dan Güney Afrika’ya kadar dünyanın birçok ülkesinden yabancı alıcılarla görüşerek, hem zamandan hem bütçeden tasarruf ederek, yıllardır toplayamadıkları kartvizitleri üç-dört günde topladı” dedi.

RCEP’in yüksek potansiyele sahip Türkiye için önemli kapılar açabileceğine ve fırsatlar oluşturabileceğine değinen Eskinazi, “1980’li yıllardan beri İzmir’in ‘serbest şehir’ ilan edilmesi çeşitli taraflar tarafından ısrarla dile getiriliyor. Artık İzmir’in potansiyelinin ve stratejik konumunun farkına varıp, harekete geçmeliyiz. İzmir Limanları da RCEP ülkeleri için batıya açılma kapısı olabilir. Bu da ülke ekonomisine ciddi oranda katkı sağlar” diye konuştu.

İklim krizi de önemli sorun

Dünyanın bugün yüzleşmesi ve acilen önlem alması gerektiği diğer konunun da iklim krizi olduğunun altını çizen Jak Eskinazi, “Bu kriz küresel bir sorun ve küresel bir çözüm gerekli. Her yıl atmosfere 10 gigaton karbon salıyoruz. Bu da 27 bin Empire State binasına eşit. İnsanlığın bir şansının olmasını istiyorsak küresel ekosistemi canlandırmalıyız. Geleceğimiz, doğayla yaşama tercihimize göre şekillenecek” uyarısı yaptı.

Türkiye’nin de küresel iklim krizine karşı tedbir almakta gecikmemesi ve bir yön belirlemesi gerektiğine vurgu yapan Eskinazi, “Dünya ticareti artık insan hakları, çevre, dijitalleşme üzerine şekilleniyor. Bütün ülkelerin iklim krizi ve dijitalleşme diplomasileri devam ediyor. Dünya Ekonomik Forumu’nda, G20 zirvesinde, Çin’in 2021-2025 yıllarını kapsayacak olan 14. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda, 173 devlet ve hükümet başkanının katıldığı online düzenlenen BM’nin kuruluşunun 75. yıldönümünde ve daha birçok önemli zirvede altı çizilen konular; sürdürülebilir kalkınma, çevre, insan hakları, teknoloji transferi kısacası “köklü yenilikler” şeklinde konuştu.

Pandemi hayatı değiştirdi

Pandeminin dünyanın ihtiyacı olan adil, daha güvenli, şeffaf yeni bir ekonomik modelin ortaya çıkışına zemin hazırladığına dikkat çeken EİB Başkanı Eskinazi, “Dünya Ekonomik Forumu’nun kurucusu Klaus Schwab’ın dediği gibi, pandemi dünyamızı yeniden tasarlamak ve yeniden başlatmak için bir fırsat sunuyor. 2020 yeni dünya düzeninin tohumuydu. O tohumun sonuçları 2021 ve sonraki yıllarda karşımıza çıkacak. Dijitalleşme, blockchain teknolojisi hem dünya ekonomisinin hem iklim krizinin geleceği olabilir” dedi.

Her ülkenin artık istediği gibi sanayi üretemeyeceği, ekolojik standartlara bağlı bir sürece girdiğini hatırlatan Eskinazi, her ülkeye ait bir karbon ayak izninin olacağı bir döneme girildiğini, sanayi alt yapımız çok güçlü olsa da küresel sanayileşme rotasıyla hareket edilebileceğini kaydetti.

Eskinazi, “Sürdürülebilir ekonomik büyüme, çevreci yaklaşım ve dijitalleşmeyle mümkün. Ülkemizin ekonomisiyle ilgili yapılacak düzenlemeler ve girişimler bu unsurlardan bağımsız planlanamaz. Sanayi stratejimizde, orta ve uzun vadeli kalkınma planlarımızda iklim değişikliği, yeşil dönüşüm yatırımları, yenilenebilir enerji politikaları, temiz enerji teknolojileri, blockchain teknolojisi, dijitalleşme yer almalı. Firmaların dijitalleşme oranı ne kadar fazlaysa cirosu bir o kadar artıyor” dedi.

Strateji eylem ve reform paketi

EİB Başkanı Eskinazi, döngüsel ekonomi yol haritasının oluşturulması gerektiğini belirterek, bu yol haritasının inovasyon fonlarıyla desteklenmesi gerektiğini söyledi. Blockchain teknolojisinin marka değerini artırdığını vurgulayan Eskinazi, “Blockchain teknolojisi, e-ticaretin yükselişi, dijital ödeme yöntemlerinin yaygınlaşmasıyla firmalarımızın her geçen gün artan rekabet ortamı içerisinde istikrarlı bir şekilde ilerleyebilmesi için şart” ifadelerini kullandı.

Finlandiya’nın bile döngüsel ekonomi uygulamasında öncü ve bu modele geçtiğinden beri yılda 2-3 milyar euro değer oluşturduğunu hatırlatan Jak Eskinazi, “Türkiye’nin ve dünya ekonomisinin geleceği, ekonomik büyümede istikrarın sağlanması, yeniden dönüşümü esas alan döngüsel ekonomiyi güçlendirecek yeni sürdürülebilir bir eylem stratejisi ve bir reform paketiyle mümkündür. Sadece ticaret de değil. Ulaşımdan, turizme kadar birçok sektörde, kendi yaşamımızı da değiştirecek, çevre ve blockchain teknolojisinin entegre edildiği girişimlere tanıklık etmeye başladık” ifadelerini kullandı.

]]>
Gazete Birlik info@gazetebirlik.com
Üretimde dünyanın stratejik çözüm ortağı https://www.analizgazetesi.com.tr/haber/uretimde-dunyanin-stratejik-cozum-ortagi-9466/

Sedat YILMAZ

Coşkunöz Holding CEO’su A. Erdem Acay, küresel anlamda dünyanın stratejik çözüm ortağı olarak hedeflerini daha ileriye taşıyarak yatırım, üretim ve ihracatta daha iyi bir noktaya yürümek için planlamalarını yaptıklarını söyledi.

Bursa merkezli Coşkunöz Holding’in faaliyetleri, yatırımları ve hedefleriyle ilgili Analiz Gazetesi’ne değerlendirmelerde bulunan A. Erdem Acay, Bursa’dan dünyaya uzanan ‘sanayinin köprüsü’ olma misyonlarıyla 70 yıldır faaliyet gösterdiklerini anlattı.

Dünyada öne çıkan stratejik sektörlerde faaliyet gösterdiklerini belirten Acay, otomotiv, savunma, havacılık, enerji, çevre teknolojileri, bilişim ve lojistik alanlarında 12 şirketle Türkiye’yi en iyi şekilde temsil etmeye çalıştıklarını dile getirdi.

Başarılarını tecrübe ve teknolojiyle birleştirerek planlı ve disiplinli çalışmaya bağladıklarını ifade eden A. Erdem Acay, yatırım, üretim ve ihracatla ülke ekonomisinin büyümesi için gayret gösterdiklerini kaydetti.

Her alanda varız

3 yurt dışı yatırımlarını sıralayan A. Erdem Acay, Romanya-Dragasani’de Coşkunöz Metal Form ve İtalyan otomotiv markası CLN Grup otomotiv bölümü Magnetto Automotive iş birliğinde kurulan Coşkunöz MA, Rusya’da çelik devi PJSC MMK Şirketler Grubu ortaklığında devreye alınan Çelik Servis Merkezi  ve 2014 yılında Rusya’da kurulan Coşkunöz Alabuga’nın faaliyetlerini başarıyla devam ettirdiklerini söyledi.  

A. Erdem Acay, “Diğer taraftan bilişimde CITS Bilişim Hizmetleri (Cloud Information Technology Services), lojistikte Cem Taşımacılık, sigorta alanında Adalco Sigorta Aracılık Hizmetleri, savunma havacılıkta Coşkunöz Savunma ve Havacılık, enerjide atık bertarafı uzmanlığımızla INEVA Çevre Teknolojileri ve Sınırsız Enerji şirketleri ile çalışmalar yürütüyoruz. Toplam 125 bin metrekare kapalı alana sahip 9 üretim yerleşkesinde faaliyetlerimize devam ediyor. 33 aktif müşterimiz için mühendislik, proje yönetimi gibi konularda hizmet veriyor ve ürün temin ediyoruz” dedi.

Güney Kore için üretilen helikopterlerde Coşkunöz Holding’in imzası olduğunu, Eskişehir’deki fabrika’da Güney Kore genel maksat helikopterlerinin orta gövdesinin kendileri tarafından yapıldığını hatırlatan A. Erdem Acay, Türk sanayisinin dünyada sınırları aştığını ve daha nice alanlarda aşmaya devam edeceğini, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank’ın Eskişehir’deki Coşkunöz’ün tesislerini gezerek helikopterlere imzasıyla onayladığını kaydetti.

Pozitif tabloya döneriz

Türk otomotiv sektörünün küresel salgın yılı olarak bilinen 2020’yi 22 milyar dolar ihracat ile kapattığını geçen yılda ayrı rakamın 26,9 milyar dolar olduğunu hatırlatan A. Erdem Acay, “2020 senesi birçok ani gelişmenin yaşandığı ve hayatımıza pandeminin girdiği bir yıl oldu. Otomotiv sektörü de değişimin yaşandığı sektörler arasında ilk sıralarda yer aldı. 2020’ye iyi bir başlangıç yapan otomotiv sektörü Ocak ayında ihracatını da bir önceki yıla oranla yüzde 3,2 artırdı ve 2,4 milyar dolarlık gelir sağladı. Bu doğrultuda yıla ciddi umutlarla başlamış, hatta ilk çeyrekte de satışlarda bir önceki seneye göre yüzde 40’ı aşan bir büyüme görmüştük. Ancak Covid-19 pandemisiyle birlikte bu pozitif tablo bozuldu” bilgisini verdi.

2020’nin ilk yarısında Avrupa ve Batı Avrupa’dan araç satışları daralırken Türkiye ve Çin gibi ülkelerde pazarın büyüdüğünü dile getiren Coşkunöz Holding CEO’su A. Erdem Acay, “Her şey yolunda gittiği takdirde, büyüyen pazarımızı ve birçok ülkeye yakın olan konumumuzu etkili bir şekilde kullanabilirsek yılı en iyi şekilde kapattığımızı düşünüyoruz” dedi.

Coşkunöz yüzde 15 büyüdü

Holding olarak pandemi yılında istikrarlarını koruyarak yüzde 15’lik bir büyüme sağladıklarını belirten A. Erdem Acay, “Ulusal ve uluslararası birçok görüşme gerçekleştiriyoruz, birçok iş birliğine imza atıyoruz. Bugüne kadar yer almadığımız son dönemde eğilim duyulan ve ilgi gören yeni sektörlere odaklanıyoruz” dedi. Küresel büyümenin bu yıl ekonomiye olumlu yansıyacağını gözlemlediklerini dile getiren Acay, tüm dünyada toparlanma yolunda adımlar atıldığını ve Türkiye’nin de 3’üncü çeyrekteki yüzde 6,7’lik büyümesiyle bunu gösterdiğini söyledi. Son çeyrekte büyümelerin 3’üncü çeyreğe göre biraz düşeceğini ifade eden Acay, “Raporlarda karantina önlemlerinin azalmasıyla ekonomik faaliyetin beklenenden erken iyileştiği ve bunun güçlü bir toparlanmanın göstergesi olduğunu açıklıyor. Yine aynı raporda, küresel ekonominin 2021'de yüzde 5,2 büyüyeceği tahmin ediliyor. Bu büyümenin de ekonomiye ve yer aldığımız sektörlere olumlu yönde yansıyacağını düşünüyoruz” şeklinde konuştu.

Yatırımları tamamlayacağız

Coşkunöz Holding olarak 2020 yılında yurt içi ve yurt dışında 350 milyon TL’nin üzerinde yatırım yapmayı planladıklarını, yılın ilk aylarında bunu gerçekleştirmelerine rağmen Mart ayından itibaren sektörel gelişmeler ve nakit akışlarındaki düzensizlik sebebiyle yatırımları erteleme kararı aldıklarını hatırlatan Acay, “Hayatın normale dönmesiyle birlikte öngörülerimiz ve 2021 yılında planladığımız tüm yatırımları gerçekleştirmeyi, üretimimizi ve pazar payımızı artırarak globalleşmeyi hedefliyoruz” dedi.

2019 yılında farklı ülkelerde yeni yatırımlar gerçekleştirip pazar paylarını ve üretim kapasitelerini artırırken diğer yandan uzun süreli anlaşmalar için yeni mutabakatlara imzalar attıklarını dile getiren A. Erdem Acay, “Kalıp üretimi konusunda daha önce çalışma fırsatı bulamadığımız Rusya Federasyonu ve Avrupa ülkelerindeki önemli müşterilerle çalışma fırsatı bulduk. Ağırlıklı olarak Almanya, Rusya ve Fransa’ya ihracat yaparak 2019 hedeflerimizi gerçekleştirdik. Özellikle Rusya, Türki Cumhuriyetlerdeki potansiyelin arttığını görüyoruz ve 2021 için de aynı hedef ile çalışmalarımızı yürütüyoruz” diye konuştu.

A. Erdem Acay, Global çözüm ortağı olma hedefleri doğrultusunda Avrupa, Kuzey Afrika ve Amerika, Türki Cumhuriyetler ile Rusya otomotiv pazarında da seri üretim ve otomotiv kalıbı üretiminde proje ortaklıklarıyla stratejik iş birlikleri çalışmalarına hız verdiklerini kaydetti.

erdem-i

Yeni işbirlikleri ve projeler

 Otomotivde Uzakdoğu ile temaslarını artırma hedefi ve girişimlerinin olduğunu anlatan A. Erdem Acay, Çin ile Türkiye’de ve Çin’de kalıp ve seri üretim için stratejik ortaklıklar yapmayı hedeflediklerini ve özellikle Avrupa’da kuracakları lokasyonla müşterilerine çözüm ortağı olma konusunda ana strateji geliştirdiklerin belirtti.

Otomotivin yanı sıra savunma ve havacılıkta yakın zamanda duyurmayı planladıkları yeni iş birlikleri ve projeleri olgunlaştırdıklarını dile getiren A. Erdem Acay, “Otomotivde olduğu gibi havacılık ve savunma sanayisinde de birçok küresel üretici ile çalışarak ülke ihracatımıza katkı sağlıyoruz. Yine 2021’de çevre teknolojilerinde Doğu Avrupa, Türki Cumhuriyetler ve Rusya pazarlarında aktif rol oynamaya başlayacak, yerli ve milli üretimimiz olan atık bertaraf sistemimizi global pazarlara açmayı planlıyoruz” dedi.

 Coşkunöz MA şirketleri tarafından Romanya’da 25 milyon euroluk yatırımla hayata geçirdikleri fabrikayı bu yıl tamamlayıp tam kapasiteye ulaştırmak için çalıştıklarını, buradan Avrupa coğrafyası ve firma olarak Dacia’ya üretim yapmayı ve 40 milyon euro ciro hedeflediklerini belirten A. Erdem Acay, ayrıca Romanya’da Coşkunöz MA tarafında yaptığımız yatırımın yanı sıra Asya-Pasifik bölgesi için de çözüm ortağı olma yolunda ilerlediklerini, sahip oldukları bilgi birikimleriyle yeni yılda Rusya’daki pazar paylarını artıracaklarını söyledi.

Bu yıl hedefimiz Rusya

70 yılı aşan üretim tecrübe ve küresel güçlerini kullanarak küresel ekonomiyle birlikte büyümeyi sürdüreceklerini dile getiren A. Erdem Acay, bu yıl Rusya’nın yerli otomobilinin ana tedarikçisi olmak için çalıştıkları bilgisini verdi.

PSA Peugeot-Citroen’in Mitsubishi ile ortaklaşa kurduğu PCMA Rus fabrikasında üretilen hafif ticari araçların orta ve büyük ölçekli gövde parçalarının üretim ve teslimatını yaptıklarını hatırlatan CEO A. Erdem Acay, “Bu kapsamda Peugeot Partner ve Citroеn Berlingo modellerinin, gövde parçalarını, LLC Coşkunöz Alabuga tesisinden PCMA Rus fabrikasına gönderiyoruz. Aynı zamanda Ford’un Rusya’da yeniden yapılandırılması nedeniyle değişen üretim hacimlerinin telafi edilmesini sağlıyoruz. 2021 yılında seri üretime geçilmesi planlanan Rusya’nın yerli otomobili Aurus araçlarına ait parça üretiminde ana tedarikçi olmak için çalışmalarımızı sürdürüyoruz” dedi.

Söz konusu projelere ek olarak Rusya’daki farklı bölgelerde üretim gerçekleştiren Avrupa’nın önemli bir otomobil üreticisiyle yeni bir projeye imza attıklarını duyuran Coşkunöz Holding CEO’su A. Erdem Acay, “İlk etapta 12 milyon euroluk yatırımla 2022 yılında seri üretime geçmeyi ve bölgedeki pazar payımızı artırmayı planlıyoruz” ifadelerini kullandı.


]]>
Gazete Birlik info@gazetebirlik.com
"Sermaye servete değil yatırımlara yönelmeli" https://www.analizgazetesi.com.tr/haber/sermaye-servete-degil-yatirimlara-yonelmeli-6737/

Sedat YILMAZ

Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) Başkanı Abdurrahman Kaan, tüm imkân ve projeleriyle yapısal reform çalışmasının destekçisi olacaklarını söyledi.

MÜSİAD Başkanı Kaan, ekonomideki son gelişmeleri Analiz Gazetesi’ne değerlendirdi.

Hükümet tarafından başlatılan reform hareketinin iş dünyası adına önemli bir gerçekleşme olduğunun altını çizen Abdurrahman Kaan, “Pandemi sürecinde başlatılan reform hareketini önemsiyoruz. Bizzat, pandemi süreci dâhil başkanlığım dönemimde yaptığım yurt gezileri ve yurt dışı şube ziyaretlerimde edindiğim kanı; üretim gücümüzün aslında gerekli koşullar sağlandığı takdirde yeniden ve hevesle çarkları döndürmeye hazır olduğunu göstermektedir. Nitekim son büyüme rakamlarının ayrıntılarındaki imalat sanayi katkısı ve sabit sermaye yatırımlarındaki artış, bu hususta umut vericidir” dedi.

Türkiye’nin pandeninin ardından hem tedarik hem de lojistik ağları açısından kendine hatırı sayılır bir yer bulması için şimdiden temel üretim ve yatırım paradigmalarında değişimlerin yapılmasının şart olduğunu belirten Kaan, “Bu nedenle Hazine ve Maliye ve Adalet Bakanlıkları nezdinde ve Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın önderliğinde başlatılan bu yapısal reform hareketini MÜSİAD olarak desteklediğimizin altını çiziyorum. Tüm imkân ve projelerimiz ile bu reform hareketinin destekçisi olacağımızı da beyan ediyorum” diye konuştu.

Uzun vadeli çözümler şart

MÜSİAD’ın tüm şube ve temsilcilikleri ile üyelerinden gelen saha bilgisini çalışma hayatı, finansman, vergi ve ödemeler, hukuk ortamı, sektörel talepler, gıda, tarım ve hayvancılık başlıkları altında tasnif ettiklerini hatırlatan Kaan, “Gördük ki, bu kez Türkiye’nin ihtiyacı olan, mikro düzenlemelerden ziyade zihinsel bir dönüşüm ve bilhassa yatırım-üretim-ticaret hattında senkronizasyonu teşvik edecek bir paradigma değişimidir. Bu nedenle kısa vadeli çözümlerin artık sermaye, emek ve hammadde piyasalarında istenilen etkiyi oluşturmayacağı kanaatindeyiz” bilgisini verdi.

Saha bilgilerini tasnif ederken öneri ve taleplerini makro ve mikro ölçekli düzenlemeler şeklinde iki ayrı kategoriye ayırdıklarını belirten Kaan, “Saha yaygınlığımızın verdiği avantaj ile ekonominin sinir uçlarından gelen veriler toplanırken bir yandan da makro düzeyde Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu durumda büyüme bileşenlerinin nasıl şekillenmesi gerektiği, sabit sermaye yatırımlarının nasıl artırılması gerektiği, yabancı yatırımcıların Türkiye’yi tercih etmesini sağlayacak ekonomik ve hukuki çerçevenin yeniden ortaya konması gibi hususları dile getirdik” dedi.

Sermaye servete gitmemeli

Kaan, Türkiye’nin bundan sonraki süreçte; sermaye, teşvik ve girişimcilik verimliliği alanlarında çok daha dikkatli olması gereken ve daha seçici adımlar atmasını zorunlu kılan bir ekonomik paradigma değişimine ihtiyacı olduğunun altını çizdi.

Sermayenin servete değil, yatırıma ve tasarruflara yönelik sermaye stokuna evrilmesi gerektiğine vurgu yapan Abdurrahman Kaan, firma ve devlet olarak bütçelerin dayanıklı bir yapıya kavuşmasını temin etmek için etkin proje yönetimlerine ihtiyaç olduğunu belirtti. 

musiad-i

Özel sektörün sermaye stoku oluşturma yükünü devletin omuzundan alması ve proje bazlı ortaklıklarla sisteme doğrudan dâhil olması gerektiğini dile getiren Abdurrahman Kaan, “Rezervlerin yeniden istenilen düzeye gelmesi adına sıcak para girişi yanında doğrudan yatırımların desteklenmesi gerektiğini belirtiyoruz. Doğrudan yatırımların bu ülkede sadece hizmet sektöründe toplanmaması ya da doğrudan firma satın alma şeklinde gerçekleşmemesi lazım” diye konuştu.

Pozitif büyümeyi destekler

Yeni ekonomi yönetiminin parasal sıkılaştırmanın yanında reel sektöre sağlanan yeni desteklerin tüketim ve yatırımları pozitifte tutmaya devam edeceğine inandıklarını belirten Kaan, Yeni Ekonomi Programı (YEP) kapsamında birbiriyle uyumlu, eşgüdümlü para ve maliye politikalarının yardımıyla ülkenin büyümeye devam edeceğini söyledi.

Hem uluslararası ekonomik ilişkilerin daha da düzelmesi, ihracatın artması konusunda Türkiye’nin Birleşik Krallık ile yaptığı serbest ticaret anlaşmasını (STA) önemsediklerini dile getiren MÜSİAD Başkanı Kaan, STA’nın bu yıla dair büyümeye, büyümeyi 9,1 puan aşağı çeken net dış talebin yönünü pozitife çevirmeye etkili olacağını kaydetti.

Kaan, “Nitekim 2019 yılı genelinde 10,9 milyar dolar, 2020 yılı Ocak-Ekim döneminde ise 9 milyar dolarla en çok ihracat yaptığımız ülke konumunda bulunan Birleşik Krallık, dış ticaret fazlası verdiğimiz ülkelerin başında geliyor. Söz konusu pazarda ülkemizin rekabet gücünün korunmasına yönelik atılan adımların birincisi olarak görüyoruz” hatırlatmasını yaptı.

KOBİ’lere yabancı ilgisi

Yabancıların KOBİ’lere ilgisini çekecek uygulamaların önemli olduğunu, bunun bir bakıma firma ihraç etmek olarak da tanımlanabileceğini anlatan Abdurrahman Kaan, “KOBİ Kuluçka Merkezleri’nin yaygınlaştırılması ve teşvik sistemlerinden daha ziyade KOBİ’lerin faydalanmasının sağlanması. Kilit sektörlerimiz başta olmak üzere, katma değeri yüksek sektörlere yapacağımız milli yatırımların, bilhassa orta ve uzun vadede fiyat istikrarı politikamıza sağlayacağı katkının hayati önem taşıdığı yadsınamaz” şeklinde konuştu.

Sadece ölçek büyüklüğü ile avantaj sağlayan firmaların değil; Türkiye ekonomisinin lokomotif unsuru, KOBİ’lerin de yatırıma teşvik edilerek ve onların başta mekân ve finansmana erişim olmak üzere, yatırım yapma iştahlarını olumsuz etkileyecek faktörlerin iyileştirilmesi gerektiğini dile getiren Kaan,  “Bu durum hem onların zamanla büyüyerek çok daha yüksek hacimli üretim kapasitelerine ulaşmalarını sağlayacak hem de istihdam politikalarımıza olumlu dönüşler sağlayacak” dedi.

Herkes için adalet şart

Teşvik, kambiyo ve vergi sistemlerinin sadeleştirilmesi, şehir ekonomilerinin desteklenmesi, ölü sermayenin geri kazanımı için gayrimenkul değersizleştirme sisteminin önüne geçilmesinin gereğine vurgu yapan MÜSİAD Başkanı Kaan, finansal tasarruf edindirme sisteminin ivedilikle yasalaştırılması ve piyasanın düzenlenmesi, kıdem tazminatı fonunun kurulması ve yabancı yatırımcılar açısından Türkiye’nin hukuki algısının yeniden şeffaflık ve ‘herkes için adalet’ temelleri üzerinden anlatılması gerektiğini ifade etti.

Mahkemelerde, bilhassa iş hayatında yaşanan uyuşmazlıkların halli adına bekleyen ve adalete ilave iş yükü çıkaran davalar için arabuluculuk ve tahkim sistemlerinin yeniden düzenlenerek daha etkin bir şekilde işletilmesi gerektiğini belirten Abdurrahman Kaan, “Enflasyon sepetinde gıdanın payı yüksektir; bu bağlamda gıda sektörüne yönelik katma değer üreten büyük teknoloji yatırımları, yatırım taahhütlü avans kredisi kapsamına alınmalı” diye konuştu.

Üretim ve stok planlaması

Hane halkı üzerinde büyümenin daha olumlu olması için değerlendirme yapan MÜSİAD Başkanı Kaan, gıda sektörünün temel tüketim gruplarında, yeterli miktarda yapılamayan üretimden dolayı yıllık bazda yüzde 25 ile 40 arasında değişen reel artışlar gördüklerine dikkat çekti ve “Kamudaki regülasyon görevi yapan şirketlerin özel sektör şirketleriyle birlikte üretim ve stok planlamasını yapması, enflasyonu kontrol altına alacaktır. Enflasyonun düşmesi, ekonomik rahatlamaya neden olacak” dedi.

Türkiye’de küresel salgına karşı alınan kararlar ve iş dünyasına yönelik desteğin Türkiye’yi birçok yönden dünyaya karşı pozitif ayrıştırdığına dikkat çeken Abdurrahman Kaan, bunun en güzel örneğinin Ekonomik İstikrar Kalkanı kapsamında sunulan desteklerin üçüncü çeyrekte yüzde 6,7’lik büyüme getirdiğini, G-20 ve OECD ülkeleri arasında zirveye yükselttiğini söyledi. Büyümede tüketimden ziyade 5,2 puan katkı veren yatırımlara verilen desteklerin ne kadar önemli olduğunu ortaya çıkardığını belirten Kaan, büyümeye yüzde 5,5 puanlık destek veren iç talebin de dünyaya göre Türkiye’de ne kadar canlı olduğunun görüldüğünü kaydetti.

Ekonominin pozitif alanda kalması için hükümetin geçmiş senelerde olduğu gibi işverene sunduğu desteklerin devamını ve işverenin üzerindeki yükün hafifletilmesini arzu ettiklerini belirten MÜSİAD Başkanı Kaan, memnuniyet verici enflasyon oranı üzerinde gerçekleşen yeni asgari ücret uygulaması sebebiyle sağlanacak desteklerle iş dünyasında istihdam kaybı ve kayıt dışılığın önlenebileceğini ifade etti.

]]>
Gazete Birlik info@gazetebirlik.com
Atay'ın bilinmeyen dünyası https://www.analizgazetesi.com.tr/haber/atayin-bilinmeyen-dunyasi-8422/

Doç. Dr. Süleyman DOĞAN

Profesör Gülper Refiğ merhum Halit Refiğ’in eşidir. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesinde emekli olduktan sonra konferanslar, makale ve kitap yazımı gibi uğraşılarıyla mesleki yaşamını sürdürüyor. Profesör Refiğ’i ile merhum eşi Halit Refiğ’i ile Oğuz Atay arasında geçen dostluklar başta olmak üzere, Oğuz Atay ile ilgili bilinmeyenleri konuştuk. Atay’ın sosyalist macerası, roman ve sanattaki dönemleri ve büyük değişimini Gülper Refiğ’den dinledik. Bu ilginç söyleşi ile siz aziz okurları baş başa bırakıyorum. 

Halit Refiğ ile Oğuz Atay’ın dostlukları nasıl başladı?

Oğuz Atay’ın (1934-1977)  Halitciğimle dostlukları 1956’ta başlıyor. Oğuz Atay İstanbul Teknik Üniversite’den yeni mezun bir mühendis. Daha sonra Mimar Sinan Üniversitesi rektörlüğüne gelerek meslektaşı mimar Orhan Şahiner ile ortak projeler üstünde çalışıyorlar. Halit Refig İstanbul’da Yeni Sabah gazetesinde çalışıyor. Oğuz Atay’la Yeni Sabah gazetesi yazı işleri yardımcısı müşterek dostları Turhan Tükel vasıtayla tanışıyorlar. Çok çabuk anlaşıyorlar. Oğuz Atay ve Turhan Tükelin içinde bulunduğu grup hızlı sosyalist. Halit, kendi deyişiyle, “siyasi militan” değil ama sosyalizme yatkın görüşte. “Bizi Oğuz’la gönülden birleştiren duygu memleket sevgisiydi” diyor. 

atay-1

Turan Tükel ile birlikte Oğuz Atay’ın sosyalist dergi macerası nasıl sonuçlandı? 

Oğuz Atay Turan Tükel ile birlikte ülkenin tanınmış sosyalist aydınlarını bir araya getirerek “Olaylar” başlıklı sosyalist bir dergi çıkarma çabasına giriyor. Halit’te onları destekliyor. Ne yazık ki bu iyi niyetli girişim bir süre sonra anlaşmazlık ve çekişmelerle çıkmaza giriyor. Bir araya gelen sosyalistler nerdeyse hiçbir noktada buluşamaz anlaşamaz hale gelip yollarını ayırıyorlar. Dergi için toplanan paraların hesabının temizlenmesi gibi angaryalar Atay’ın üstüne kalıyor. Bu kapanan defterlerle birlikte Oğuz Atay’ın insana aydına ait görüşleri de tamamen değişiyor. Çok dürüst insan olan Oğuz çevresindeki insanların ahlaki zaaflarından büyük hayal kırıklığı yaşar. İnandığı sevgiyle bağlandığı insanlar onun zor geçitte yarı yolda bırakmıştır. Bu karakter ve kişilik zaafları Oğuz Atay’ın düşünce dünyasında fırtınalar yaratıyor. Tekrar Orhan Şahinler (Mimar Sinan Üniversitesi eski rektörü) ile kurdukları inşaat işlerine geri dönüyor. Halit’te kendi mesleğinde, Türk sinemasına ulusal bir karakter kazandırmak arzusu ile yoğun çalışmalara girdiği için bir müddet görüşemiyorlar. 

Halit Refiğ ile Oğuz Atay’ın yeniden buluşma ve büyük dostluğu nasıl gerçekleşiyor?

1970’li yıllarda bir gün  Beyoğlu’nda tekrar karşılaşıyorlar. Halit ne yaptığını sorduğunda, Oğuz, roman yazdığını söylüyor. Bu cevap Halit’i çok şaşırtıyor. Dostluk dönemlerinde, edebiyata özellikle Rus romanları ve Dostoyevski’ye yoğun ilgisini biliyor kendisinin roman yazmak gibi bir arzusu olduğu dile gelmiyor. O tarihlerde, daha çok fikri ve siyasi yazılar yazıyor.  Ne yazıyorsun Oğuzcuğun? Dediğinde ise, “Bizleri yazıyorum”  cevabını alır. Önce 1971’de “Tutunamayanlar” romanı çıkıyor. Halit romanı okuduğu zaman, eski dostu Oğuz Atay’ınkinden çok farklı bir dünyada ve güçlü bir yazar ile karşılaşıyor. Sosyalist Oğuz Atay için ülke sorunları, toplumsal sorunlar ön planda iken, “Tutunamayanlar” bireysel problemlere değinmektedir. 

“Tutunamayanlar” ve “Tehlikeli Oyunlar” romanları hakkında Halit Refiğ düşünceleri nedir?

“Tutunamayanlar” ve “Tehlikeli Oyunlar”ın üstünde bıraktığı şaşırtıcı ve çarpıcı etkiyi Halit şöyle açıklar: “Karmaşık ama çok sağlam kuruluşlu roman mimarisi, dil ustalığı, zeka ve duyarlığının incelikle dengelendiği bir ifade gücü, geniş bir kültür, bu kitaplara olağanüstü özellikler kazandırmaktadır. Tutunamayanlar kendisinin bana bir vesileyle söylediği gibi memleketi kurtarma günlerinde tanıdığı çevrenin alayla örtülü açı bir eleştirisiydi…” “Doğruya aradım güzeli sevdim” kitabının “Oğuz Atay” bölümünde Halit Refiğ, “Akıllı ve namuslu bir aydın olduğu için çok yalnızdı” diyor.  Yaşadığı büyük hayal kırıklığı, büyük ruhsal sarsıntı, onun kendi içine kapanmasına, dış dünya ile bağlarına kopararak tek dostu yazıya, edebiyata sarılmasına yol açmıştır. 

Bu hayal kırıklığı romanlarına nasıl yansır?

Yıllar sonra 5.1.1975 tarihli günlüğüne “Olaylar” dergisi deneyimleriyle ilgili şunları yazar: “Bu insanlardan Türk halkı bir şey beklememeli. Üçkâğıtçılıkla ne devrim olur, ne de ümmeti İslam kurtulur. Bunlar çürüyen et, dökülen diş gibidirler. Bayrak yaptıkları inançlarına rağmen, aslında inançsızdırlar. Kim hangi kapıdan ekmek yiyorsa o kapının kulluğunu yapmaktadırlar. Bunlar Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasının kötü bölümü olan kapıkulu kurumunun temsilcileridir. Artık her yerde hangi kampın adamı olurlarsa olsunlar, bunlar teşhis edilmelidir. Önce halka örnek olabilmek için aydının kendisiyle hesaplaşmasının vakti gelmiştir. Yazarlarda romanda, hikayesinde, şiirinde bu hesaplaşmaya girişmelidir” (Günlükler, s.140). Bu notlar Metin Erksan ve Oğuz Atay’ın nikah şahidimiz olduğu bizim Beyoğlu evlendirme dairesindeki nikah günümüzde törenimizden üç gün öncesi yazılmıştır.

atay-2

Oğuz Atay’ın toplumcu sosyalist birinci dönemi, “Tutunamayanlar” ve “Tehlikeli Oyunlar”daki bireyselliğinden sonra yeni bir dönemi mi başlıyor?

1970’te Halit’le Beyoğlu’nda tekrar karşılaşmaları ile tazelenen dostlukları ve saatler ve günler süren konuşmalar, tartışmalar Oğuz için yepyeni bir dünyanın kapısını aralayacak, kendini hapsettiği, kafesten, ruhsal yalnızlık dünyasından yeniden toplumsal düşünmeye ama bu kez bambaşka motivasyonlara daha gerçekçi bir yaklaşımla dönecektir. Ve üçüncü dönem başlar. Ama ne yazık çok kısa süreli olacaktır. Halit ile Oğuz, bilgi, bilinç düzeyi, entelektüel birikimin çok ötesinde birleştiren, onları kader yoldaşları yapan çok somut bir neden vardır. Henüz 20’li yaşlarda ilk idealist girişimleri “Olaylar” dergisinde onları yüzüstü bırakan, Oğuz Atay’a yaşamının en büyük hayal kırıklığını yaşatan, sözde solcu, özde Batıcılar Canım Halitciğime, henüz 20’li yaşlarda meslekten büyükleri Lütfi Akad, Metin Erksan, Ertem Göreç, Duygu Sağıroğlu, Atıf Yılmaz başta olmak üzere evinde toplayıp, hem seyirci ile buluşan hem de düzeyli toplumsal mesajı olan ulusal sinema örneğini yaratmak üzere çırpındığı günlerden başlayarak ömrü boyunca düşmanlık eden, saldıran, onun işlerine engel olan, adeta yaşayamaz hale gelmesi için her yolu deneyenler, bu dava arkadaşlarını yarı yoldan bırakan ilkesizlerin devamından başka bir şey değildir.

Oğuz Atay’da bu değişim nasıl gerçekleşti?

O günlerde benim tanıdığım Oğuz, endişeli, gergin hatta gözlerindeki ifade itibariyle kederliydi. Bazı günler sabahtan akşama (Oğuz’un sabah sekizde geldiği günlerdi bunlar) bazı akşamlar sabaha dek konuşurlar, tartışırlardı. Birbirlerini dinleyerek ve kesinlikle birbirlerinden de öğrenerek. Sanat dünyasının, aydın ortamının duyarsızlığından, ilgisizliğinden kaçan Oğuz, Halitciğimde adeta bir sığınma limanı bulmuştu. Halit’e yaşamında ilk kez, hiçbir ticari kaygı olmadan istediği, gibi film çekme imkanı sağlayan Aşk-ı Memnu hayatımıza bir mucize gibi girmişti. Oğuz, Aşk-ı Memnu’nun  banyo edilen ilk birkaç bölümünü stüdyoda seyretmeye giderken, bir çocuk gibi sevinç ve heyecan içindeydi. Adeta içine düştüğü umutsuz karanlıkta, hiç olmazsa Halit eline geçen bu fırsatla kendini gösterme imkanına kavuşur diye bu makus talihi o yener diye seviniyordu. İlk basılan sahneleri görür görmez gözleri yaşlı Halitciğine sımsıkı sarıldı. Bari birimiz kırdık şu demir parmaklıkları en azından diye içi içine sığmıyordu. Daha saf daha çocuksu ruhlu Oğuz’a göre Halit yaşadığı tecrübelerle, karşılarındaki gizli düşmanın ne kadar kararlı ve azimli olduğunu bildiği için hep temkinliydi ve hayalden çok gerçeği görmeye yatkındı. Aşk-ı Memnu filminin büyük seyirci ilgisine rağmen, o güne kadarki film anlayışına, estetik, teknik düzeyini çok aşan değerine rağmen Halit’ten, Oğuz’un çok arzu ettiği aydın desteği, hakkı olan övgüler esirgenmişti. Suskunlukla, görmemezliğe gelerek geçiştirdiler. Basının yüksek kalemleri Halit’ten olumlu bahsetmek, onu meth etmekten kaçındılar. Oğuz bunu da kolay hazmedemedi. Türkiye’nin ruhunun yakalanacağı roman projesini kırık bir umut da olsa içinde taşıyordu. 

Oğuz Atay’daki bu değişimin somut örnekleri nelerdir?

Halitciğim, artık Joyce, Kafka, Hesse ve Borges gibi bireysel psikolojiden kaynaklanan Batılı yazarların eserlerine duyduğu ilginin yanısıra Fuzuli, Halit Ziya, Yahya Kemal ve Tanpınar ile tazelenen bir sevgiyle yaklaşan Kemal Tahir’i yeniden değerlendiren Oğuz Atay’a Uşaklıgil ailesinin biyografik romanını yazmasını önermişti. Bülent Uşaklıgil’in evinde verdiği bir davete Oğuz ve eşi Pakize Atay ile birlikte gittik. Bülent Bey proje ile çok ilgilendi. Ailenin Osmanlıdan Cumhuriyete geçişteki durumu çerçevesinde Türkiye’deki sosyo-kültürel değişimlerin inceleneceği bir tasarıydı. Bu tasarı sonuçlandırılamadı. O sıralarda biz Halit ile Amerika’daydık. Oğuz’dan gelen mektuplardan birinde Bülent Uşaklıgil’in vefatını haber veriyordu. Oğuz Atay nihayet aradığı ışığı uzaktan karanlıktaki tünelden görmüştü. Oğuz Atay’ın endişeli arayışların yerini adeta vicdani bir sorumluluk bilinci alır ve kendi yaşadığı toprakların keşfedilmesi, tarihsel ve sosyal zenginlikleri onda büyük heyecan yaratmıştır.  Bizim evimizdeki yüksek tonlu tartışmaların yerini, sakin, dingin diyaloglara dönüşümünü sevinçle izlemiştim. Yine sabahlara kadara çay yetiştiriyordum ama bu kez uyku kaçırmak için değil üst üste içilen keyif çaylarıydı. Yeni bir hedef, yeni bir vizyon ve açılan yeni ufuklar. Bir yazar için ne bulunmaz ne güzel bir fırsattı. Hem de değinilmemiş, ışığa çıkmamış bir gizli hazine. Türk ruhunun özelliklerini, bu soylu ulusun kollektif bilinç altını usta kalemiyle dile getirmek hayalindeydi. Aylar süren uzun tartışmalardan sonra, gemisini güvenli bir limana demirleyen Oğuz Atay, “Kollektif Türk ruhunu yakalayabileceğim bir roman yazmak istiyorum” diyordu. Türkiye’nin ruhu bir roman üçlemesi olacaktı.

atay-3

Oyunlarla Yaşayan piyesinin kahramanı Coşkun Ermiş idi. Burada bir sembolik gönderme var mıdır?

Oğuz Atay, kendi toplumu, kendi insanı ile arasındaki uçurumu kapatmış, bu gerçeği göremeyen, görmek istemeyen dram içindeki, bizar çaresiz umutsuz çevreyle, tehlikeli oyun oynayan tutunamayanlarla yolunu ayırmıştı. İyi ki bu olgunluğa erişti, bu sayede erken gelen ölümünü Batı’lı gibi cehennem azabının dehşetiyle değil, bir dervişin bir ermişin tevekkülü ve sükunetiyle karşılamıştır. Bu  Oğuz Atay’ı “Oyunlarla Yaşayanlar” piyesinin Coşkun Ermiş’inde karakterize eder; “Ey talih, neden ecnebi malumatın kölesi yaptın beni? Neden halkından uzaklaştırdın? Lanet olsun sana kör talih”  (Oyunlarla Yaşayanlar). Oğuz Atay, Mustafa İnan, “Bir Bilim Adamının Romanı” , “Eylem Bilim”  romanları”, “Oyunlarla Yaşayanlar” piyesinde olduğu gibi artık büyük bir sorumluluk bilinciyle ülkesinin tarihsel, sosyal ve kültürel gerçeklerine eğilmektedir. “Bir Bilim Adamının Romanı”nda, “Aklın” yanında “Hikmet” dediğimiz yüksek bilgi kabiliyetine de yer vermek lazımdır. Hikmet bu alemin olaylarına onun üstüne çıkarak mütevazi bir şekilde bakmak, aralarındaki iç ahengi sezmek, aşk ile realitenin derinliğini nüfus etmektir (Y.Ecevit, s.351). Sözlerinin de gösterdiği gibi Oğuz Atay tefekkür yolculuğunun sonuna gelmiş ve ömrünün son durağında nihayet kamil insan olmuştur. 

Sonuç olarak sizin için Oğuz Atay kimdir?

Oğuz Atay benim için sanatçı bilim adamı ya da düşünür kimliğini çok ötesinde “insan” Oğuz en değerlisi en yücesiydi. O tarihlerde kolay kolay göze alınmayacak bir cesaretle ulusalcı bir faşist gerici olarak damgalanmış ve lanetlenmiş Halit Refiğ’e bütün kalbiyle destek veren tek kişiydi. Onun sanatçı kişiliğinin dünyaya bakışını topyekun bütün yönleriyle değil sadece bir dönemine ait yaşam felsefesi ve o dönem eserleriyle anlatmaya ve anlamaya çalışmak bence Oğuz Atay’a yapılacak en büyük saygısızlıktır. Oğuz Atay asıl bu karanlıkta kalan fotoğrafın bütünü aydınlatıldığında anlaşılacak tarihteki eşsiz yerini alacaktır. 

]]>
Gazete Birlik info@gazetebirlik.com
"Yanlış tarım politikalarıyla toprağımızda köle oluruz" https://www.analizgazetesi.com.tr/haber/yanlis-tarim-politikalariyla-topragimizda-kole-oluruz-5172/

Gökhan ÖZ

56 yıldır tarım ve tarım makinaları üreten sektörün en eski firmalarından Köylü Tarım Makineleri Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Özer, Kovid-19 salgınıyla ülkemizde tarımın önemi halkımız ve özellikle bürokratlarımız tarafından daha iyi anlaşıldı. Ancak gelişmiş ülkeler 2000’li yılların başından bu yana tarıma ve toprağa bakış açılarını değiştirdi. 2050 yılında dünya nüfusu 10 milyara yakın olacak, tarım ve tarım ürünlerine ihtiyaç, günümüze göre 3 kat artacak. ‘Nüfus artışı, gelir seviyesi artışı ve küresel ısınmaya bağlı olarak tarım ve toprak, altından daha kıymetli olacak’ anlayışıyla tarım ürünleri, makine ve mekanizasyonlarını geliştirmeliyiz” diye konuştu.

2020 yılının ilk 11 ayında tarım makinaları ihracatında hedefleriniz tutturabildiniz mi?

Genel anlamda iç piyasa hareketli olduğu için dış pazara azami ağırlık veremedik, sonuç itibariyle hedefleri %80 oranında tutturduk.

İnsansız traktör üretimi, tarım alanlarının ilaçlanmasında dron teknolojisinin kullanılması, tarım makine ve ekipman sektörünü nasıl etkileyecek?

Tarım sektörünün geleceğinde dron olması beklenen bir gelişme... İleri teknoloji kullanılabilmesi için öncelikle 50-100 yıllık tarım politikaları olmalı, tarım envanteri oluşturulmalı, üretim planlaması yapılmalı yani ülke ihtiyacı kadar bölgelere göre ürünler üretilmeli. Fazla oluşacak ürünlerin de katma değerli ihraç edilebilecek ürünler olmalı ki insansız tarım makine teknolojisinin verimi, anlamı olsun.

Tarımsal girdiler denildiğinde, gübre, mazot, ilaç, tohumu sayarız. En önemli girdinin tarım makineleri olduğunu unutuyoruz. Üretimden, hasada, bitkisel üretimden hayvancılığa, sulamadan akıllı teknolojilere kadar her alanda kullanılan tarımsal mekanizasyonun Tarımsal verim açısından önemi nedir?

Tarımsal verim için kesinlikle kaliteli mekanizma kullanılmalıdır. Mevcut kanunlar, kredilendirme ve destek sistemi traktörden çok teknolojik, yüksek kaliteli ve verim kaybını önleyecek tarım makineleri ve mekanizmalarına yönelik olması gerekmektedir.

TARMAKBİR’in onayı alınmalı

Devlet kırsal kalkınmaya 261 milyon hibe yapacağını açıkladı. Sizce bu hibe tarım sektöründe çiftçi ve üreticiyi teşvik anlamında nasıl yenilikler getirecek?

Hibeler daha planlı daha bilinçli yani kalite ve verimi yükseltecek daha teknolojik makineler ve ekipmanlara destek verilmeli. Tarla, arazi sahibine değil, direkt üreticiye ürünü satmaya geldiğinde ürünün kalitesi ve verimi göz önünde tutularak verilmeli. Hangi ekipman ve mekanizasyona hangi miktarlarda verilmesi gerekliliği ise TARMAKBİR gibi oluşumlarında fikri veya onayı ile olmalı. 

Toprak, altından kıymetli olacak

Kovid-19 salgınıyla tarım ve toprak daha da önem kazandı. İnsanların büyük kentlerden göç ettiği ve tarımsal hayata geçtiği görüldü. Sizce bu gelişme kent ve köylerde üretime nasıl yansıyacak?

Tarım insanoğlunun var olmasıyla birlikte dünyanın en önemli en stratejik, en mahrem en hassas sektörlerin başında yer alıyor. Elbette Kovid-19 salgınıyla ülkemizde tarımın önemi halkımız ve özellikle bürokratlarımız tarafından daha iyi anlaşıldı. Ancak diğer gelişmiş ülkeler bu hassasiyeti yıllar öncesinden değişmez tarım politikaları haline getirmiş ve dünyanın en önemli sektörü ve politikası olarak desteklerle, AR-GE çalışmaları ile devam ettirmişlerdir. 2000’li yılların başından bu yana Avrupa ülkelerinin tarıma ve toprağa bakışını şöyle özetleyebiliriz: 2050 yılında dünya nüfusu 10 milyara yakın olacak, tarım ve tarım ürünlerine ihtiyaç, günümüze göre 3 kat artacak. ‘Nüfus artışı, gelir seviyesi artışı ve küresel ısınmaya bağlı olarak tarım ve toprak altından daha kıymetli olacak’ anlayışıyla tarım ürünleri, makine ve mekanizasyonlarını geliştirmektedirler. Bununla birlikte tarım ürünü ithal edilmemelidir. İç piyasada fiyatı yüksek; tüketiciye ucuza ürün sunacağız bahanesi ile dışarıdan tarım ürünü ithal etmek basiretsizliktir. Kendi cebini doldurmak isteyen birkaç kişinin dışında, tüm ülkeye, gelecek nesline büyük zararları olan bir tutumdur. 

7 birim kazanç üreticinin olmalı

Fındık gibi büyük oranda sadece ülkemizde yetişen tarım ürünleri ve genel anlamda hammadde ihracatı yapılmamalı ya da yüksek gümrük vergisi ile gereken kazanç ülkemiz adına elde edilmek suretiyle ihraç edilmelidir. Son olarak eklenebilecek önemli bir detay ise; 10 birimlik kazanç var ise bunun 7’sini üretici, 2’sini tüccar 1’inide diğer paydaşlar almalıdır. Yani tarım ürününü üreten çiftçi ve sanayide üretim yapan üreticiler kazanmalı. İnsanların şehirlerden köylere göç etmeleri elbette tarımı ve üretimi bir nebze de olsa arttıracaktır ancak asıl olan doğru tarım politikaları ve liyakat sahibi tarımı teknik, teorik açıdan son derece hakim olan idareciler elinde olmasıyla ülkemizin menfaatlerine uygun hale gelir. Aksi takdirde istatistiklerde ülkemizin tarım ürünlerinden yüksek gelirler elde ettiği görülür ama ne ülke kasamıza ne de ülke insanımıza faydası olmayan yabancı işletmecilerin tarım arazisi ve tarım işçileri oluruz.


]]>
Gazete Birlik info@gazetebirlik.com
Atık lastik kara dönüştü https://www.analizgazetesi.com.tr/haber/atik-lastik-kara-donustu-4303/

Sedat YILMAZ

Ekonomide her alanda atılım içindeki Türkiye, yenilenebilir enerjide dünya standartlarını zorluyor. Çöpten ambalaj ve gaz üretimiyle başlayan süreç, çeşitli atıkları farklı sektörlere uygun katma değere dönüştürme noktasında her geçen gün kapsama alanını daha da genişletiyor.

Dünyada başka bir örneği olmayan Siyahkalem Grubu şirketlerinden 20 milyon dolar yatırımlı Erzincan’daki ERA Çevre Teknolojileri, hem ekonomiye hem de çevreye yüksek katma değer sağlıyor. Çevreyi kirletmeden, yakmadan, kendi patentli teknolojisini kullanarak oksijensiz ortamda gerçekleştirdiği proses ile sıvı yakıt pirolitik yağ ve ülkenin önemli ithalat kalemlerinden ‘karbon siyahı’nı üreten ERA’nın ekonomiye katkıları sayılamayacak kadar fazla.

ERA Çevre Teknolojileri, sanayiye elektrik, metal, boya ve kozmetik sektörlerine ülkede yüksek seviyede ihtiyaç duyulan hammaddeleri üretiyor. İşletme, 40 bin ton atık araç lastiği işleme kapasitesiyle çalışıyor. Türkiye’de her yıl yaklaşık 400 bin ton atık araç lastiği ortaya çıkıyor. Erzincan’daki ERA’nın kurduğu tesis bu ortaya çıkan lastiğin ancak yüzde 10’unu işleyebiliyor.

Üretimi 2 katına çıkaracak

Yılda 20 bin hanenin enerji ihtiyacını karşılayan 40 bin megawatt gücünde elektrik üreten ERA Çevre Teknolojileri AŞ, atık lastikleri çevreden temizlerken önemli büyüklükte ithalatı gerçekleştirilen başta enerji yağı, karbon siyahı ve çeliği işlenir hale getirerek cari açığın düşürülmesine katkı veriyor.  

Türkiye’nin 260 milyon dolarla dünyada 5’inci büyük ithalatçısı olduğu hemen hemen tamamı ithal edilen boya ve kozmetik sanayiinde kullanılan ‘karbon siyahı’nı (green carbon black) üreten ERA, yüksek kalorili karbon siyahını sanayiye vererek çevre kirlenmesini önleyici aktivitede yıllık 15 milyon litre petrol türevli ağır yağın tüketimine mani oluyor.

Yıllık 1 milyon 200 bin ağacın etkisine eşdeğer 30 bin ton karbondioksit emisyonu azaltımı sağlayan atık dönüşümü, lastik içindeki çelik telleri de metal sanayiine kazandırıyor.

Halen 270 kişilik bir personelle faaliyetlerini yürüten ERA Çevre Teknolojileri AŞ, yılsonunda 15 milyon dolarlık yeni bir yatırıma imza atarak yatırım büyüklüğünü 35 milyon dolara çıkarmak istiyor. Şirketin yeni yıl hedefi kapasitesini ve üretimini iki katına çıkarmak.

Hedef kitlemiz sanayi

Çevre ve ekonomi dostu faaliyeti ERA Çevre Teknolojileri AŞ Genel Müdürü Cengiz Esmen ile konuştuk. Yaptıkları işin önemli bir enerji kaynağı olduğunu, işte yenilenebilir ve temiz enerji özelliğinin bulunduğunu, yine söz konusu faaliyetin ulusal ve küresel bazda sürdürülebilir enerji ve çevre stratejilerinin temelini oluşturabileceğini belirten Cengiz Esmen, asıl faaliyet alanlarının enerjiye, boya ve kozmetik sanayiine dönük olduğunu söyledi.

Esmen, bunların yanında özellikle çevre düzenlemeleri için kullanılan peyzaj malzemelerinden başlayarak araç lastiği içindeki tellerin metal sanayiine kazandırılmasına kadar önemli bir işlevi de yerine getirdiklerini dile getirdi.

Henüz ihracatı olmayan pirolitik yağı elektrik üretim lisansları kapsamında imal ettiklerini dile getiren Esmen, ancak kıymetli üründen uçak yakıtı, benzin, kalıp yağı, dizel üretmenin başlıca hedef projeleri arasında bulunduğunu söyledi.

Lastik bulmada sıkıntı yaşıyoruz

Sektörde yaşanan en zorluklardan birinin atık araç lastiği bulmak olduğunu belirten Cengiz Esmen, “Erzincan’daki işletmemiz bulunduğu konum itibariyle, Güneydoğu , Doğu anadolu, İç anadolu ve Doğu Karedeniz Bölgelerinin kesiştiği yol güzergahında bulunduğu halde lastiklerin yeterince etkin bir şekilde toplanmadığından lastik bulmakta zorlanıyoruz” dedi.  Esmen Avrupa’da veya gelişmiş ülkelerde atık lastiğin bertarafı için devlet tarafından ücret ödenirken biz atık lastik bulmak için yüksek paralar harcadıklarını belirtti.

Lastik üreticileri derneği olan LASDER’in bakanlık tarafından yetkilendirildiğini vurgulayan Esmen, “Lastik Üreticileri bir yıl önceki piyasaya sürdükleri lastik miktarının  yüzde 85’i kadar bir sonraki yıl  toplama yükümlülükleri var. Lastik üreticileri yetkilendirilmiş kuruluş aracılığıyla yerine getirebildikleri gibi kendileri de bir geri kazanım firması ile anlaşarak, toplama ve geri kazanım yükümlülüklerini yerine getirebiliyor” diye konuştu.

Cengiz Esmen işletmelerinde hammadde olarak kullandıkları atık araç lastiğini yurt dışından ithal etme izninin olmadığını kaydetti.

lastik-3

Avrupa’nın en büyük tesisi

Erzincan’da kurdukları tesisin şehrin ekonomisine sağladığı katkının yanı sıra tamamı ithal edilen karbon siyahı ürünü gibi kimyevilerin yerli üretimle de temin edilebileceğini gösterdiklerinin altını çizen Cengiz Esmen, makro ekonomik getirileriyle de ülke ekonomisine destek olan ERA Çevre Teknolojileri’nin Avrupa’nın da en büyük işletmesi olarak dikkat çektiğini kaydetti.

Enerji açığının çeşitli kaynaklarla giderilmeye çalışıldığı 2016 ‘da dönemin Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın öncülüğünde ömrünü tamamlamış atık lastiklerin biokütle kapsamında yenilenebilir enerji statüsüne alınmasıyla yeni bir teknolojinin ortaya çıktığına işaret eden Cengiz Esmen, “Söz konusu yatırımlarımızın gerçekleşmesinde, ‘Sıfır Atık Projesi’ni himaye etmesi ve bu konuda hem vatandaşlarımız hem bürokratlarımız hem de yatırımcı olarak bizlerin yol göstericisi olan Sayın Emine Erdoğan Hanımefendi’ye, Çevre ve Şehircilik Bakanımız Sayın Murat Kurum ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanımız Sayın Fatih Dönmez’e de şükranlarımızı sunarız” diye konuştu.

Esmen, Türkiye’de ve uluslararası platformda çevre sorunlarına çözüm getiren yeni ve saygın projelerde yer almak ilkesi ile hareket etmeye devam etme hedefinde olduğunu söyledi.

Sıfır atıklı dönüşüm

ÖTL geri dönüşümünün, ömrünü tamamlamış araç lastiklerinin piroliz yönetimiyle bileşenlerine ayrılarak sanayide yeniden kullanılabilir hammadde haline getirilmesi işlemi olduğunu belirten Cengiz Esmen, “İşletmemizde çevreye zarar vermeyen patentli ‘sıfır atık’la lastiklerden yağ, gaz ve karbon siyahi üretiyoruz. Üretilen pirolitik yağ ile dizel motorlarda elektrik üretiliyor. Burası aynı zamanda 12 MW gücünde bir elektrik santralidir. Yıllık 20 bin hanenin elektrik ihtiyacını karşılayan faaliyetimiz önemli bir açığı kapatıyor. Sakarya ve Erzincan’da ürettiğimiz elektrik Türkiye’de YEKDEM kapsamında değerlendiriliyor ” dedi.

Piroliz işlemi sonucu üretilen ‘karbon siyahı’ maddesinin de boya ve kozmetik sanayiinde kullandığını, bu üründe Türkiye’nin dünyada 5’inci ithalatçı ülke olarak dikkat çektiğini belirten Cengiz Esmen, “Bu ürünü toner sektörü de dahil birçok alanda kullanıma açtık. Satışı da çok iyi. Her yıl 260 milyon dolar bu madde için yurt dışına gidiyor. Biz çok cüzi bir kısmını karşılayabiliyoruz. Kapasitelerimizi artırarak ürünün önce ithalatını önleyip, sonra ihracatını yapmak istiyoruz” şeklinde konuştu.

Esmen, sektör için çok değerli olan pirolitik yağın yüzde 85’inin maalesef çimento fabrikalarında yakıt olarak kullanıldığının altını çizdi.

labtik-1

Büyük şehirlerin filtresi

40 bin ton atık araç lastiği işlemeli tesisin yıllık 20 bin ton ömrünü tamamlamış lastiği (ÖTL) dönüştürerek büyük katma değer oluşturduğunu ve aynı zamanda toprağa gömülmek veya çöp sahasına gönderilmekten kurtardığını anlatan ERA Çevre Teknolojileri Genel Müdürü Cengiz Esmen, lastiği çevreye sıfır zararla katı, çelik, toz ve sıvı olarak ekonominin emrine verdiklerini kaydetti.

Çevresel sorunlara karşı 1999 yılında kurulan ERA’nın sadece çevre konusunda yatırım yapan bir firma olduğunu ve birçok ilkleri başardığını vurgulayan Cengiz Esmen, 270 kişiyi istihdam eden işletmede 14 mühendisin de çalıştığını hatırlattı.

Genel Müdür Cengiz Esmen, ERA’nın sadece Erzincan’da değil yap-işlet-devret modeliyle tıbbi atık sterilizasyon tesisleriyle Bursa, Sakarya, Kastamonu, Sivas ve Kütahya’da da hizmet verdiğini, İstanbul, Gaziantep ve Elazığ tıbbi atık sterilizasyon tesislerini de kurduğunu söyledi.

Faaliyetlerini genişletiyor

ERA dışında grubun Türkiye’de tesisleri olduğunu, ancak atık lastik dönüşümü olarak tek tesisinin Erzincan’da bulunduğunu belirten Cengiz Esmen, faaliyetin birçok alanı ilgilendirdiği için çok ciddi Ar-Ge çalışmalarına ihtiyaç duyduğunu söyledi. Esmen, sektöre yatırım açısından talep olduğunu ancak yanlış bilgi ve metotsuzluk sebebiyle birçok yatırımcının mağdur olduğunu hatırlattı.

Tıbbi atıkların sterilizasyonu ile faaliyetlerine başlayan Era Çevre Teknolojileri’nin zamanla yatırım ve hizmet alanlarını genişleterek, ‘Geri Dönüşümden Enerjiye’ sloganıyla Türkiye’nin farklı şehirlerinde kurduğu ve işlettiği tesislerde ‘Katı Atık Yönetimi’ ve ‘Atıktan Enerji Üretimi’ yaptığını da dile getiren Cengiz Esmen şöyle dedi:

“ERA Çevre Teknolojileri, 2017 yılında Sakarya Büyük Şehir Belediyesi ile imzaladığı sözleşme ile Sakarya Entegre Katı Atık Yönetim A.Ş.’yi (SEKAY) kurmuştur. SEKAY, Türkiye’nin Yap İşlet Devret (YİD) kanunu çerçevesinde yapılmakta olan ilk Tam Entegre Sıfır Atık Projesidir. 14 MW kurulu güçte, Depo Gazı ve Biyogaz’dan elektrik üretilen bu tesiste aynı zamanda atıklar Otomatik Geri Dönüşüm Tesisi’nde ayrıştırılmakta ve ekonomiye yeniden kazandırılmaktadır. Tesiste, Atıktan Türetilmiş Yakıt Üretimi (RDF), Kompost ve Organomineral Gübre Üretimi de yapılmaktadır.”

Çevreyi kirletmiyor, temizliyor

Atık araç lastiklerini işleyerek peyzaj ve sanayiinin ürün ihtiyacını karşılayan  Siyahkalem Grubu ERA Çevre Teknolojileri, Erzincan’daki tesisiyle dünyada tek ve örnek bir işletme olarak ‘sıfır atık’ sistemiyle yüksek katma değer ortaya koydu. Çevreyi kirletmeden, yakmadan, patentli teknolojisiyle oksijensiz ortamda gerçekleştirilen proses ile maddesel dönüşüm gerçekleştiren ERA, çevreyi atık lastikten korurken sanayiye hammadde, hanelere elektrik sağlıyor.

Cari dengeye destek veriyor

Atık araç lastiği içindeki tüm bileşenlerin işlenerek ekonomiye kazandırıldığını belirten ERA Çevre Teknolojileri Genel Müdürü Cengiz Esmen, çevreyi korumanın ve sanayiinin en fazla kullandığı hammedeleri üretmenin yanında cari açığı düşürmeye katkı sağladıklarını söyledi. Esmen, “Enerji üretiminde kullanılan pirolitik yağ ile birlikte her yıl 260 milyon dolar verilerek ithal edilen ‘karbon siyahı’nın bir kısmını yerli kaynaklarla sağlıyoruz. Cari dengeye destek veriyoruz” dedi.

ERA’dan yatırımlara devam

Yıllık 1,2 milyon ağacın etkisine eşdeğer 30 bin ton karbondioksit emisyonu azaltımı sağlayan ERA’nın atık dönüşümü, lastik içindeki çelik telleri de metal sanayiine kazandırıyor.  Halen 270 kişilik bir personelle faaliyetlerini yürüten ERA, yılsonunda 15 milyon dolarlık yeni bir yatırıma imza atarak yatırım büyüklüğünü 35 milyon dolara çıkarmak istiyor. Şirketin yeni hedefi kapasitesini iki katına çıkarmak ve pirolitik yağdan uçak yakıtı, benzin, kalıp yağı ve diğer sanayi ürünlerini üretmek.

]]>
Gazete Birlik info@gazetebirlik.com
"2,4 milyar dolarlık ihracat" https://www.analizgazetesi.com.tr/haber/24-milyar-dolarlik-ihracat-6688/

Neşe BERBER

Ambalaj sektörü Ocak-Haziran döneminde 2 milyar 414 milyon 219 bin dolar ihracat gerçekleştirdi. Sektör ihracatı bir önceki yıla göre miktar olarak yüzde 11, değer olarak ise yüzde 4 arttı. Ambalaj Sanayicileri Derneği (ASD) Başkanı Zeki Sarıbekir, “Sektör olarak bu dönemde 883 milyon dolar dış ticaret fazlası vermek bizler adına mutluluk ve gurur kaynağı. Diğer yandan en fazla ihracat yaptığımız ülkelerin başında Avrupa bölgesinin olması başka bir olumlu gelişme.” dedi.

Geçtiğimiz yılı 4,7 milyar dolar ihracatla kapatan ambalaj sektörü, Türkiye’nin toplam ihracatına katkı vermeyi aralıksız sürdürüyor. Sektör ihracatı bu yılın ilk yarısında bir önceki yılın aynı dönemine göre miktar olarak yüzde 11, değer olarak ise yüzde 4 artış kaydetti ve 2 milyar 414 milyon 219 bin dolar olarak hesaplandı.

İlk 10’da 7 Avrupa ülkesi

Ambalaj sektörünün en fazla ihracat yaptığı ülke 197 milyon 530 bin dolar ile Almanya oldu. Almanya’yı sırasıyla İngiltere, Irak, İtalya, İsrail, Fransa, ABD, Hollanda, İspanya ve Belçika takip etti. Ambalaj türüne göre genel toplamlara bakıldığında plastik ambalajların yüzde 65’lik payla ilk sırada, ikinci sırada ise yüzde 22 ile kağıt/karton ambalajların yer aldığı görüldü.

883 milyon dolar dış ticaret fazlası

Sektörün ilk 6 ay rakamlarını değerlendiren ASD Başkanı Zeki Sarıbekir, “Yılın ilk altı ayında 883 milyon dolar dış ticaret fazlası vermemiz ülkemiz ve sektörümüz adına olumlu bir gelişme. Cari açığın kapanmasına katkı vermek için sektör olarak ihracat odaklı stratejiler belirliyoruz. Rakamlar, bu konuda doğru adımlar attığımızı gösteriyor. Bir diğer önemli gelişme de, en fazla ihracat gerçekleştirdiğimiz ülkelerin başında Avrupa ülkelerinin olması. Pandemi sürecinde Avrupa’da üretim çarkları durdu. Türkiye sanayisi ise bu dönemde virüse karşı tüm önlemlerini alarak üretmeye devam etti. Ambalaj sektörü ihracat odaklı düşünmeye ve alternatif pazarları keşfetmeye ara vermeden devam edecek. Türkiye Cumhuriyeti'nin 100'üncü yılını kutlayacağımız 2023'te 30 milyar dolarlık pazar büyüklüğü, 8-10 milyar dolarlık ihracat ve kişi başı yıllık 380 dolar ambalaj tüketimi hedefimize ulaşacağımız inancındayım” dedi.

- Türkiye’nin ambalaj sektörünü değerlendirir misiniz?

Geçtiğimiz yılı 4,7 milyar dolar ihracatla kapatan ambalaj sektörü, Türkiye’nin toplam ihracatına katkı vermeyi aralıksız sürdürüyor. Ambalaj sektörü Ocak-Haziran döneminde 2 milyar 414 milyon 219 bin dolar ihracat gerçekleştirdi. Böylelikle sektör ihracatı bir önceki yıla göre miktar olarak yüzde 11, değer olarak ise yüzde 4 artmış oldu. Sektör olarak bu dönemde 883 milyon dolar dış ticaret fazlası verdik. Diğer yandan en fazla ihracat yaptığımız ülkelerin başında Avrupa bölgesinin olması başka bir olumlu gelişmedir.

- Sektörün stratejik planlamasında neler yapılmalı?

İnsan sağlığını çevresel risklerden uzak tutan ve koruyan ambalajlı gıdaların önemi bu dönemde bir kez daha ortaya çıktı. Her zaman söylediğimiz gibi satın aldığınız ürünün ambalajı, onun güvencesidir ve her ürün ambalaja girmeli. Ambalajın üzerindeki etikette içerdiği ürünün besin değeri, ürünün miktarı, son tüketim tarihi, üretici adres bilgileri; yani ürünün muhteviyatı ve nerede ve kim tarafından üretildiğini içeren tüm bilgiler bulunur.

Halkımız da bu bilgileri görebileceği ambalajlı ürünler tercih etmeye yöneldi. Bu bilincin daha da artmasına yönelik çalışmalara hız verilmeli. Bundan 150 yıl önce insanlar temiz su, içecek, gıda, ilaç ve temel ihtiyaç maddelerine kolay ulaşamıyordu. Ambalaj Sanayicileri Derneği (ASD) olarak geçen süre içerisinde gıda ve içeceklerin ambalaja girmesiyle insan ömrü ortalamasının uzamış olduğuna inanıyoruz.

Ayrıca pandemi birçok konuya bakış açımızı ve iş yapış şekillerimizi derinden etkiledi. Birçok konuda kendine yeterliliğin bir zorunluluk olduğunu gördük. Tarımda yeterliliğin önemi de bu yaşananlar ile kendini bir kez daha göstermiş oldu. Ülkemizin sahip olduğu tarımsal potansiyelin farkındalığıyla, tarım ülkesi olma hedefimiz doğrultusunda, gıda ve içecek sektörünün gelişmesi beraberinde ambalaj sektörümüzü de geliştirecektir.

- Bakanlıklar, kamu ve özel sektördeki kurum ve kuruluşlarla iş birliğiniz yeterli mi?

Devletimiz salgın sürecinde elindeki tüm olanakları fazlasıyla kullanarak firmalarımıza ciddi anlamda destek oldu. Koronavirüs öncesinde birçok sektörde yapılan yeni planlamalar, sektörlerde yaşanmaya başlayan değişiklikler pandemi ile hız kazandı diyebiliriz. Dijitalleşme de bunlardan biri. Nitekim normalleşme sürecinde firmalarımızın dijital dönüşümüne yönelik Ticaret Bakanlığımızdan da destek geldi. Bu sisteme ayak uydurarak e-ticarete uyum sağlayan, kendine yeni pazarlar oluşturan ve ihracat yapanlar ayakta kalacak diye düşünüyoruz.

- Sektör mesleki eğitim ile üretime entegre edilebiliyor mu?

Uluslararası arenada yetkinliğe ve geçerliliğe sahip ülkemizdeki tek Ambalaj Yarışması olan Ambalaj Ay Yıldızları Yarışmasını iki yılda bir düzenlemeye devam ediyor. Bu yıl 9’uncusunu düzenlediğimiz ‘Ambalaj Ay Yıldızları Yarışması’ 2020 yılı başvurularını yoğun ilgi üzerine Ağustos ayının sonuna kadar uzattık. Ülkemizin en prestijli ödülleri arasında gösterilen yarışmayla, dünya çapında sektöre damga vuran özgün ambalaj tasarımları, farklı ve yenilikçi ambalaj uygulamaları ödüllendiriliyor. 2015 yılından itibaren yurt dışından başvuruların da kabul edildiği yarışma sonucunda belirlenen Ambalajın Ay Yıldızları, WPO ve APF tarafından düzenlenen, WorldStar ve AsiaStar yarışmalarına da katılabiliyorlar.

Derneğimiz, ülkemizde tasarım eğitimi alan öğrencilerimizi, ambalaj tasarımı alanına yönlendirmek amacıyla her yıl Ambalaj Tasarımı Ulusal Öğrenci Yarışması da organize ediyor. Bu yıl 16. Ambalaj Tasarımı Ulusal Öğrenci Yarışması 2020’nin finale kalan projeleri belli oldu. 17 farklı üniversitenin Grafik ve Grafik Tasarım, Görsel İletı̇şı̇m Tasarımı, Endüstri Ürünleri Tasarımı ve Endüstriyel Tasarım Bölümleri’nden 101 öğrenci projesi başvuru yaptı. Online olarak yapılan, 11 jüri üyesinin yer aldığı Seçici Kurul toplantısı 8 - 9 Temmuz 2020 tarihlerinde gerçekleştirildi. Titizlikle yapılan değerlendirme sonrasında 17 proje finale kalmaya hak kazandı. Yarışmada ilk üç sırayı alan projeler, mansiyon ve sertifika ödülleri fuarımızın açılış gününde açıklanacak. Yarışmada ilk 3 dereceyi hak eden öğrencilerimize eğitim hayatları boyunca “ASD & TÜYAP Öğrenim Bursu” adı altında yılda 12 ay burs veriyoruz. Kazananlar, WPO Dünya Ambalaj Örgütü’nün yarışması olan WorldStar Student ile APF Asya Ambalaj Federasyonu’nun yarışması olan AsiaStar’a da katılabiliyorlar.

ASD Ambalaj Akademisi markasıyla ambalaj sektöründe faaliyet gösteren birçok şirketin ihtiyacını karşılayacak teknik eğitimler veriyor. Sektörümüzün sürdürülebilirliği, teknoloji, kalite ve ürün çeşitliliği olarak gelişmiş ülkelerle rekabeti için güncel eğitimlerin önemini biliyoruz. Türkiye ambalaj sektörünün küresel piyasalardaki rekabet gücünü arttırmak gayretiyle dünyadaki gelişmeleri çok yakından takip ediyoruz. ASD Ambalaj Akademisi sektörel eğitim ihtiyaçlarını tek çatı altında topluyor. Derneğimiz kuruluş amacına uygun eğitimlerine devam edecektir.

İhracat odaklı strateji belirledik

- Türkiye’nin ekonomisinde rakamsal olarak katkınız ne k?

Yılın ilk altı ayında 883 milyon dolar dış ticaret fazlası verdik. Bunun ülkemiz ve sektörümüz adına olumlu bir gelişme olduğunun bilinciyle cari açığın kapanmasına katkı vermek için ihracat odaklı stratejiler belirleyerek çalışmalarımıza hız kesmeden devam ediyoruz.

Rakamlar, bu konuda doğru adımlar attığımızı gösteriyor. Bir diğer önemli gelişme de, en fazla ihracat gerçekleştirdiğimiz ülkelerin başında Avrupa ülkelerinin olması. Pandemi sürecinde Avrupa’da üretim çarkları durdu. Türkiye sanayisi ise bu dönemde virüse karşı tüm önlemlerini alarak üretmeye devam etti. Ambalaj sektörü ihracat odaklı düşünmeye ve alternatif pazarları keşfetmeye ara vermeden devam edecek. Türkiye Cumhuriyeti'nin 100'üncü yılını kutlayacağımız 2023'te 30 milyar dolarlık pazar büyüklüğü, 8-10 milyar dolarlık ihracat ve kişi başı yıllık 380 dolar ambalaj tüketimi hedefimize ulaşacağımıza inanıyoruz.

Kovid-19 ambalajın önemini gösterdi

- Pandemi sürecinde sektörünüzde yaşanan sorunlar neler oldu?

Ambalaj ürünlerin özellikle gıdaların hijyenik bir şekilde son tüketiciye ulaştırılmasını sağlar. Dünyayı etkisi altına alan Covid-19 pandemisi ile ambalajın ne kadar önemli ve gerekli olduğu bir kez daha anlaşılmış oldu. Sektör olarak bizler de bunun bilinciyle hareket ettik. Herhangi bir aksama olmaması için gerekli tüm önlemleri alarak üretime devam ettik ve tedarik zincirlerinin devamlılığı için hiç durmadan çalıştık. Gıda, içecek, sağlık ve temizlik sektörleri için üretim yapan ambalaj üreticileri durmadan çalışırken; inşaat, turizm/otelcilik ve restoranlara tedarikte bulunan üreticilerimiz bir süre çalışamadılar.

Dünya eskisi gibi olmayacak

+ Pandemi sonrası yeni dünya düzeni ile sektörünüzde yaşanacak değişimler neler olabilir?

Pandemi birçok bakış açısını değiştirdi. Dünya artık eskisi gibi olmayacak. Bu sebeple Ambalaj sektörü olarak sürdürülebilirliğe, teknolojiye, kaliteye ve ürün çeşitliliğine önem vererek çalışmaya devam edeceğiz.

Olası yeni salgınlara hazır olmak için pandemiden sonra tüm dünyanın gıda stoklarını her zaman hazır halde tutmaya önem vereceğini, insan sağlığını çevresel risklerden uzak tutan ve koruyan ambalajlı gıdaların öneminin bir kez daha ortaya çıkmasıyla tüm ürünlerin ambalaja gireceğini düşünüyoruz. 

]]>
Gazete Birlik info@gazetebirlik.com
2.9 milyarlık otomobil ihracı https://www.analizgazetesi.com.tr/haber/29-milyarlik-otomobil-ihraci-5860/

Türkiye'den bu yılın ocak-mart döneminde 2,9 milyar dolarlık binek otomobil ihracatı gerçekleştirildi.

AA muhabirinin, Uludağ Otomotiv Endüstrisi İhracatçıları Birliği verilerinden yaptığı derlemeye göre, otomotiv endüstrisi 2020'nin ilk çeyreğinde 7 milyar dolarlık dış satıma imza attı.

Otomotiv sektörünün alt gruplarına bakıldığında, binek otomobil dış satımında yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını nedeniyle geçen yılın aynı dönemine kıyasla yüzde 1,15 gerileme görüldü. Geçen yılın ilk çeyreğinde 2 milyar 939 milyon 882 bin dolar olarak gerçekleşen binek otomobil ihracatı, 2 milyar 906 milyon 162 bin dolara geriledi.

Binek otomobil ihracatı, otomotiv sektörünün toplam dış satımının yüzde 41,5'ini oluşturdu.

En fazla ihracat Fransa'ya

Sektör, ocak-mart döneminde en fazla binek otomobil ihracatını Fransa'ya yaptı. Bu ülkeye dış satım yaklaşık yüzde 4 artışla 396 milyon 613 bin dolardan 412 milyon 213 bin dolara çıktı.

İngiltere'ye dış satım yüzde 9,3 artışla 269 milyon 600 bin dolardan 294 milyon 673 bin dolara yükseldi.

İhracatta üçüncü sırada yer alan İtalya'ya ise 272 milyon 327 bin dolarlık dış satım yapıldı.

Sektör ayrıca İspanya'ya 254 milyon 400 bin, Almanya'ya 252 milyon 257 bin, Belçika'ya 149 milyon 850 bin dolarlık ihracat gerçekleştirdi.

Mısır'a ihracatta çarpıcı artış 

Mısır'a geçen yılın ilk çeyreğinde 30 milyon 225 bin dolarlık binek otomobil satan sektörün ihracatı bu yılın aynı döneminde yüzde 215 artarak 95 milyon 255 bin dolara çıktı.

Sektörün ABD'ye ihracatı bu dönemde 57 milyon 152 bin dolardan yüzde 18,76'lık artışla 67 milyon 875 bin dolara yükseldi.

Romanya'ya dış satımda da yüzde 16'lık artış sağlandı. Romanya'ya geçen yılın ilk çeyreğinde 36 milyon 121 bin dolarlık satış yapılmışken, bu yılın aynı döneminde dış satım rakamı 41 milyon 890 bin dolar olarak kayıtlara geçti.

]]>
Gazete Birlik info@gazetebirlik.com
2 ay faizsiz erteleme https://www.analizgazetesi.com.tr/haber/2-ay-faizsiz-erteleme-6290/

Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri Merkez Birliği (Tarım Kredi) Genel Müdürü Fahrettin Poyraz, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınının olumsuz etkilerinin önüne geçmek için gerekli tedbirleri aldıklarını belirterek, "Vadesi nisan ve mayısta dolacak kredilerin anapara ve faiz tutarları 2 ay süreyle faizsiz ertelenecek." dedi.

Poyraz, geçmişte olduğu gibi bugün de zor koşullar altında ülke çiftçisinin yanında yer aldıklarına dikkati çekti.

Tarım Kredi olarak Kovid-19 salgınıyla mücadele kapsamında tarımsal üretimin kesintiye uğramaması için bir dizi tedbir aldıklarını aktaran Poyraz, ortaklarının ve çiftçilerin tarımsal girdi ihtiyaçlarını karşılamaya dönük mal ve hizmetleri zamanında, güvenilir, kaliteli, uygun şartlarda sağlamak amacıyla çalışmaları sürdürmeye devam ettiklerini belirtti.

Poyraz, Tarım Kredi'nin ekim ve yetiştirme döneminde çiftçilerin tohum, gübre, ilaç, motorin, tarım makinaları gibi her türlü tarımsal girdi ihtiyacını uygun kredi imkanlarıyla karşıladığının altını çizerek, üreticilere teknik destek sağlandığını vurguladı.

Pazarlama sorunlarına da çözüm getirildiğine değinen Poyraz, kredi faaliyetleri çerçevesinde ortaklara tarımsal girdi ihtiyaçları için ayni, nakdi ve yatırım kredisi verildiğini söyledi.

Poyraz, uygun koşullarda finansmana erişimin sağlanması amacıyla piyasadaki değişimlerin yakından takip edildiğini aktardı.

Kovid-19 salgınının piyasalara olumsuz etkilerini azaltmak için açıklanan Ekonomik İstikrar Kalkanı paketi kapsamında gerekli çalışmaları başlattıklarını vurgulayan Poyraz, şöyle devam etti:

"Tarım Kredi ortaklarının mevcut durumdan olumsuz etkilenmelerinin önüne geçmek için gerekli tedbirleri aldık. Bu kapsamda, 30 Nisan'a kadar yurt genelinde yürütülen tüm icra ve iflas takipleri durdurulmuş olup, yeni takip işlemleri yapılmayacak, ihtiyati haciz kararları icra edilmeyecek. Kredi ödemelerindeki gecikmelere esneklik tanındı. Gecikmeye giren krediler, takip hesaplarına aktarılmadan önce 90 gün yerine 180 gün beklenecek. Çiftçilerimizin kredi borçları sebebiyle Risk Merkezi'ndeki siciline mücbir sebep notu düşülmesi sağlanacak. Vadesi nisan ve mayısta dolacak kredilerin anapara ve faiz tutarları 2 ay süreyle faizsiz ertelenecek."

tkk-i

"Çiftçilerimiz üretmeye mutlaka devam etmeli"

Poyraz, merkez ve bölge birlikleriyle tüm kooperatiflerde dezenfeksiyon çalışmaları yapıldığına işaret ederek, şunları kaydetti:

"Tarım Kredi, hizmet veren tüm personeliyle üreten çiftçilerimizin yanında yer almaya devam ediyor. 65 yaş ve üstü çiftçilerimiz ihtiyaçlarını, ortağı oldukları kooperatifleri telefonla arayarak bildirebilir. Tarımsal üretim, ülkece zor günler geçirdiğimiz bu sürecin aşılmasında büyük önem taşıyor. Çiftçilerimiz üretmeye mutlaka devam etmeli. Tarım Kredi, Kovid-19'a karşı çiftçilerimizin yanında, bu zor dönem üreterek, birlikte aşılacaktır."

]]>
Gazete Birlik info@gazetebirlik.com
Yabancı yatırımcı akacak https://www.analizgazetesi.com.tr/haber/yabanci-yatirimci-akacak-4089/

Sedat YILMAZ/ŞANLIURFA

İstanbul Sanayi Odası (İSO) Başkanı Erdal Bahçıvan, Türkiye’nin diğer ülkelere göre jeopolitik avantajlarının yanında fırsat oluşturma adına birçok üstünlüklere sahip olduğunu belirterek, “Şu anda benim bildiğim masada bitmek üzere olan ciddi boyutta yabancı yatırımlar var. Önümüzdeki aylarda bunları duyduğumuzda oldukça etkileneceğiz. Volkswagen ile birlikte yabancı sermayenin Türkiye'ye girişi noktasında önemli ve sevindirici gelişmeler yaşandığını görüyoruz” dedi.

İstanbul Sanayi Odası’nın Anadolu illeri ziyaretleri doğrultusunda İstanbullu sanayiciler, bölge iş insanlarıyla tanışmak, iş ortamında ortak akıl geliştirmek, sorunlara birlikte yaklaşabilmek ve istişareleri geliştirmek adına Şanlıurfa ve Gaziantep’e çıkarma yaptı.

Aralarında ünlü sanayicilerin de olduğu toplantının şeref konuğu 58 ve 59’uncu hükümetlerde Sanayi ve Ticaret Bakanlığı yapan İSO meclisi onur üyesi Ali Coşkun oldu.

3 günlük geziye Mobilya Sanayi İşadamları Derneği (MOBSAD) Başkanı ve Mirage Mobilya Yönetim Kurulu Başkanı Nuri Gürcan, MES Elektronik Döküm Yönetim Kurulu Başkanı Ender Yılmaz, İndex Doğu Anadolu Bölge Koordinatörü A. Veysel Çelik, Ece Fermuar Yönetim Kurulu Başkanı Osman Sait Günteki ve çok sayıda İstanbullu sanayici katıldı. Sanayiciler Şanlıurfa Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı İbrahim Halil Peltek ile Gaziantep Sanayi Odası Başkan Adnan Ünverdi başkanlığındaki sanayicilerle görüş alışverişinde bulundular.

ABD ilişkilerinin düzelmesi önemli adım

İstanbul Sanayi Odası (İSO) Başkanı Erdal Bahçıvan, gezi kapsamında gündemde öne çıkan gelişmelerle ilgili gazetecilerin sorularını cevaplandırdı. Suriye’ye yönelik Barış Pınarı Harekâtı sürecinde Türkiye/ABD ilişkilerinde gelinen olumlu süreci değerlendiren Bahçıvan, ABD tarafından yaptırımların kaldırılması ve ilişkilerin geliştirilmesi konusunda adımların atılmasını Türkiye ekonomisi ve piyasalar için önemli bir gelişme olarak niteledi. “Söz konusu vatan ise gerisi teferruattır” diyen Erdal Bahçıvan, yine de ABD ile bir mutabakata varılmasının mutlaka ekonomiye olumlu yansıyacağını, moral açısından piyasalarda iyimser sonuçların görüleceğini ifade etti.

Erdal Bahçıvan, Türkiye’nin en önemli meselelerinden birinin de enflasyon ve buna bağlı yükselen faizler olduğunu belirterek, “Bizdeki enflasyonu tetikleyen en büyük neden kur riski. Talep noktasında fazla enflasyon riskimiz yoktu zaten. Ancak maliyet enflasyonu sorunu yıllardır devam ediyor. Tabii bu da kura bağlı. Fakat kur krizinden bu yana, son 10 günlük dilim de ortada, dolar 5,80 – 5,90 bandını geçemediyse demek ki kur daha öncelerde yaşadığımız o büyük sıçramayı bundan sonra yapamayacak. Açıkçası kur tarafından enflasyonu zorlayacak bir sebebin kısa vadede gelişemeyeceğini tahmin ediyorum” dedi.

Cari açık artık belalımız olmayacak

Yıllarca acısı çekilen cari açığın risk olmaktan çıktığını ve ülkenin cari fazla verdiğine değinen Erdal Bahçıvan, “Gelişmeler gösteriyor ki, gelecekte en azından orta vadede cari açık bela olmayacak. Belki dolarizasyon, bankalardaki döviz mevduatı kur konusunda çıtayı yukarıda tutabilir, piyasaların kilitlenmesinde bir aktör görevini görebilir ama bugün 200 milyar dolar civarında bankalarda yatan mevduatın kurun dengelenmesi konusunda bir sigorta olduğu da unutulmamalı” diye konuştu.

Dünyada negatif faiz sistemi sebebiyle halen ucuz ve bol paranın olduğunu belirten Erdal Bahçıvan,   “Adam, Avrupa’da 10 yıllık tahvil alıyor. 100 milyon euro yatırıyor. 10 sene sonra 92 milyon euroya düşüyor. Türkiye’ye gelse 180 milyon euroya çıkıyor. Türkiye’nin bu koşullar devam ettiği sürece Türkiye’nin dışarıdan para çekmeyecek gibi düşünüyorum. Dolayısıyla eğer tüm enflasyonist nedenlerin arkasında kur hareketi vardıysa enflasyon noktasında daha dingin bir enflasyonla olması için olumlu yönde etkileyecek. Ben kur tarafından enflasyonu bozacak bir etki gelmeyecek tahminindeyim” dedi.

Yabancı yatırım için fırsatlar ülkesiyiz

Türkiye yabancı sermaye ve yatırımlar noktasında önemli avantajlara sahip olduğunu belirten İSO Başkanı Erdal Bahçıvan, Suriye’de Barış Pınarı Harekâtı doğrultusunda Türkiye ile ABD arasında gerçekleştirilen mutabakatla birlikte ekonomide iyimser bir havanın oluştuğunu, yabancı yatırımcının bu noktadan itibaren Türkiye ilgisinin daha da artacağını dile getirdi.

Türkiye’nin sahip olduğu potansiyel ve kapasitenin yabancı yatırımcı tarafından dikkatle izlendiğine değinen Erdal Bahçıvan, ülkenin her şeye rağmen bir yabancı sermaye fırsatı verdiğini ve yabancı yatırım açısından fırsatlar oluşturan bir ülke konumunda olduğunun altını çizdi. Erdal Bahçıvan, “Bilhassa stratejik yatırımlar noktasında tercih edilen bir ülkeyiz. Diğer ülkelerle Türkiye’yi benchmark ettiğinizde kıyasladığınızda değerimiz, kalitemiz ortaya çıkıyor. Çünkü Türkiye’de muhteşem bir yan sanayi var. Muhteşem yetişmiş bir iş gücü, know how ve güçlü bir iç pazarımız var. Yabancı sermaye bu 3 unsura bakıyor ve Türkiye’nin vazgeçilmezliğini tespit ediyor. Alman otomotiv firması Volkswagen’ın bizi tercih etmesinin en büyük sebeplerinden biri de bunlar” şeklinde konuştu.

Yabancı sermayenin Türkiye’ye sanayi ve imalatta orta yükseklikte bir ilgi duyduğunu gözlemlediklerini ve bu ilginin yakın gelecekte daha fazla olacağını tahmin ettiklerini dile getiren İSO Başkanı Erdal Bahçıvan, “Ülkemiz doğrudan yabancı yatırım adına ABD ile ilişkilerin düzelmesiyle birlikte çokça sevindirecek gelişmelerle karşılaşabiliriz. Şu anda masada bitmek üzere ciddi boyutta 3-5 adet yabancı doğrudan yatırım var. Yatırım rakamlarını duyduğunuz zaman etkili büyüklükte yatırımlar olduğunu göreceksiniz. Uzakdoğu’dan, Japonya ve Hindistan’dan doğrudan yatırım için Türkiye’ye sıcak bakan şirketlerin adını artık fazlaca duymaya başlayacağız” dedi. 

Düşük de olsa kaliteli büyüme tercihim

Döviz, enflasyon ve faiz denkleminde gelecek sürecin geçtiğimiz 2 yıllık süreçten daha iyi olacağını tahmin ettiğini anlatan Erdal Bahçıvan, sözü ekonomide büyümeye getirdi. “Mevcut iyileşme ve beraberindeki yatırımların Türkiye’nin yüzde 5 büyümesini sağlayabilir mi?” şeklinde bir soruya cevap veren Erdal Bahçıvan, “Büyümeyi rakam olarak değil, büyümeyi nitelik olarak düşünmemiz gerekiyor. İnşaattan beslenen yüzde 7’lik büyüme yerine yüzde 2,5’luk kaliteli nitelikli bir imalat sanayini tercih ederim. Çünkü ülkenin istikrarı ve huzuru için tercih ederim. Devasa büyüme rakamları yerine bizi belli bir vadeden sonra farklı badirelere ve açmazlara sokmayacak nitelikli bir orta boy büyümenin daha tercih edilebilir bir ekonomik model olması gerektiğini düşünüyorum. Yüzde 5 iddialı… Yüzde 5’i tutturmak adına kaliteden ödün vermemek lazım. Kaliteli yüzde 3 büyüme oluşacak arazları giderme adına bence daha makul” ifadelerini kullandı.

Büyüme ile birlikte Merkez Bankası’nın (TCMB) görevinin finansal istikrarın sağlanması adına adımlarının önemine değinen Erdal Bahçıvan, 24 Ekim’deki Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında bankanın alacağı faiz kararını da değerlendirdi. Bahçıvan, “Enflasyon noktasında kalıcı bir belirginlik ortaya çıkıyorsa, merkez bankası da ona paralel hareket edecektir. Bana göre başlamış olacak sürece devam edecek gibi görünüyor. 1 adım mı, 2 adım olur, ama tahminim bu yönde bir adım atacak” dedi. Politika faizinden de önemlisi piyasa faizleri olduğuna değinen Erdal Bahçıvan, Merkez Bankası’nın bunları da göz önünde tuttuğunu dile getirdi.

bancivan-i

Dış riskler içinde en önemlisi Trump

Türkiye’de son dönemde otomotiv, konut, perakende gibi sektörlerin iyi yönde gittiğini, bu iyi gidişin en önemli nedeninin faizlerin aşağı gelmesi olduğunu belirten Erdal Bahçıvan, “Faizlerin aşağı gelmesi, gecikmiş talebin ortaya çıkmasında önemli. Bardağın dolu tarafından iyimserlik ve olumluluğun ışıklarını görmeye başladık. Başta enflasyondaki düşüş işaretleri, onu besleyecek faiz ve finansal istikrarın yeniden yakalanmasında umut ışığı gözüküyor” diye konuştu.

Dünyadaki gelişmelerin iş dünyası ve ekonomi için riskler oluşturduğunu belirten Bahçıvan, “Bizim PMI’ın başka versiyonunu olan bir başka veri yayınlamaya başladık. Dünyadaki satın alma güçlerini ve satın alma trendlerini okuyan ihracat iklim endeksi 7 yılın en kötüsü çıktı. Tabii bu bizimle alakalı bir şey değil. Yaklaşık 50 ülkenin PMI’ları harmanlanıyor ve Türkiye ihracatının kaldıracı noktasında bir katsayı ortaya çıkıyor. Bu da dünyada pazar koşullarının daralmaya başladığının işaretlerini veriyor” dedi.

Söz konusu durumun özellikle ihracatta sıkıntılar yaşatabileceğine dikkat çeken Erdal Bahçıvan, “Dünyadaki belirsizlik önemli faktör. Dünyayı etkileyen en büyük tehdit ise ABD Başkanı Donald Trump’ın saat değişen fikirleri ve twitleri… İnşallah dünya ticaretini daha fazla etkilemez” şeklinde konuştu. Erdal Bahçıvan, Türk iş dünyası için önümüzdeki aylarda iç pazarın kurtarıcı olabileceğini kaydetti.

Olaylara stratejik bakmamız lazım

Türkiye’nin bireyselliği aşıp toplumsal bir zeka ile olaylara yaklaşması ve olaylar karşısında sabırlı, uzun vadeli düşünce ve doğru ilişkiler kurma noktasında hareket etmesi gerektiğini dile getiren Erdal Bahçıvan, “İşte bizim en büyük eksiğimiz strateji geliştirememe. Toplum içinde birlikte hareket edememe gibi bir hasletimiz var. Bunun en güzel örneğini yurt dışında yaşayan insanlarımızda da görüyoruz. Onlar bile çoklu bir bölünmeye gitmişiz. Diyaspora mantığı noktasında çok zayıfız. Özel sektörümüz de öyle. Bir araya gelip de işin doğru noktası noktasında bir araya gelemiyoruz. İş dünyası bir araya gelemiyor, siyasetçiler bir araya gelemiyor, farklılıklar bir araya gelemiyor” dedi.

Bu konuda spordan bir örnek veren Erdal Bahçıvan, “İngiliz takımlarından Liverpool ile Chelsea bir araya gelmişler… Biz haftanın 6,5 gün beraberiz. Kol kola ülke futbolumuzun değerini daha da yükseltmek için el ele verelim. Ama haftanın yarım günü rakibiz, demişler bundan çok etkilendim. Biz de böyle olmalıyız. Rekabetin zeminini ve zamanını iyi bilmeliyiz. Bu eksikliğimiz sebebiyle elimizdeki kaynaklarımızı da israf ediyoruz. Strateji geliştiremiyoruz. Nihayetinde bunun temelinde eğitim… Bireysellik hat safhada” diye konuştu.

Bankaya dayalı finansman modeline tepki

Türkiye’de son 8 yılın ortalamasına bakıldığında 100 liralık kazancın 56 lirasının faize gittiğini hatırlatan İSO Başkanı Erdal Bahçıvan, sadece bankaya dayalı finansman sağlama modeline yönelmenin doğru bir strateji olmadığını söyledi. Bankaya dayalı finansman sağlamanın ötesinde başka alternatif arayışlara da bakılması gerektiğini kaydeden Erdal Bahçıvan, “Sermaye piyasaları güçlendirilmeli, reel sektör öz sermayeyi güçlendirecek kaynaklar bulabilmeli. İkincisi uzun vadeli kredi verebilecek kalkınma bankaları oluşturulmalı. Mevcut piyasa bankacılıkla gidilecek yer bu kadar. Ekonominin böyle bir faiz yüküyle yürüyemeyeceği ortada” diye konuştu.

Kredi konusunda bankaları da eleştiren Erdal Bahçıvan, kamu bankalarının bu konuda elinin daha açık olduğunu söyledi. Erdal Bahçıvan, “Son bir yılın kredi artışını baktığınızda kamu bankaları yüzde 22’ye çıkmış… Özel bankaların kredi artışı eksi yüzde 2’de kalmış” dedi.

Türkiye’de kredi verme konusunda iyi analiz yapılmadığına, denetim kurumlarının da buna müsaade ettiğine vurgu yapan Erdal Bahçıvan, “Özellikle döviz bazlı kredileri cesurane şekilde alabilmişler bunu sormak lazım. Bir takım modeller çıkarmak istiyorsa, geçmişten de ders almak gerekiyor. Bu kredilerin dağıtılması konusunda iyi analiz yapılması gerekir. Türkiye sınırları dışına bu krediler nasıl çıkarılabildi, verimsiz alanlara bu krediler nasıl aktarılabildi, iyi düşünmek lazım. Mesela Kamu Garanti Fonu’nun (KGF) her teminata kredi vermesi de doğru değil. Dolayısıyla Türkiye’deki, bankacılık sisteminin kredi verme becerisini ve refleksini gözden geçirmesi gerekecek” diye konuştu.

Yatırıma değil tüketiciye kredi veriliyor

Bankaların kredi dağıtırken tüketicilere son derece geniş ve anlayışla yaklaştıklarını, üretime yönlendirilen kredilerin de birçok sektör için yanlış kullandırıldığını anlatan Erdal Bahçıvan, “Yatırım hedefli Bir ortak şirket kursak, bir projemiz var desek. Başarılı bir proje olsa… 100 birim kredi istesek, teminatı da ortaya koysak. Bize 10 tane bankadan biri ya verir, ya vermez. Niye.. Uzun vadeli diye. Ama tüketici ve cari olarak 10 bankanın kapısını çalsak, her biri 10’ar birim kredi kartını cebimize koyar. Tüketici olarak çok daha fazla kredi imkanı bulabilirsiniz. Açıkçası bir hedefin, bir projen varsa kredi bulmak zor. Ama tüketiciysen rahat kredi bulabiliyorsun… Burada nitelikli bir ekonomik bir dönüşüm yapılması lazım. Bizim sistem olarak ihtiyacımız karşılıklı otokontrol. Otokontrol olmadığında bataklar, sıkıntılar ortaya çıkıyor. Ancak bataklarda kimler kazanıyor bir de ona bakmak gerekiyor” dedi.

Enerji fiyatlarındaki zamların finansman yükünü olumsuz etkilediğini, enerji özelleştirmeleri ve politikalarının ne kadar doğru yapılıp yapılması noktasında bir analiz gerektirdiğini ifade eden İSO Başkanı Erdal Bahçıvan, “Rekabeti hep içeride bıraktık. Bir tane dış rekabet bu enerji özelleştirmelerine girmedi” dedi.

Enerjiye yapılan zamlarda planlama yok

Yapılan enerji zamlarının sanayici ve bireyler üzerinde büyük yükler oluşturduğuna dikkat çeken Erdal Bahçıvan, “Evet, enerji zamlarını eleştiriyoruz. Ancak biz zamlar kadar zamların planlanması ve programlanmasını da ciddi eleştiriyoruz. Gece yarısı, yarın kullanacağınız elektriğin faturasını artışını duymanızın sizdeki oluşturacağı yükün empatisinin kurulması lazım. Bunun mecburiyeti varsa, bu zamlar yapılırken kullanıcıya bir zaman verilmesi gerekiyor diye düşünüyorum. Zam kadar yöntem ve üslup ve metodoloji bence eleştirilecek tarafı” şeklinde konuştu.

Bilhassa ihracatçı sanayicilerin zamlar karşısında korunaksız kaldığını belirten Erdal Bahçıvan, “En azından ihracat yapan sanayicilerimizde doğalgaz ve elektrikte de vergilerin bertaraf edilmesi noktasında ihracata dahili işlem gibi ihracat teşvikleri konusunda bir takım görüşmeler yapıyoruz. İhracat teşvikleri arasına da bunun alınması noktasında görüşmeler yapıyoruz. Zamlar, ihracatı ciddi anlamda olumsuz etkiliyor. Ödediğimiz vergi çok yüksek. Enerjinin fiyatı kadar, enerjinin üzerinde KDV’si, ÖTV’si ciddi yükler” dedi. Erdal Bahçıvan, yeni bütçe ile ilgili yaptığı değerlendirmede de, “Henüz inceleyemedik. Ama vergi konusunda iç tüketime daha fazla güvenilecek gibi görünüyor” yorumunu yaptı.

En büyük risk İstanbul depremi

Türkiye’de olduğu gibi İstanbul’un da depreme hazırlık noktasında büyük eksikliklerinin olduğunu, sanayide de tüm firmaların samimi ve sağlıklı bir şekilde binalarını checkuptan geçirmesi gerektiğini söyledi.  “Üç maymunu oynama dönemi bitti” diyen İSO Başkanı Erdal Bahçıvan, genel manada başta İstanbul Türkiye’nin sanayi de dahil depreme hazır olmadığını, İSO olarak sanayiye ait her yapıda checkup’ın yapılması ve dönüşümün sağlanması için öz eleştiri yapmak üzere bir metodolojisi geliştireceklerini söyledi.

Her sektörün ve her firmanın İstanbul depremiyle ilgili kendi öz eleştirisini en sağlıklı bir şekilde gerçekleştirmesi gerektiğine vurgu yapan İSO Başkanı Erdal Bahçıvan, “İSO olarak sorumluluğu güçlü bir şekilde almaya kararlıyız. Özellikle İstanbul’daki tüm sanayi firmalarının samimi ve sağlıklı bir checkup yapması gereği çok yüksek. Bilhassa checkup sonrasında belirlenecek stratejiye göre uygun olmayan firmaların çok hızlı bir şekilde dönüşümlerinin yapılması şart. İstanbul’a çok yüklendik” dedi.

Türkiye’nin her konuda olduğu gibi depremde de çabuk unutmadan kaynaklı bir strateji geliştirememe hatası olduğunu belirten Erdal Bahçıvan, “İstanbul’un bir deprem tehdidi altında olduğunu bilmesi gerekiyor. Bence en büyük risk ne Suriye, ne o, ne şu, ne bu… En büyük risk İstanbul depremi” ifadelerini kullandı. Erdal Bahçıvan, bu haftaki İSO meclis toplantısına İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu davet ettiklerini sözlerine ekledi.

]]>
Gazete Birlik info@gazetebirlik.com
200 milyarlık pazar elimizde https://www.analizgazetesi.com.tr/haber/200-milyarlik-pazar-elimizde-3642/

Sedat YILMAZ

Ankara Ticaret Odası (ATO) Başkanı Gürsel Baran, Türkiye’nin coğrafi işaretli ürünleriyle ihracata yıllık 20 milyar euroluk katkı sağlayabileceğini söyledi. Coğrafi işaretli ürünlerin 12 ay boyunca satışının yolunu açtıklarını belirten Gürsel Baran, Anadolu’nun yöresel ürünlerini Ankara’dan dünyaya açmak için çalışmalarını hızlandırdıklarını kaydetti.

ATO Başkanı Gürsel Baran, 19-21 Eylül tarihleri arasında Ankara’da gerçekleştirilecek Uluslararası Coğrafi İşaretli Ürünler Zirvesi ile ilgili Analiz Gazetesi’ne özel açıklamalarda bulundu.  

“II.Uluslararası Coğrafi İşaretli Ürünler Zirvesi” öncesinde, coğrafi işaret tescilli ürün konusuna dikkat çekmek, Ankara’nın coğrafi işaret tescili almış ürünlerini tanıtmak ve ATO’nun Ankara’yı coğrafi işaret tescilli ürün pazarı haline getirmeye yönelik çalışmaları hakkında bilgi veren Gürsel Baran, yöresel ve geleneksel ürünlerin coğrafi işaret tescili almasının öneminden bahsederek, üreticiyi ve tüketiciyi koruyan coğrafi işaretin ürüne katma değer sağladığını, üretimi ve istihdamı artırarak kırsal kalkınmayı desteklediğini söyledi.

Ankara’nın 12 tecilli ürünü var

Ankara’nın coğrafi işaret tescili alan 12 ürününü anlatan Baran, bunlardan Ankara simidi, Ankara tavası, Ankara döneri ve Ankara erkeç pastırması için tescil işlemlerinin Ankara Ticaret Odası tarafından gerçekleştirildiğini kaydetti. Başkent’in ünlü Çubuk Turşusu’nun eskiden evlerde yapıldığını hatırlatan Baran, Coğrafi işaret tesciliyle birlikte üretim ve pazar ağının genişlediğini ve ABD başta olmak üzere AB ülkeleri ile Güney Amerika, Dubai, Katar gibi ülkelere ihraç edildiğini ve 6 bin kişiye de istihdam sağladığını dile getirdi.

Çubuk’un diğer tescilli ürünü Agat Taşı’na da değinen Baran, insan sağlığına zararsız bir iç dekorasyon malzemesi olarak kullanılabilecek bu taşın, 2 milyon ton rezervi bulunduğunu ve dünya piyasasında ton başına 5 bin dolar değere sahip olduğunu söyledi.

Cİ markalı ürünlerimizle dünya pazarına çıkıyoruz

Türkiye’nin dört bir yanından toplam 436 ürününün hâlihazırda coğrafi işaret (Cİ) tescili aldığını kaydeden ATO Başkanı Baran, “Bunlardan üçü, Malatya Kayısısı, Gaziantep Baklavası ve Aydın İnciri, Avrupa Birliği’nden de tescil aldı. 15 ürün için de tescil almak üzere AB’ye başvuru yapıldı. Bu gayretler çok önemli. Coğrafi işaret tescili sayesinde yerel ürünler marka değeri ve pazarlama gücü kazanıyor. Dünyada bu şekilde yaklaşık 10 bin ürünün 200 milyar dolarlık bir pazar büyüklüğüne sahip olduğu belirtiliyor. Ticaret savaşlarının giderek şiddetlendiği günümüzde savaş konusu olmayacak ürünlerle uluslararası ticaretten aldığımız payı artırmak mümkün” dedi.

İtalya’nın coğrafi işaretli parmesan peynirinin yıllık 2,5 milyar avroya sahip olduğunu ve 50 bin kişiye istihdam imkânı oluşturduğunu bildiren Baran, “Türkiye neden bu alandan fayda sağlamasın? Ayvalık zeytinyağından Gemlik Zeytini’ne, Pervali Balı’ndan Kars Kaşarı’na kadar Türkiye’nin dört bir yanında 436 ürünümüz coğrafi işaret tescili almış durumda. Bu ürünlerimizin dörtte biri Avrupa Komisyonu tarafından tescil alsa, yıllık 20 milyar avro civarında bir ihracat katkısı sağlayacağı hesaplanıyor.  Ülkemizin tarım ürünleri ihracatının 6 milyar dolar civarında olduğu düşünülürse bu rakamın önemi daha da ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla, coğrafi işaretli ürünler pazarında yer alabilmemiz için sistematik bir çalışmayı hayata geçirmemiz gerekiyor” diye konuştu.

En iyi örnek Hollanda Aaslsmeer çiçek borsası

Ankara Ticaret Odası olarak Coğrafi İşaretli ürünler Zirvesi’ni neden düzenledikleri konusunu da anlatan Baran, Hollanda’nın Aaslsmeer şehrinde bulunan çiçek borsasını örnek vererek, dünyanın pek çok bölgesinden getirilen çiçeklerin burada satıldığını ve dünya ihtiyacının yüzde 60’ının bu borsada karşılandığını bildirdi ve “Ortak hareketten nasıl bir gücün ortaya çıkacağının en iyi örneği Aaslsmeer’deki bu çiçek borsasıdır” dedi.

ATO olarak yerel değerlerin ekonomiye kazandırılması için çalıştıklarını belirten Gürsel Baran, başkent Ankara’dan coğrafi işaretli ürünlerin tamamını Erzurum’daki, Kars’taki veya Bingöl’deki bir üreticinin coğrafi işaret tescilli ürününü dünya pazarına sunmasından daha kolay olduğunu söyledi. Ankara’nın tüm yolların kesişme noktası olduğuna dikkat çeken Baran, “Üç yıldır yurt dışına direkt uçuşların artması için uğraşırken amacımız sadece turistik seyahat değildi. Ulaşım geliştikçe ticaret de gelişiyor. Anadolu’nun en ücra köşesinde üretilen bir ürünü Ankara üzerinden dünyaya pazarlamak mümkün. Ülkemizin tamamının üretimini geliştirecek bu gelişme Ankara ve Ankara Ticaret Odası üyelerinin de ticaretlerini ve ticaretteki rollerini değiştirecek. Bu çalışma bizim üyelerimize yeni iş alanı açma vizyonumuzun da bir kanalı durumunda. Bu zirve ve zirvede yer alacak fuar, coğrafi işaretli yöresel ürünlerimizin yüksek ekonomik değere kavuşması ve uluslararası pazara sunulması adına atılmış önemli bir adımdır. Coğrafi İşaretli Ürünlerin vatandaşa 12 ay boyunca satılabilmesi için gerekli alanla ilgili çalışmamız var. Bu satış merkezini oluşturduğumuzda Ankara ‘Anadolu’nun Dünyaya Açılan Kapısı’ misyonuna ulaşacaktır” ifadelerini kullandı.

Zirvenin açılışımı Emine Erdoğan yapacak

ATO Başkanı Baran, 19 Eylül’de başlayacak ve üç gün sürecek “2. Uluslararası Coğrafi İşaretli Ürünler Zirvesi”nin açılışının Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan tarafından yapılacağını bildirdi. Baran, zirvenin “Anadolu’dan Dünyaya” temasıyla gerçekleşeceğini kaydetti.

Evrensel tanımlamaya göre coğrafi işaretlerin; belirgin bir niteliği, ünü veya diğer özellikleri yönünden kökeninin bulunduğu yöre, alan, bölge ya da ülke ile özdeşleşmiş bir ürünü gösteren işaret olduğunu belirten Baran, bir fikri mülkiyet hakkı ve resmi bir kalite işareti olan coğrafi işaretin ürüne pazarlama gücü kattığını söyledi. Türkiye’de en bilinen coğrafi işaretli ürünlerden başlıcalarının Çorum leblebisi, Isparta halısı, Afyon kaymağı olduğunu ifade etti.

Coğrafi işaretlerin diğer sınai mülkiyet haklarından farkının tek bir üreticiyi değil belirli şartlar altında üretim yapan kişilerin tümünü birden koruması olduğunu belirten ATO Başkanı Baran, “Bir başka ifadeyle bunlar bir firmaya ya da kişiye ait olmayan, yerel özelliklerinden dolayı bir yöreye, bölgeye, ülkeye ait anonim ürünler” dedi.

Türkiye coğrafi işaretli ürünlerde ne durumda?

Türkiye’de halen başvurusu yapılmış ve tescil almak için işlemleri süren 429 ürün olduğunu hatırlatan Baran, “Türkiye’nin toplamda 440 coğrafi işaretli ürünü var. Adana Kebabı’ndan, Adıyaman Besni Üzümü’ne, Afyon Kaymağı’dan, Akçaabat Köfesi’ne, Amasya Beji Mermeri’nden, Antakya Künefe’sine, Avanos Çömleği’nden, Ayancık Keten Bezi’ne (Sinop), Bayat Türkmen Kilimi’nden (Afyonkarahisar), Bergama Tulum Peyniri’ne, Bursa Bıçağı’ndan, Devrek Bastonu’na,  Diyarbakır Karpuzu’ndan Finike Portakalı’na, Gördes El Halısı’ndan (Manisa), Kastamonu SiyezBulguru’ndan,  Kırkağaç Kavunu’na, Mut Zeytinyağı’ndan, Nizip Sabunu’na, Pervari Balı’ndan Safranbolu Safranı’na kadar çok sayıda coğrafi işaretli ürünümüz halen hayatiyetini sürdürüyor” diye konuştu.

Baran, coğrafi işaretli tescili almış ürünlerden Gaziantep Baklavası, Aydın İnciri ve Malatya Kayısısı’nın Avrupa Birliği’nden (AB) de tescil aldığını belirterek, “Milas Zeytinyağı, Afyon Sucuğu, Afyon Pastırması, İnegöl Köfte, Aydın Kestanesi, Edremit Yeşil Çizik Zeytini, Bayramiç Beyazı, Kayseri Pastırması, Kayseri Sucuğu, Kayseri Mantısı, Antep Fıstığı, Antep Lahmacunu, Taşköprü Sarımsağı, Giresun Tombul Fındığı, Antakya Künefesi olmak üzere 15 ürün için de yine AB’den tescil almak için başvuru yapılmış, işlemleri devam ediyor” diye konuştu.

2 bin 500 coğrafi işaretli ürünümüz belirlendi

Türk Patent ve Marka Kurumu’nun envanterlerine göre, Türkiye’de coğrafi işaret alabilecek ürün sayısının 2 bin 500’e ulaştığını belirten Gürsel Baran, Ankara’nın da 12 adet tescil aşamasında ürünü bulunduğunu hatırlattı. Baran, “ATO olarak Ankara Simidi, Ankara Döneri, Ankara Tavası ve Erkeç Pastırması olmak üzere dört ürün için coğrafi işaret tescili başvurusunu yaptık ve aldık. Başvurusunu yaptığımız beşinci ürün olan Ankara Tiftiği için de çalışmalarımız devam ediyor. Beypazarı Kurusu, Gölbaşı Sevgi Çiçeği, Kızılcahamam Bazlaması, Nallıhan Örtmesi, Nallıhan İğne Oyası, Çubuk Agat Taşı, Çubuk Turşusu, Kalecik Karası Üzümünün de coğrafi işaret tescili bulunuyor” dedi.

19-21 Eylül tarihleri arasında gerçekleştirilecek II. Uluslar arası Coğrafi İşaretli Ürünler Zirvesi’ndeki amacı ve hedeflerini de anlatan ATO Başkanı Gürsel Baran, “Coğrafi işaret tescili sayesinde yerel ürünler marka değeri ve pazarlama gücü kazanıyor. Dünyada bu şekilde yaklaşık 10 bin ürünün 200 milyar dolarlık bir pazar büyüklüğüne sahip olduğu belirtiliyor. Ticaret savaşlarının giderek şiddetlendiği günümüzde savaş konusu olmayacak ürünlerle uluslararası ticaretten aldığımız payı artırmak mümkün. Avrupa Komisyonu’nun yaptırdığı ankete göre, coğrafi işaretli ürünler, yer ve üretim metodunu, kökenini ve kalitesini garanti etmesi nedeniyle tüketiciler tarafından tercih ediliyor. İtalya’nın parmesan peyniri Fransa’nın comtepeyniri milyarlarca avro gelir getirip binlerce kişiye istihdam sağlıyor. Türkiye neden bu alandan fayda sağlamasın” ifadelerini kullandı.

Türkiye’de yerel ve geleneksel ürünlerin Avrupa Birliği’nden tescil alarak uluslararası pazara açılabilmesi durumunda Türkiye ekonomisine yıllık 20 milyar euroluk bir katkı sağlayacağının hesaplandığını belirten Baran, coğrafi işaretli ürünler pazarında yer alabilmek için sistematik bir çalışmayı hayata geçirmek gerektiğini söyledi.

Organizasyonu niçin Ankara Ticaret Odası düzenliyor?

Geçen yıl 28 Nisan’da ilk kez Coğrafi İşaretli Ürünler Zirvesi’ni yaptıklarını ve zirveye 15 bin kişinin katıldığını anlatan Baran, “Zirvede 23 ana konferans gerçekleştirildi. 44 konuşmacı dünya ve Türkiye gelişmelerini katılımcılara aktardı. Eğitim programları düzenlendi. Tüm bunların yanında coğrafi işaretli 200 ürünün sergilendiği bir de fuar gerçekleştirildi. Bu fuar sırasında ürünlerin pazarlamasına yönelik 160 ayrı ikili iş görüşmesi yapıldı. Bu yıl da zirvenin ikincisini Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın himayelerinde gerçekleştireceğiz” dedi.

Ankara Ticaret Odası’nın böyle bir görevi üstlenmesinin gurur verici olduğunu dile getiren Gürsel Baran, “Biz bu görevi niçin üstlendik, bunu bir örnekle açıklamak istiyorum… Dünyanın en büyük çiçek borsası Hollanda’nın Aalsmeer şehrinde yer alıyor. 19 milyon çiçeğin, 2 milyon saksı bitkisi ve ağacı satılıyor.  Dünyanın 7 binden fazla satıcısı ile yaklaşık bin beş yüz alıcısı bu borsada buluşuyor. Borsada yer alan ürünlerin tamamı da söz konusu şehirde ve Hollanda’da yetiştirilmiyor.

Afrika ülkelerinden bile çiçek getirilip bu borsada satılıyor. Dünyanın çiçek ihtiyacının yüzde 60’ı buradan karşılanıyor. Borsanın doğrudan çalışanı 4 bin 500 ancak dolaylı yoldan 25 bin kişiye istihdam sağlanıyor. Üretilen günlük ciro 6 milyon euro.  Bu örneği vermemdeki gaye birlikten, ortak hareketten nasıl bir gücün ortaya çıkabileceğini göstermek. Türkiye’nin ikinci büyük odası ve sivil toplum kuruluşu olarak, yerel değerlerimizin ekonomiye kazandırılmasını kendimize dert edindik. Çünkü Başkent Ankara’dan coğrafi işaretli ürünlerin tamamını dünya pazarına sunmak, Erzurum’daki, Kars’taki veya Bingöl’deki bir üreticimizin coğrafi işaret tescilli ürününü bulunduğu noktadan pazarlamasından çok daha kolay ve etkili. Odamızın 2017 yılında ilkini düzenlediği Zirve’de, Türkiye’nin 7 bölgesinden gelen üreticiler, ürünlerini sergileyip ülkemizin perakende zincirleri ile ikili iş görüşmeleri yapma imkânı bulmuştu. İlk zirvenin üreticilere verdiği katkı ve ticaret hacmi zirvenin ikincisini düzenleme konusunda bize cesaret verdi” bilgisini verdi.

İlk zirveye göre bu yılki etkinlikte ne fark olacak?

19 Eylül’de başlayacak zirvede yerli üretici ve perakende zincirlerinin yanı sıra yabancı üreticiler ve satın alma heyetlerinin de bulunacağına dikkat çeken ATO Başkanı Gürsel Baran, “Ankara hem Türkiye’nin başkenti olması, hem haritanın ortasında yer alması nedeniyle coğrafi işaretli ürünler pazarı kurulması için uygun bir yerleşim yeri. Tüm yolların kesişme noktası, hızlı trenin merkezi. Üç yıldır yurt dışına direkt uçuşların artması için uğraşırken amacımız sadece turistik seyahat değildi. Ulaşım geliştikçe ticaret de gelişiyor. Anadolu’nun en ücra köşesinde üretilen bir ürünü, Ankara üzerinden dünyaya pazarlamak mümkün” diye konuştu.

Türkiye’de üretim mantalitesini değiştirmeyi ve ürün çeşitliliğini artırmayı hedefleyen zirvenin, ATO üyelerinin ticaretlerini ve ticaretteki rollerini de değiştireceğini belirten Gürsel Baran, “Bu çalışma bizim üyelerimize yeni iş alanı açma vizyonumuzun da bir kanalı durumunda. Bu zirve ve zirvede yer alacak fuar, coğrafi işaretli yöresel ürünlerimizin yüksek ekonomik değere kavuşması ve uluslararası pazara sunulması adına atılmış önemli bir adımdır. Ankara’da bütün yıl açık olan bir coğrafi işaretli ürünler pazarı kurma yönünde de bir gayretimiz var. Bu satış merkezini oluşturduğumuzda Ankara ‘Anadolu’nun Dünyaya Açılan Kapısı’ misyonuna ulaşacak. Yerli ve milli ekonomi hamlesi başlatılan ülkemizde yerel ve yöresel değerlerimizi ekonomiye kazandırma, üretimi artırarak katma değer sağlamak da milli ekonominin gelişmesine hizmet etmektir. Birlikten kuvvet doğacağını biliyor ve konuyla ilgilenen tüm kesimlerle ortak hareket etme arzumuzu bir kez daha dile getiriyoruz” ifadelerini kullandı.

Konferanslar zirveye renk katacak

Bu yılki Uluslararası Coğrafi İşaretli Ürünler Zirvesi konferansının ana başlığı; “Coğrafi İşaretlerde Uluslar arası Yaklaşımlar, 360 Derece Coğrafi İşaretler, Coğrafi İşaretlerde Türkiye Nasıl İlerlemeli?, Kırsal Kalkınmada Coğrafi İşaretlerin Rolü ve Önemi, Ankara’nın Coğrafi İşaretleri, Coğrafi İşaretlerde Yönetişim ve Denetim Sistemi, Coğrafi İşaretlerde Ulusal ve Uluslararası Başarı Örnekleri, Fikri ve Sınai Haklar Açısından Coğrafi İşaretler, Coğrafi İşaretler ve Üretici Örgütleri, Coğrafi İşaretlerin Gastronomi ve Yerel Turizmin Gelişmesindeki Etkisi, Coğrafi İşaretlerde Ticarileştirme ve İnovasyon Uygulamaları ve Yerel Yönetimlerin Coğrafi İşaretlerin Korunmasındaki Rolü” olacak. Zirveye üreticiler, coğrafi işaretler ile ilgili çalışmalar yürüten kamu, özel ve sivil toplum kuruluşları ile kanaat önderleri yer alacak. 

Zirvenin olmazsa olmazı eğitim kampları

Zirvenin eğitim kamplarında, katılımcılar Coğrafi İşaretlerin tescili, denetimi ve ticarileştirilmesi konusundaki bilgi ve becerilerini geliştirme fırsatını yakalayacak. Zirve boyunca, fuar alanında oluşturulacak ikili iş görüşmeleri alanlarında, yabancı heyetler, oda & borsa, birlik gibi kuruluşlar ile perakende sektörü temsilcileri, bürokratlar ve iş insanları, Türkiye’nin coğrafi işaretli ürün üreticileri buluşturulacak. Katılımcılar 3 gün süreyle devam edecek eğitim programlarından ücretsiz yararlanma imkanına sahip olacak. Zirvedeki eğitim programları başlıkları şöyle belirlendi: Coğrafi İşaretlerde Markalaşma ve Marka Yönetimi, Marka Mutfağı Atölyesi, Coğrafi İşaretlerde E-ticaret Uygulamaları, Coğrafi İşaretlerin Ulusal ve AB Tescil Süreci, Coğrafi İşaretler Denetim Çalıştayı, Kariyer Yolculuğum Atölyesi, Gıda Güvenliği, Ticarileşme ve Ticarileşme Modelleri.

]]>
Gazete Birlik info@gazetebirlik.com
Stok fiyat yükseltiyor https://www.analizgazetesi.com.tr/haber/stok-fiyat-yukseltiyor-5660/

Sedat YILMAZ

Türkiye özellikle 2016 yılından bu yana tüketici enflasyonunda yüksek rakamlar yaşıyor. Türkiye enflasyon ortamında ciddi faiz maliyetlerine katlanmak zorunda kalıyor. 2017 yılından itibaren başlayan yüksek enflasyon trendi yüzde 11’lerden başlayıp bu yılbaşında yüzde 20,35’lere kadar ulaştı. Yine son 3 yıldan bu yana tüketici fiyatlarını yukarı yönlü tetikleyen ortalama gıda enflasyonu da aylarca yüzde 30 seviyelerinin altına gelemedi. Tüketici enflasyonu 2019 Temmuz ayı itibariyle yüzde 16,65, gıda enflasyonu ise bu yıl Temmuz ayı itibariyle yüzde 18,21 seviyesinde seyrediyor.  

Tüketici fiyatlarının (TÜFE) yüksek kalmasında en büyük etkenlerden olan gıda enflasyonundaki artışa yapısal sorunların neden olduğu belirtilirken Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nin (TZOB) üzerinde sık sık durduğu tarla/tezgah arasındaki ürün fiyatlarının en az 5 kat olduğuna dair açıklamalar da dikkatlerden kaçmıyor.

Gıda enflasyonu ve ürün fiyatlarını tarımla ilgili görüşleriyle dikkat çeken MuzBir Başkanı Hasan Çatkaya ile konuştuk. Türkiye’nin tarımda kısa, orta ve uzun vadede çözmesi gereken sorunları olduğunu belirten Çatkaya, bugün tarımda en önemli problemlerinden birkaçının ürün depoculuğundaki kayıt dışılık, borsaların yetersizliği ve uygulanan teşvik sistemi olduğunu söyledi.

Tarımsal destekler yerini bulmalı

Yapısal sorunların çözülmeden birçok meselenin havada kalacağını ifade eden Çatkaya, bunca teşvike rağmen istenen üretimin gerçekleştirilemediğini dile getirdi. Tarımsal desteklerin ürün bazında yapılması gereğine vurgu yapan Çatkaya, “En basitinden bir örnek vereyim. Tarımda traktör çalışırsa, iş makinesi çalışırsa iş üretir. Şöyle bir bakın, her ailenin özel arabası traktörden daha fazla çalışıyor. Aldığınız mazot desteğini, kendi özel aracınızda kullanırsanız elbette tarımsal üretim de istenildiği gibi artmayacak” dedi.

Türkiye’de tarım makineleri konusunda da yanlış parkur kurulduğunu bunu traktör, iş makinesi ve römorktan anlaşılabileceğini anlatan Hasan Çatkaya, “Çiftçide 10 römork var, bir tane gübre dağıtım makinesi yok. Römorka teşvik var, makineye yok. Türkiye’de römork üreten 5 bin firma varken, gübre dağıtma makinesi yapan firma sayısı 10’u geçmiyor” diye konuştu. Desteklerin kesinlikle nakit olarak yapılmaması gerektiğini belirten Hasan Çatkaya, çiftçinin neye ihtiyacı varsa onun fiziken karşılanmasının tarımı daha fazla artıracağını ve hatta ürün fiyatlarını da normalleştireceğini belirtti.

muz-2

Fiyatları dengede tutmanın yolu üretim

Tarımda fiyatları etkileyen diğer hususun sebze ve meyve üzerindeki ilaç kalıntıların abartılması olduğuna işaret eden Çatkaya, “Ürün bollaştığı sene sebze ve meyve üzerindeki ilaç kalıntıları gündem yapılıyor. Üretici para kazanacakken ürün bollaştığı zaman bile o yılı boş çekiyor. Türkiye’de üretimi engelleyip fiyatların düşmemesini isteyen lobiler var. Bunu hepimiz biliyoruz” dedi.

Yine tarım ürünlerinde fiyatların düşmemesi için çokça spekülatif ve manipülatif işlerin yapıldığını belirten Çatkaya, soğan ve patateste oynanan oyunun aynı kesimlere hizmet ettiğini kaydetti.

Geçen yıl soğan 5 lira iken birden 50 kuruşa düşmesinin sebeplerinin iyi araştırılması gerektiğini anlatan Hasan Çatkaya, “İhtiyaca göre üretim her zaman fiyatları dengede tutar. Az üretirseniz veya normal ürettiğiniz halde, elinizdeki ürünü spekülasyon için kullanırsanız fiyatlar yukarı gider. Vatandaş da olayı anlayamadığından suçlu aramaya kalkar ve çoğu zaman da suçlu konusunda yanlışa düşer. Şayet yerinde ve yeterince denetimli, kontrollü üretim yapılsa hiç kimse manüpilatif hareketlere başvuramaz” şeklinde konuştu.

Sorunun çözümü kayıt içi depoculukta

Alınan bilgiye göre, stok oyununun en fazla yaşandığı 3 ürün limon, soğan ve patates. Yüksek kâr elde etmek için tarladan çıkarılıp depolara konan ürünler yeterli miktarda piyasaya verilmiyor veya verilemiyor. Birçok ürün yetersiz depo şartlarında çürüyor. Bu olaydan en fazla etkilenen ürün limon. Tarladan 1,5 liraya satın alınan limon, stoklardan peyderpey pazara sürülerek fiyatları 8/10 liraya kadar çıkabiliyor. Türkiye’nin yıllık ihtiyacı olarak bilinen 16 bin ton limon piyasaya tarla fiyatlarının çok üzerinde üreticiyle buluşurken yıllık bazda üretilen 1 milyon ton limonun bir kısmı ihraç ediliyor ancak çoğu depolarda kalıyor. Patates ve soğanda da aynı oyunun oynandığı iddia ediliyor. Limon, soğan ve patatesten daha fazla üretim merkezlerine yakın mağara ve depolarda saklanıyor. Geçen yıl depolara yaklaşık 1 milyon tonun üzerinde limonun girdiği tahmin ediliyor.

Konuyu değerlendiren MuzBir Başkanı Çatkaya, gıda enflasyonunda manipülatif olayları önlemede tek yolun sağlıklı, resmi lisanslı depoculuktan geçtiğini söyledi. Çatkaya, “Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu (TKDK) kayıt içi ürün depoculuğunu yaygınlaştırmalı. Devlet üreticiyi kayıt içi ürün depoculuğu konusunda desteklemeli. Üretici o zaman malını değerine satar. Ürün tüketiciye daha uygun fiyatta yansır. Böylece tüketici enflasyonunu etkileyen gıda fiyatları normal seyrine döner” dedi.

Limon bahçelerinizi söküp muz dikmeyin

Türkiye’nin limon konusunda da bir planlamaya ihtiyaç duyduğunu belirten MuzBir Başkanı Hasan Çatkaya, üreticinin para etmiyor diye limon bahçelerini muz bahçesine çevirmeye çalıştığını hatırlattı. Çatkaya, muzun şu an itibariyle ancak Türkiye’nin ihtiyacını karşıladığını, ancak limonun ihracat imkanının olduğunu ve limon üretiminin aynı şekilde devam ettirilmesi gerektiğini vurguladı. Çatkaya, üreticinin bu kararı vermede limon tedarik zincirinin de etkili olduğunu belirterek, “Limon üreticiden 1,5 liraya alınıyor ve depoya konuyor. Depoya girdikten sonra fiyatların birden anlaşılmaz nedenlerle 3/5 katına çıktığını görüyorsunuz. Soğan ve patateste oynanan oyunların bir benzeri limonda da sahneye konuyor. Manipülatif yaklaşımların sebebi aslında kayıt dışı depoculuk. Dolayısıyla gıdada fiyatları stok oyunları belirliyor ve yükseltiyor. Çeşitli sebeplerle depolardan piyasanın ihtiyacı kadar mal çıkarılamadığından fiyatlar yukarı yönlü hareket ediyor. Buradan kazanan aracılar, kaybeden üretici ve tüketici oluyor” derken fiyatta stok oyunlarını devlet destekli kayıt içi depoculuk ve sağlıklı işleyen borsa sisteminin önleyeceğini kaydetti.

Üretici her konuda uyanık olmalı

Türk üreticisinin her konuda uyanık olması ve üretici-tüketici arasındaki zincire dikkat etmesi gerektiğini belirten Hasan Çatkaya, “Sebze ve meyve üretimi konusunda Türkiye bulunmaz bir ülke. Örtü altı ve planlı sera yapılanmasına ihtiyacı var. Türkiye bir değil 10 ülkenin sebze ve meyve ihtiyacını rahatlıkla karşılayabilir. Yeterli planlı tarım ve üretim olsun. Tabi bu süreç yukarıda siyasetten başlayıp tarladaki çiftçiye kadar uzanıyor.

Üreticinin sebze ve meyveden emeğinin karşılığını alacak para kazanmadığı halde, fiyatların da yükselmesini istemediğini belirten Hasan Çatkaya, özellikle MuzBir olarak soruna farklı bir çözüm yolu oluşturduklarını söyledi. Çatkaya, “Tarladan verdiğimiz malın tezgahlarda 3-5 katı satıldığını görünce biz de farklı bir metot uygulamaya başladık. Mesela biz 17 bin muz üreticisi olarak topluca karar aldık. Aracılar ürüne beklemediğimiz fiyatlar koyunca biz de üreticiler olarak fiyatları artırıyoruz. Bu yol üreticinin aracılar tarafından ezilmesini önlüyor, hem de piyasaya bir fiyat dengesi getiriyor. Tedarik zincirine zarar vermek istemiyoruz, ancak fiyatların da bu kadar yükselmesini istemiyoruz” dedi.

muz-i

Haller ve aracılar bir düzene girmeli

Türkiye’de tüketilmesi gereken birçok ürünün aracıların manipülatif davranışları sebebiyle yeterince pazara ulaştırılamadığını belirten Çatkaya, bu durumun üreticinin para kazanmasını, zenginleşmesini engellediğini, Türkiye’deki tarımı da engellediğini ileri sürdü. Çok üretip, yurt içi veya yurt dışı çok satıp ülkenin zenginleşmeye, büyümeye ihtiyacı olduğunu belirten Hasan Çatkaya, “Şayet aracılar fiyatları kendi bildikleri artırmaya kalkarlarsa biz de onların tezgaha çıkardıkları fiyata yakın bir fiyattan ürünümüzü satacağız. Bu durum halleri de düzene ve bir sisteme sokacağına inanıyorum” diye konuştu.

MuzBir’in başkanı olarak sağlığa, çocuk gelişimine ve birçok faydayı üzerinde taşıyan muzun daha fazla tüketilmesi için ellerinden gelen her türlü imkanı kullanacaklarını dile getiren Hasan Çatkaya, “Türkiye’de BİM, Şok, Migros, A100 gibi büyük market zincirlerinin yanı sıra ülkedeki diğer bütün marketlerin tezgahına muzu koymak istiyoruz. Türkiye’deki dört veya beş yıldızlı otellere en kaliteli muzumuzu vermek niyetindeyiz. Bugün 500 bin ton muz üretiyorsak bu üretimi daha da yukarılara çekip halkımızın muz yemesini sağlama yolunda adım atacağız. Üretim kapasitemizi sağlamlaştırıp talebe cevap vereceğiz” dedi.

Ürünlerimizde kalite olmazsa olmazımız

Ülkenin öncelikle sebze veya meyve bazında depoculuk sistemini modernleştirmesini ve stok sorununu çözmesi gerektiğini dile getiren MuzBir Başkanı Hasan Çatkaya, “Türkiye’de her ürün merdiven altı üretimden kurtulmalı ve uluslararası standartlara dönmeli. MuzBir olarak MuzKoop için kolları sıvadık. Kooperatifimizi çok yakında harekete geçireceğiz. Devlet tarafından bize sunulan bütün imkanları en faydalı şekilde kullanacağız ve gücümüzün yetmediği yerde devletimizin bizi desteklediğini bilerek tarımda cesurca yatırımlar yapacağız. Daha cevizimiz, fındığımız, zeytinimiz, limonumuz ve üreteceğimiz çok sayıda sebze ve meyvemiz var” diye konuştu.

MuzBir olarak ürünün daha da kalite haline gelmesi için yurtiçi ve yurt dışı araştırmalarını sürdürdüklerini belirten Çatkaya, biz standart gübrenin yanında muzun daha gelişmesi, tatlanması ve dayanıklı olması için takviye olarak nohut, peynir suyu, bal, sütliyen otu, yarasa gübresi gibi birçok yan ürünü kullandıklarını söyledi. Modern örtü altı ve planlı seracılığı çok yakında örnekleriyle hayata geçireceklerini dile getiren Çatkaya, “Gübrenin yanında Çin’de yetişen bir deniz yosunu konusunda çalışıyoruz. Sadece kaliteli muz değil, kaliteli çilek, domates, sebze ve meyve yetiştiriciliğinde de bu yosunu devreye almak istiyoruz. Yosuna köklendirici de deniyor. Bal arısı görevini yapıyor. Ürüne kuvvet veriyor. Ürünlerimizde kalite olmazsa olmazımız” ifadelerini kullandı.

Üretici ve tüketiciyi koruyamazsak tarım işini yürütemeyiz

Tarımda kayıt içi depoculuğun olmazsa olmaz bir kural olduğunu isteyen Hasan Çatkaya, TKDK destekleme verirken eski depoculuk yapanlara hatta yakınlarına depo kurma izninin verilememesini, depoculuğun farklı ellerde büyük küçük marketlere kadar yaygınlaştırılmasının gerektiğini söyledi. Çatkaya, “Maalesef sistem üreticiyi ve tüketiciyi korumayan sistem üzerinde çalışıyor. Üreticiyi ve tüketiciyi korumayamazsak tarımdan bahsedemeyiz. Şayet modern depoculuk çoğalırsa, yaygınlaştırılırsa fiyatlar dengelenecek. Depocuda, marketçide depo olduğunda stokçulukla fiyat artıranlar bu eylemlerini gerçekleştiremeyecek. Üretici malı değerinden satarken kimse limonu 10 liradan, soğanı 8 liradan satamayacak. Böylece gıda fiyatları da otomatik olarak aşağı gelecek. Yani enflasyonun düşürülmesinde kayıt içi depoculuğun büyük önemi var” dedi.

]]>
Gazete Birlik info@gazetebirlik.com
Fiyatı aracı değil üretici belirlesin https://www.analizgazetesi.com.tr/haber/fiyati-araci-degil-uretici-belirlesin-5637/

Sedat YILMAZ

Enflasyon Türkiye’nin en önemli ekonomik meselelerden biri. Son aylarda düşmeye yüz tutsa da yapısal sorunlar sebebiyle istenilen seviyeye inemiyor. Enflasyonda gıda fiyatlarındaki artışlar önemini koruyor. Yaz aylarında ürünlerin bollaşmasıyla biraz daha geriye çekilen fiyatların önümüzdeki aylarda yine yükselişlerini sürdüreceği tahmin ediliyor. Fakat fiyatlar yükselse de üretici ve çiftçi süreçten faydalanamıyor. Seneyi ya az kârla veya zararla kapatıyor ve yüksek maliyetlere boyun eğmek zorunda kalıyor.

Özellikle üreticiler, çiftçiler enflasyona yenilmemek için kendi bünyelerinde çareler üretmeye çalışıyor. Bunlardan biri de Muz Üreticileri Birliği (MuzBir). Birlik 2019 Mart ayında olağan genel kurulu yaptı ve başkanlığa tek liste ile giren Ankaralı üretici ve işadamı Hasan Çatkaya getirildi. Çatkaya’nın yönetim kurulunda Ali Solak, Halil Cep, Ahmet Tufan, Tansel Başer, Hasan Basri Öztürk ve Hayati Aydul, Hüsnü Ataş, Abdulgaffar Şen ve Sare Aydemir görev aldı.

MuzBir Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Çatkaya’dan üreticinin sorunları, fiyat artışları ve tarım politikalarıyla ilgili görüşlerini aldık. MuzBir’in daha aktif rol alması ve Anamur muzunu uluslararası düzeye taşınmasını sağlayacaklarını belirten Hasan Çatkaya, öncelikle yerli muzun halkımız tarafından tanınması ve tüketilmesi noktasında çalışmalar yapacaklarını söyledi.

Tarımda temel sorunlar acilen çözülmeli

Türkiye’nin tarım konusunda çözülmesi gereken meselelere sahip olduğunu belirten Hasan Çatkaya, bugünün şartlarında Tarım Bakanlığı’na bağlı hiçbir birimin koltuğunda oturmaması ve sahada dolaşması, sorunlara çözüm araması gerektiğini dile getirdi.

Türk tarımında elektrik, mazot, gübre, ilaç gibi girdi maliyetlerinin dünya fiyatlarının üzerinde seyrettiğini, bu durumun da piyasa manipülasyonuna sebep olduğunu anlatan Çatkaya, aracılık sistemine akreditasyon sisteminin getirilmesi gerektiğini belirtti. Enerji bedelleriyle ilgili gerek vergi ve gerekse ödeme dönemleri konusunda yapılması gerekenleri anlatan Çatkaya, yeni teknolojiler, üretim sistemleri, pazarlama, teşvikler ve mevzuat konusunda üreticilerin bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesine ihtiyaç duyulduğunu kaydetti.

Türkiye’de tarımın önünde en büyük engel olarak duran tarım arazilerinin parçalı ve dağınık olmasını gösteren Çatkaya, tarımsal arazilerin çok parçalı ve dağınık yapısı üretim maliyetlerini artırdığını, modern tekniklerin uygulanmasını ve ulaşım ağının inşasını zorlaştırdığını, çiftçinin kazancını düşürdüğünü ve tarımsal rekabet ile tüketici fiyatlarını olumsuz etkilediğini söyledi. Çatkaya, çözümün arazi toplulaştırması ve sınırsız köy projeleri çalışmalarının hızlandırılması gerektiğini ifade etti.

Toprak ve iklim şartlarına uygun tarım şart

Toprak ve iklim şartlarına uygun tarım yapılamadığından verim ve kalite düşüklüğünün her alanda gözlemlendiğini dile getiren Çatkaya, gübreleme, sulama, toprağı besleme konusunda tarımdaki yetersizliklerden bahsetti. Çatkaya tarımda çevre kirliliğinin ve sanayi atıklarının  da önemine dikkat çekti.

Türkiye’de sulanabilen arazi miktarının azlığından ve mevcut su kaynaklarının da yeterince iyi değerlendirilemediğinden bahseden Hasan Çatkaya, sulanabilen arazi miktarının azlığı sebebiyle yağlı tohumlu bitkilerde ülkenin ithalata mahkum olduğunu, suyun etkin kullanılamaması sebebiyle hem gereksiz su sarfiyatı hem de üretimin artırılamadığını anlattı.

Kotalı ekim sisteminin de önemine değinen Hasan Çatkaya, “Mesela 1952 yılında PankoBirlik kurulmuş. Şeker üretimiyle ilgili planlamalar yapılmış. Bugün ise sistemi planlamak daha kolay. Ekim alanlarının verimliliğe uygun kotalandırılması ve değiştirilmesi gerekiyor. Ürünleri kotalı ekmeliyiz ki, üretimimiz artsın. Her sene aynı yere aynı ürün ekilmemeli. Özellikle yurt dışına ürün satıyorsak, kaliteye azami derecede önem verilmeli” dedi.

Toprak analizleri yapılırken bilimsel bir metodun takip edilmesi gerektiğini belirten Hasan Çatkaya, yeryüzünde yetişen her bitkinin bir organik gübre olduğunun unutulmaması gerektiğini kaydetti.

Tarımın gelişmesini istemeyen lobiler var

Genellikle her yıl, özellikle sebze ve meyve üretimin bol olduğu senelerde medyayı da arkalarına alarak Türk tarımı aleyhine propagandalar yapan bir kısım grup ve lobilerin olduğuna dikkat çeken MuzBir Başkanı Hasan Çatkaya, “Gazetelere, televizyonlara bakıyorsunuz, basın sebze ve meyve üzerindeki ilaç kalıntılarından bahsediyor. Geçen yıl domates çok yüksek fiyattan satılırken kimse sebze üzerindeki ilaç kalıntılarını gündeme getirmiyordu. Şimdi domates fiyatları düştü. Tam üretici para kazanacak, kamuoyunda yine ilaç kalıntılarıyla ilgili haberler dolaşmaya başladı. Maalesef üreticinin para kazanmasını istemeyen, Türk tarımını engellemeye çalışan ürün ve fiyat lobileri harıl harıl çalışıyor” ifadelerini kullandı.

Türkiye’nin yapması gerekenin bu çeşit lobileri bulup çalışmalarına engellemek olduğunu dile getiren Çatkaya, ürünlerin para ettiği senelerde lobileri devre dışı bırakmak için her türlü çalışmanın yapılması gerektiğini söyledi.

İthal ettiklerimizi bugün ihraç ediyoruz

Daha 3-5 seneye kadar ithal edilen nohutun bugün ihraç eder hale getirildiğini anlatan Çatkaya, “Bundan 5 yıl önce nohut markette 10 lira çiftçide 5 liraydı. Son 5 yılda yüzde 100 enflasyon olduğu halde, Şu anda markette nohut 6 lira, çiftçide 3 lira. 5 yıl önce yurt dışından ithal etmişiz, şimdi nohut ihraç ediyoruz. Bunun sebebi fazla üretim. Böylece kötü niyetli insanların emellerini de engelliyorsunuz. 5 yıl öncesine göre 5 kat daha fazla nohut üretimi var. Gelecek yıl daha fazla üretilecek. Üretim bolluğundan dolayı fiyatlar da düştü. Üretici 5 liraya satarken elle yolduğundan dolayı para kazanamıyordu, ama şu anda biçer döverle koparıyor. 3 liradan satıyor ama para kazanıyor. Şimdi çiftçi yurt dışına satmak için daha fazla nohut ekiyor. Kaliteli ürün için ihracatçı nohut üreticilerinin desteklenmesi lazım” dedi.

Bu yıl Çin desteğiyle fındığın iyi para ettiğini, bundan sonra fındık politikalarında daha milli gidilmesi gerektiğini dile getiren Çatkaya, dünyada değerli olan cevizin de aynı şekilde desteklenerek ihracatının yapılması gerektiğini söyledi. Çatkaya, “Bu yıl fındığımız, gelecek yıllarda cevizimiz dünya pazarlarına iner ve bu sürdürülebilir bir hal alır. Artık dağları bağ yapma zamanı gelmiş de geçiyor. Türkiye yönetici çiftçileri ve çiftlikleri oluşturup Edirne’den Ardahan’a kadar her ilimizde ceviz yetiştirmesi gerekiyor. Fındık ve cevizden başka zeytin, narenciye ve daha nice öne çıkan ürünlerimiz kalite standartları artırılarak dünya pazarlarında boy göstermeli” diye konuştu.

hasan-m

Vatandaşımıza yerli muzu sevdireceğiz

Şu anda ihracat şansı bulunmayan yerli muzda öncelikle yurt içi atağına geçeceklerini belirten Hasan Çatkaya, “Biz üretim sevdalısıyız. Ülkemizde ithal muzun değil, yerli muzun yenilmesini ve kullanılması taraftarıyız. İthal muz ile rekabet edeceğiz. Onun için MuzKoop’u kurduk. Kooperatifimizin merkezi Anamur, şubelerini de Silifke ve Manavgat olarak belirledik. Üreticimizi bilinçlendirip yerli muzu tüm Türkiye sathına yayacağız. Tüketicimizin muzu daha uygun yemesi için tedarik zincirinde piyasayı fiyat açısından bozmayacak şekilde ayarlamalar yapacağız” diye konuştu.

Çatkaya olarak modern muz paketleme sistemini hayata geçirdiklerini ve üreticiye de işleyişi gösterdiklerini belirten MuzBir Başkanı Hasan Çatkaya, “Kooperatifi hayata geçirebilirsek, ben değil, biz olacağız. Kooperatifleştiğimizde yüzde 10 pazar gücüne kavuşacağız. Bunun anlamı fiyatlara denge getirmek, fiyatlamada etkin olmak demek. Öncelikle büyükşehirlerdeki hallerden yer alacağız. Muzu en sağlıklı ve en kaliteli şekilde halkımızın talebine sunacağız. Vatandaşımız hem uygun fiyata hem de dünyanın en kaliteli muzunu yiyecek ve çok sevecek” dedi.

Muz borsasını öncelikle doğal olarak hal, AVM, market ve sebze/meyve satış noktalarında oluşturacaklarını belirten Hasan Çatkaya, muzda pazar ve fiyat meselesini hallettikten sonra ardından limon için çalışmalara başlayacaklarını söyledi.

Enflasyonu, pahalılığı tarlada bitireceğiz

Genel kurulunu bu yılın Mart ayında yaptığımız 17 bin üyeli MuzBir’i bir safha daha ileri götürerek MuzKoop’u kurduklarını ve genel kurulun gelecek ay içinde yapılacağını belirten Hasan Çatkaya, muz nezdinde tüm sebze ve meyvede yaşanan tarla ile tezgah arasındaki yüksek uçurum farkına çare olacaklarına inandıklarını söyledi.

Hasan Çatkaya, “Geliştirdiğimiz formül ile piyasayı düzenleyeceğiz. Aracılar çoğaldıkça ve fiyatlar arttıkça biz de ürün fiyatlarında düzenlemeler yapıyoruz. Aracı muzu 7/8 liraya satıyorsa bizde 5/6 liradan aşağı mal çıkarmıyoruz. Böylece üretici emeğinin karşılığını alıyor, fiyatlar da normale dönüyor” dedi.

Muz tüketimini yurt sathına çıkarıp üretimi 450 bin tondan daha yukarılara çıkarmak istediklerini ve konjonktür müsait olduğunda yurt dışı piyasalara açılmayı planladıklarını belirten MuzBir Başkanı Çatkaya, “Şu anda mevcut üretim artırılırsa üretici zarar eder. Öncelikle yurt içindeki tüketimi artırmalıyız. Önümüzdeki aylardan itibaren yerli muz marketlerimize girmeli. Ardından ihracat imkanlarını araştırmalıyız. Talep doğrultusunda üretim yapılırsa sağlıklı bir pazar oluşturmuş oluruz. Bu konuda hükümet de gayretimizi desteklemeli” ifadelerini kullandı.

Aracısız satıp, üreticimizi korumamız lazım

Çiftçinin emeğini kimseye yedirmeyeceklerini belirten MuzBir Başkanı Hasan Çatkaya, aracıların yüksek kazanç hırsı ve giderek artan sayıları karşısında üreticinin alın terini korumak zorunda olduklarını söyledi. Tüketici fiyatlarındaki yüksekliğin üreticiden kaynaklanmadığını vurgulayan Çatkaya, bunun en büyük göstergesinin tarla ile tezgah arasında oluşan en az yüzde 500’lük fiyat farkı olduğunu belirtti. Bugün birçok üründe üretici-tüketici arasındaki farkın 10 katına kadar çıktığını dile getiren Çatkaya, “Yüksek fiyatları doğuran üretici değil, aracılar. Tarladan 50 kuruşa çıkarılan bir ürün tezgahta 5 veya 6 liradan satılıyorsa, sebeplerini iyi araştırmak lazım” dedi.

Yakında MuzBir’in etkinliğini artıracaklarını ve hayata geçirecekleri MuzKoop ile kooperatifçiliği muz başta olmak üzere limon, çilek, avokado, mango, ejder gibi bölgesel ürünlerle yaygınlaştıracaklarını belirten Çatkaya, “Fiyatlara denge getireceğiz. Yakında MuzKoop’un genel kurulunu yapıyoruz. Kooperatifimizi her türlü araç ve gereç ile teçhiz edeceğiz. Üretim alanlarımızı genişleteceğiz. Depoculuk ve lojistiğe yatırımlar yapacağız. Kalifiye elemanlar ve mühendislerimizle kaliteyi halkımıza sunacağız. Alışveriş merkezleri, marketler ve turizm merkezleri en önemli satış noktalarımız olacak. Üreticimiz aracısız veya az aracılı ürün satar hale gelecek” diye konuştu.

Sebze ve meyve üretimi konusunda Türkiye’nin bulunmaz bir ülke olduğunu vurgulayan Hasan Çatkaya, “Ancak örtü altı ve planlı seraya ihtiyaç var. Biz sebze ve meyvede bir değil on ülkenin ihtiyacını karşılayabilecek güçteyiz. Dolayısıyla çiftçinin, üreticinin kurumsallaşıp, girdi maliyetlerini düşürüp ihracat ayağının iyiden iyiye sağlamlaştırılması gerekiyor. Doğru zamanda ve doğru şekilde üretim ve fiyatlar oluşursa sırtımız yere gelmez” ifadelerini kullandı.

Teşvik sistemi yanlış uygulanıyor

Tarımda en önemli sorunlardan birinin teşvik sisteminin yanlış uygulanması olduğunu vurgulayan MuzBir Başkanı Hasan Çatkaya, devletin çiftçiyi teşvik ederken para değil, üreticiye gerekli olan hammaddeyi vermesi gerektiğini söyledi. Para vermenin üreticiyi yeterince teşvik etmediğini, alınan fonların farklı yerlerde kullanılma ihtimalinin yüksek olduğunu dile getiren Hasan Çatkaya, “Teşvik niçin veriliyor? Üretim artsın diye… Peki teşvikler verildikten sonra üretim artıyor mu, hayır. Dolayısıyla ilgili bakanlıkların birimleri tarım yapılan yerlere elemanlarını sevketmeli, teşvik isteyen üreticinin, çiftçinin sorunlarını yerinde tespit etmeli. Para teşvikinin hemen kesilip yerine gübre, ilaç, enerji gibi ihtiyaçlar fiziki olarak karşılanmalı. Hatta mazot desteği bile verilirken dikkat edilmeli. Zira bugün üretici ailelerine ait traktörlerden çok özel arabaları daha fazla çalışıyor. Türkiye’de römorka teşvik veriliyor, katı gübre dağıtım makinesine teşvik verilmiyor. Ama çiftçinin römorka değil gübre dağıtım makinesine ihtiyacı var. Türkiye’de 5 bin römork üreticisi var. Gübre dağıtma makinesi yapan ise 10 tane. Adamın 10 tane römorku var ama bir tane gübre dağıtım makinesi yok. Tabi bu yanlış teşvik sisteminden kaynaklanıyor” diye konuştu.

]]>
Gazete Birlik info@gazetebirlik.com
Arz fazlası buğday elimizde kalmaz! https://www.analizgazetesi.com.tr/haber/arz-fazlasi-bugday-elimizde-kalmaz-3929/

Sedat YILMAZ

Dünyanın tükettiği en stratejik ürün buğday. Yılda 600 milyon tonun üzerinde buğday tüketen dünya tükettiğinin üçte birini de stoka ayırıyor. Stokların azalıp çoğalması durumuna göre buğday fiyatları yön buluyor. Buğday fiyatlarında son on yıllık veriler dikkate alındığında 2008 yılında 1334 dolar ile tarihi en yüksek seviye 2016 yılında ise 380,75 dolar ile tarihi en düşük seviye kaydedildi.  

İnsanlık için bu kadar stratejik ürün olan buğdayda üretimin düşmesi, ekim alanlarının daralmasına paralel fiyatların artmasını tetikleyen çeşitli sebepler var. Kuraklık, biyoyakıt için mısır, kanola ve ayçiçeği gibi hububata ayrılan yeni ikim alanların artması ve yükselen petrol fiyatları başı çekiyor. İşin Türkçesi gıda zinciri insana göre değil, pazarın baskıcı ihtiyacına göre şekillendiriliyor. Gelecek dönemde temiz su kaynaklarının azalması, artan enerji maliyetleri, gübre kaynaklarının sınırlılığı tarım ürünlerinde fiyatları nasıl etkileyecek hep birlikte göreceğiz.

firin-4

Bu konuda Türkiye şanslı bir coğrafyada bulunuyor. Tarım için toprak, su ve diğer her türlü imkan ülkede bulunuyor. Tabi bu imkanları yerinde kullanmak ve tarıma yönelik insan ihtiyaçlarını önceleyen planlı bir ekonomiye yönelmek gerekiyor. Bugün gelişmiş ülkelerin azı istisna çoğunun zengin tarım ülkesi olduğu da unutulmamalı. Türkiye ekmeğine sahip çıkmalı ve çevresinin de ekmeğini hazırda bulundurmalı.

Türkiye’de 22/23 milyon ton buğday üretimi şart

Türkiye’de buğday ekim alanlarının giderek daralması ve buğday ile ilgili her şeyi Türkiye Un Sanayicileri Federasyonu (TUSAF) Başkanı ve Ulusoy Un Yönetim Kurulu Başkanı Eren Günhan Ulusoy ile konuştuk.

firin-6

Firma olarak Samsun’da önemli bir yatırımın arefesinde olan Eren Günhan Ulusoy, 80 milyon liralık un fabrikası yatırımını sektöre kazandırmaya çalışıyor. Halen 30 milyon dolarlık ihracat yapıyor. Yeni yatırımın devreye girmesiyle Ulusoy Un’un ihracatı 60 milyon doların üzerine çıkacak. Firmanın 2021 ihracat hedefi ise 100 milyon dolar.

TUSAF Başkanı Ulusoy’un talebi, stratejik ürün buğdayda 19 milyon ton buğday tüketen Türkiye’nin kapasitesinin üzerine çıkılması, yeri ekim alanlarının açılması ve üretimin en az 22 milyon tonlara yükseltilmesi.

Türkiye’de son yıllarda buğday ekim alanlarında bir azalmanın olduğunu belirten Ulusoy, yakın zamana kadar 9,3 milyon hektarlık ekim alanının bugün 7 milyon hektar civarına gelmesinden yakınıyor ve söz konusu hektarın daha da küçülmesinden endişe duyuyor. Ulusoy’un özetle söylemek istediği şunlar: Sulanabilen arazi arttıkça çiftçi buğdaydan vazgeçmesin… Kırsaldan kente göç ekim alanlarında düşüşte etkili ama buğdayın bir ülke için ne kadar kritik ve stratejik önem taşıdığı da bilinsin… Çiftçi desteklensin, üretim alanları artırılsın… Buğday üretimi ne kadar fazla olursa olsun, onu ihraç ederek katma değere çeviririz. Fazlalık bizim için ihracatı artırmada bir güç olur.

firin-5

Ulusoy röportajda, Türk un sanayicileri olarak 160’tan fazla ülkeye ihracat yaptıklarını, dünyanın yüzde 90’ında Türk ununun tüketildiğini, yıllardır bu alandaki liderliklerini koruduklarını, Dünya un ticaretinin yüzde 30’unu Türkiye’nin gerçekleştirdiğini, 2018 yılında 3,5 milyon ton ihracat yaptıklarını ve karşılığında 1 milyar doları geçen bir ihracat geliri elde ettiklerini, bu yıl da daha fazla ihracat yaparak ihracat gelirini zirveye taşımak istediklerini söylüyor.

Ekim alanlarının artırılmasında iyimser değilim

2019-20 sezonunda Türkiye’nin 19,5 milyon ton buğday üretmesinin beklendiğini belirten TUSAF Başkanı Ulusoy, “İç tüketimimiz de toplamda 19 milyon ton. Ama Türkiye 3,5 milyon ton yani 5 milyon ton buğday karşılığı ihracat yapıyor. İhracat talebini karşılayacak Türkiye’de buğday mevcut değil. Bu da zorunlu olarak ithalatı doğuruyor. Hiç ihracat yapmasak kendimize yeteriz. Ama hiç ihracat yapmasak yurt içindeki fiyatlara negatif etkisi var. İhracattan yakalanan hacim artışı maliyetleri olumlu noktada etkiliyor” ifadelerini kullanıyor.firin-1

Ara malı ithalatıyla katma değer üretiliyorsa, ihracat ediliyorsa ithalatın kötü olmadığını belirten Ulusoy, “Ancak yerlilik oranının artırılması burada çok önemli. Ekim alanları 2000 senesinde 9,4 milyon hektardan 2019’a geldiğimizde 7 milyon hektara daraldı. Ekim alanında ciddi bir daralma ile karşılaştık. Aynı dönemde ihracatı hızla büyüdü. 5 milyon ton buğday karşılığına geldi. Hem ekim alanı daraltırken, arzı kısarken talep arttı, ithalat kaçınılmaz hale geldi. Ekim alanları bundan sonra daralmazsa, ekim alanlarının artırılması konusunda iyimser değilim” diyor.

7 milyon hektar buğday ekim alanından daha aşağı gidilemeyeceğini belirten Ulusoy, “Türkiye’nin en az 19 milyon ton buğday üretmesi gerekiyor. Şu anda 7 milyon hektar alanda 19 milyon ton buğday üretebiliyoruz. Ekim alanları düşerse, bu defa buğday ihtiyacımızı karşılayamaz hale gelebiliriz. Bundan sonrası toleranslarımızı zorlar” diye konuşuyor.

Arz fazlasını ne yaparız diye kimse düşünmesin

Türkiye’nin arz fazlası buğdayı katma değere çevirecek bir mekanizmaya sahip olduğunu belirten Ulusoy, “Ekim alanları büyürse, arz fazlasını ne yaparız diye düşünmeyiz. Patates soğan fiyatlarının çok yukarı gittiği gündeme geldi. Eminim ki bir sezon sonra da patates soğan fiyatlarının neden çok düştüğü ve çöpe atıldığını konuşmayacağız. Çünkü bu ürünlerde arz fazlasını değerlendirecek mekanizması yok. Tarım ürünlerinin fiyat elastikiyeti düşük olduğundan arz fazlası aşırı fiyat düşüşüne sebep olur. Ancak buğdayda öyle bir durum söz konusu değil. Buğdaydaki avantajımız şu… 5 milyon ton arz fazlası olsa, un sanayisi bunu alır kullanır ve ihraç eder. Un sanayisi Türkiye yılda 1 milyar dolardan fazla döviz getiriyor. Karşılığında 700-800 milyon dolar ithalat var. Yerli buğdayda üretim artarsa 1 milyar doları bu defa ithalat yapmadan getirir. Böylece Türkiye’ye giren döviz daha fazla olur” ifadelerini kullanıyor.

Buğday ekim alanlarının 2001 yılından bu yana yüzde 25 oranında daraldığını, ancak Türkiye’nin bunu verimle kapattığını hatırlatan Ulusoy, “Üretim fazla düşmedi ama bu noktadan sonra riski artırıyoruz. Bir kuraklık durumunda 5-6 milyon tonluk açık çıkabilir, bunlar kritik rakamlar. Dünyanın en çok buğday ithal eden ülkesi Mısır… 10 milyon ton ithal ediyor. Türkiye şu an 5-5,5 milyon ton ithal ediyor. İhracata yönelik… Yurt içinde bir sıkıntı durumunda 10 milyon tonluk bir ithalat yapmak Türkiye’yi zora sokabilir. Maliyetler artar, tedarik süreleri problem haline gelir. İlk alınacak yer Rusya ama, orada da problemler oluşabilir” bilgisini veriyor.

Gıda güvenliği için lisanslı depoculuk şart

Türkiye’nin buğdayda herhangi bir olumsuzluğa karşı bir toleransının olmadığını belirten Ulusoy, lisanslı depoculuğun önemine vurgu yapıyor. Ulusoy, “Fiyat istikrarı için depo lazım. Gıda güvenliği için depo şart… Bu kadar ucu ucuna bir üretim olmaması lazım. Türkiye 19 milyon ton tüketiyorsa, 22 – 23 milyon ton buğday üretecek. 7 değil, 8 milyon hektar ekecek. Ama bir olumsuzluk olursa 19’a 20’ye düşmeli. Fakat bunun altına inmemeli. Böylelikle kendi tüketimini garantiye almalı. Çok iyi bir sezon oldu. 25 milyon ton buğday ürettik. 19 tükettik, 6 milyon ton kaldı. Ver ihracatçıya ver, öğütsün satsın. 3 milyonunu stoka at, 3 milyonunu ihracatçıya ver. Yani söylemek istediğim, 19 tüketirken 19 milyon ton buğday üretme” ikazını yapıyor.

Söz konusu açığın bugün ithalatla kapatıldığını ancak yarın gelecekte konjonktürel, jeopolitik, tarımsal ve hava şartları olarak ne olacağının bilinmediğini dile getiren Ulusoy, “Türkiye 2005 yılında 524 dolardan buğday aldı. O günlerin unutulmaması gerekir. Ancak yine de lisanslı depoculukta devletimiz 2014 yılından bu yana istikrarlı politikayı sürdürüyor. Sistem 2024’e kadar teşvik edilecek.  Ondan sonra da 5 ve 10 yıl uzatılırsa lisanslı depoculuk sistemi oturur” diyor.

firin-3

Yüksek kalite buğdayı Rusya’dan ithal ediyoruz

Türkiye’nin ürettiği 19 milyon ton buğdayın 2 milyon tonunu makarnaya, 1 milyon tonunu tohuma, 1-3 milyon tonunu yemliğe, 800 bin tonunu bulgura, 1,5 milyon ton bisküviye ve yaklaşık 11 milyon ton ekmek, simit, baklama, börek gibi unlu mamullere harcadığını belirten TUSAF Başkanı Ulusoy, “Bizim ürettiğimiz buğdayın 3 milyonu makarnalık, 16’sı ekmeklik vasıfta diyelim. Kabaca… Makarnalığımız dünyada birinci kalitede. Ekmekliğimiz ortalama veya ortalamanın altı. Dünyada Kanada, Avustralya, Kazakistan, ABD bunlar üst seviyede geliyor. Rusya 20 yıl önce kalite açısından bizden kötüydü. Rusya şu anda Türkiye kalitesine geldi. Onlar bizim gibi 19 milyon değil, 80 milyon ton buğday üretiyor. 80’nin içindeki üst kalite miktarı Türkiye’den daha fazla. Yüzde 10 olsa 8 milyon eder. Bizde yüksek kalite yüzde 10 olsa 2 milyon ton eder. Biz Rusya’dan yüksek kalitedeki buğdayı ithal ediyoruz” diye konuşuyor.

Rusya’nın dünyanın en büyük buğday ihracatçısı bilgisi veren Eren Günhan Ulusoy, ABD’nin 25 milyon tonla ikinci sırada geldiğini söylüyor. Ulusoy, Türkiye’nin üretimde Avrupa Birliği tek sayılırsa 8’inci sırada olduğunu, ülkelere bölündüğünde dünyada 11’inci sırada yer aldığını belirtiyor ve Fransa ile Almanya’nın Türkiye’den daha fazla buğday ürettiğinin altını çiziyor.

Buğdayda yüzde 85’i yerli tohum kullanılıyor

Türkiye’nin buğdayda yüzde 85 civarında yerli tohum kullandığını belirten Ulusoy, tohumculukta ülkenin inanılmaz mesafeler aldığını söylüyor. Türkiye’de yakın zamana kadar yerli tohum kullanımının 20 bin ton civarlarında olduğunu şimdi ise buğdayda 600 bin ton sertifikalı tohum kullanıldığına dikkati çeken Ulusoy, “Buğdayda hibrit yok. Buğdayın kültürü, melezlemesi çok eski. 3-4 bin yıldır devamlı seleksiyon var buğdayda. Binlerce yıl tarım yapmışsın… İki tarlan var, ayrı tohumlar var. Biri kuraklıkta verim vermeyince, boyu kısa kalıyor, diğeri iyi çıkıyor. İyi olanı gelecek sene ekiyorsun… GDO veya hibritle girebilirsin ama ticari maliyetler artıyor. Kimse buna girmez. Ama mısır 400 yıldır var… Soya desen 150 yıldır ekiliyor. GDO’lu mısır ile GDO’lu mısır arasında üretimde yüzde 60’lık bir fark oluşuyor. Brezilya’da dönümünden 2,5 ton mısır alıyor. Fakat buğdayda böyle bir durum söz konusu değil” ifadelerini kullanıyor.

Tarım her ülkede en sorunlu alan

Türkiye’nin tarım politikalarıyla ilgili de değerlendirmelerde bulunan TUSAF Başkanı Eren Günhan Ulusoy, tarımın her ülkede, her coğrafyada en sorunlu alan olduğunu söylüyor. Gelişmiş ülkelerde bile tarımın problemleri olduğunu vurgulayan Ulusoy, “Ama bir yer var ki orada hiç sorun yok. Orası Avustralya. Avustralya modeli fevkalade. Kooperatifçilik var… Ölçekler büyük… Makineleşmiş… Adamda bir arazi var… Bin hektar, 2 bin hektar. Bizde de öyle araziler olsun… 2 bin 2 bin… Ben de öyle maliyet yakalarım… Kooperatifleşirim, kendi silomu depomu yaparım. Kendi makine ekipmanım olur” diyor.

firin-2

Tarımı Türkiye şartlarında düşünmek zorunda olduğumuzu belirten Ulusoy, “Tarımla ilgili birçok mesele var. Ama bu sorunları yönetime, tarım politikalarına yıkmak adaletsiz olur. Şu eleştiriye getirebiliriz. Tarım politikalarının istikrarlı olması lazım... Çünkü tarım politikalarında bir senede, iki senede sonuç alamazsınız. Yani onar senelik peridotlarla politika yapıp, bu politikalara sadık kalmak gerekir” diye konuşuyor.

Sanayide politikaların daha hızlı olduğunu, çünkü yatırımdan sonra kısa zamanda dönüş almak zorunluluğu olduğunu hatırlatan Ulusoy, “Tarım öyle değil. Kullandığın toprak, ekolojik ortam, su kaynakları… Miras meselesi. Tarım arazilerini böldürmemen lazım ama,kanun buna müsaade ediyor. Arazisi olmayan insanlar şehre göç ediyor. Bu defa da onlara iş bulman lazım. Dolayısıyla tarımda kısa vadeli çözümler yok. Planlayıp, sabırla, istikrarlı bir şekilde politikaları değiştirmeden beklemek lazım. Destekler bir yere kadar. Kısa vadede, derde derman olabilir ama uzun vadede sorun çözmez. Kısır döngüye takılır, kalır” diyor.

Yine tarım politikaları içerisinde yer alan hayvancılık meselesinin de kolay bir alan olmadığını dile getiren Ulusoy, “Hayvancılık politikaları konusu da yapısal. Hayvancılık için mera lazım. Doğuda meraları kullanamıyoruz. Devamlı ekstansif yani ilkel verimsiz tarım metotlarıyla yemle hayvanı besliyoruz. Yemin yaklaşık yarısı da ithal geliyor. Bugün 24 milyon ton yemin 10 milyon tonu ithal. Tarımda her şey birbirine bağlı. Tarımı komple düşünmek ve ona göre çözüm yolları aramak gerekiyor” ifadelerini kullanıyor.

]]>
Gazete Birlik info@gazetebirlik.com
Faizler yüzde 0,70'i geçmemeli https://www.analizgazetesi.com.tr/haber/faizler-yuzde-070i-gecmemeli-5397/

Sedat YILMAZ

Merkez Bankası’nın (TCMB) politika faizlerini yüzde 24’ten yüzde 19,75 indirmesiyle bankaların kredi faiz oranlarını yüzde 0,99’a çekmesi inşaat ve emlak sektörüne olumlu yansıdı. Özel bankalarda henüz faiz indirimleri gözlenmese de kamu bankalarının konut kredi faizlerini de yüzde 0,99’a düşürmesi ve vadeyi 180 aya çıkarması sonrasında daha ilk 2 günde 3 kamu bankasına 13 binden fazla kişi 2,1 milyar liralık konut kredisi başvurusu yaptı. Başvuruların bayram sonrası da devam edeceği tahmin ediliyor.

Lens Yapı Yönetim Kurulu Üyesi Mert Kutlu inşaat ve emlak sektörüyle ilgili birçok konuyu değerlendirdi. Sektörün durağan bir döneme girmesindeki etkenlerden birinin doğru lokasyonlarda doğru projeler gerçekleştirilmemesi olduğunu, bunun yanında faizlerin yüksekliğiyle birlikte sektörün canlı tutmasını sağlayan kredi kullanımının da dip seviyelere inmesinin inşaat ve emlak sektörünü olumsuz etkilediğini söyledi.

Çarpık kentleşme konusunda da görüşlerini aktaran Mert Kutlu, bina yenilemelerinin depreme karşı direnci artırmadan başka çarpık yapılaşma sorununu çözmeyeceğini söyledi. Kutlu, “Öncelikle devlete büyük görev düşüyor. Zamanında yapılan gecekonduların nasıl karşımızda sorun olarak durduğunu görüyoruz. Yine şehrin sürekli değişmeyen bir imar planına ihtiyacı var.Zaten imarla birlikte binaların yapım şartları sıkı sıkıya belirlenir ve bu da değişmezse, müteahhitler de bu kurallara uygun binalar inşa edecek, böylece çarpık kentleşme ortadan kalkacak” bilgisini verdi.

mert-1

En doğru yatırım aracı konut

Mert Kutlu, uzun bir zamandır markalı konut üreten firmaların, kampanyalarla konut alıcısının ihtiyaçlarına cevap verdiğini ancak firmaların da finansman anlamında zor bir dönemece girdiği için sektörün de çözüm bir yola girdiğini hatırlattı. Mevcut kredi faizlerinin psikolojik sınır olan yüzde 1’in altına inmesi durumunda sektörün hareketleneceğini dile getiren Mert Kutlu, “Daha önceki dönemlerde de gördük ki faizlerin düşük olması ve taksit sürelerinin uzun olması, tüketiciyi konut almaya yönlendiriyor. Türkiye için konut her zaman doğru bir yatırım aracıdır ve öngördüğümüz şudur ki, yatırımını mevduatta değerlendiren birçok kişi konut alımlarına başlayacak” dedi.

Bir ülkenin ekonomik durumunu sadece faizlere bağlamanın yanlış olacağını ifade eden Mert Kutlu, “İstihdamı, üretimi, satışı sadece faizler etkilemiyor. Yüksek faizlerde de bunları sağlayabilmek mümkün. Finansta piyasayı etkileyen neredeyse sonsuz sayıda parametre bulabilirsiniz. Bizim faizden ziyade sektörlerimizdeki markalaşmayı, kaliteyi nasıl sağlarız ona bakmak lazım. Kalifiye eleman sorunu nasıl çözülür… Hangi dönem hangi sektörler desteklenmeli, gibi konulara dikkat kesilmemiz gerekiyor” diye konuştu.

Faizler yüzde 0,60-70 bandında olmalı

Ekonomide faizleri düşürmenin bir ülkenin inisiyatifinde olabilecek bir şey olmadığını, küresel ekonomi, ülkenin iç dinamikleri faizde olunması gereken oranları gösterdiğini belirten Mert Kutlu, sektörlerin mevcut faizlere karşı duruşunun önemli olduğunu söyledi.

Türkiye’de ilk mortgage kredisi zamanlarında yüzde 0,60 – 0,70 faizlerinin görüldüğünü, daha sonra faizlerin sürekli yüksek seyrettiğini hatırlatan Mert Kutlu, “Cumhurbaşkanımızın talimatıyla faizler yüzde 1’in altına düşürülmüştü. Ancak sektör temsilcileri olarak hep yüzde 0,90’ın dahi yüksek olduğu kanaatindeyiz. Kredi faiz oranlarının yüzde 0,60 ve 0,70 bandında seyretmesi gerekir ki sektör normal seyrinde devam edebilsin” diye konuştu.

Mert Kutlu, sektörün faizlerin yüksek olduğu zamanlarda kendi sermayesiyle devam etmek zorunda kaldığını ve konut alıcısına da destek olduğunu, fakat bu durumun bir müddet sonra sektörün daralmasına yol açtığını belirtti. Kutlu, ”İnşaat firması da finansçı değil, inşaatı üreten kişi. Finans sağlama kısmını da bir noktaya kadar yapabildi ve böylece sektörde tıkanmalar meydana geldi” ifadelerini kullandı.

mert-2

Girdi maliyetleri konutu pahalandırıyor

İnşaat sektörünün öz kaynaklarından ziyade kredi kullanmayı tercih ettiğini belirten Mert Kutlu, “Aslında özkaynaklarıyla iş yapabilme kapasitesi var ama bu sektörü sürdürülebilir kılamaz, kredi kullanılmak zorunda” dedi. Tasarruf eksikliğinin sektörün ve faizlerin yüksek olmasında etkili olsa da meselenin konutta arsa fiyatlarının yüksekliği ve girdi maliyetleri olduğunu söyleyen Mert Kutlu, “Yukarıda da belirtmiş olduğum üzere İstanbul’da arsa maliyetleri oldukça yüksek. Bunun da nedeni arsalar azaldı. Diğer bir yandan inşaat malzemelerinde yurt dışı ürünlerin ağırlık kazanması, yine demir ve çimento fiyatları maliyetleri yukarıya çekiyor. Bir yandan da bazı müteahhitlerin yanlış fiyat politikaları konut fiyatlarını etkiliyor” bilgisini verdi.

Sektöre finansal yönden destek olmada konvansiyonel bankaların daha fazla öne çıktığını belirten Mert Kutlu, “Yani geleneksel bankalar daha fazla rağbet görüyor, tercih ediliyor. Katılım bankalarının bu anlamda kendilerini geliştirmeleri gerekiyor. Sektörde faizsiz satışlar da ilgi görüyor. Ancak bu modeli sayılı firmalar uyguluyor” diye konuştu.

Konut alıcısına ödeme zenginliğinin sunulmasının satışları olumlu yönde etkileceğini belirten Mert Kutlu, “Çünkü İstanbul gibi bir büyükşehirde, maliyetlerin ve özellikle arsa fiyatlarının çok yüksek olması nedeniyle artık ucuz konut geliştirebilmek oldukça zor. Metrekare fiyatları bu vakitten sonra artık daha da artacak. Bu da nakit konut alım gücünü zorlaştıracak. Bu yüzden ödeme kolaylığı sağlayacak faizsiz ve faizli modeller geliştirilebilir. Ancak hep söylediğimiz gibi banka faizleri yüzde 1’in altında olmalı ve uzun vadelerle ödeme kolaylığı sunulmalı” ifadelerini kullandı.

Yatırımcı yeniden konuta dönecek

Yatırımcıların faizlerin yüksek olduğu bu dönemde tasarruflarını başka yatırım araçlarına değerlendirmeye çalıştığını ve birçok kişi parasını mevduatta değerlendirdiğini belirten Mert Kutlu, “Mevduat faizleri şu anda kârlı gibi görünüyor. Ancak yüksek faizler kısa dönemde kazanç sağlayabilir. Uzun dönemde yatırımcısına cevap vermeyecektir. Konut faizlerinin düşmesiyle birlikte, yatırımcılar mevduattaki finanslarıyla rotalarını yeniden konuta yönlendiriyor. Hep dediğimiz gibi doğru lokasyonda doğru konut üretilirse, her zaman kazandırır. Sektörün trende göre değil, ihtiyaca göre konut üretmesi gerekiyor” şeklinde konuştu.

Arsa ve diğer girdi maliyetlerinin düşürülmesi durumunda uygun fiyatla alınabilecek konutların üretilebileceğini belirten Mert Kutlu, “Devlet burada ucuz konut yapma işini üstlenebilir. Arsa maliyetleri içinde üretilecek konutun türüne kadar arsa satış fiyatları üzerinden bir düzenleme yapılabilir ki, bu da serbest piyasa ekonomisine uygun olmayacak bir durumdur. Konunun dengede tutulmasından yanayım” dedi.

mert-4

Her önüne gelen müteahhit olamıyor

Yurt dışı inşaat ve emlak sektörüne bakıldığında bize göre farklı bir yapının ortaya çıktığına işaret eden Mert Kutlu, “Mesela Avrupa’da ya da ABD’de öncelikle her önüne gelen müteahhitlik yapamıyor. Avrupa’da 30 bin müteahhite karşılık, Türkiye’de 300 bin müteahhit bulunuyor. Denetimsizlik, kolay para kazanılacağı düşüncesi müteahhitlerin sayısını arttırırken, sektörde arz talep dengesine, konutun üretildiği bölgenin yaşam standartlarına uygun olmayan konut modellerinin geliştirildiğini görüyoruz. Yurt dışında ise bölgenin alt yapısı tamamlandıktan, şehrin mimari dokusuna ve ihtiyaçlarına uygun şekilde konutlar üretildiği için sektör de sürdürülebilir. Ödeme tarafında ise morgage sistemini başarıyla yürüttüklerini görüyoruz” bilgilerini verdi.

Sektördeki karmaşaya karşılık Lens Yapı olarak kendilerinin doğru lokasyonlarda doğru projeler geliştirmeyi bir avantaj yaptıklarını belirten Mert Kutlu, “Evet, sektördeki durgunluk bizi de etkiledi. Ancak satışlarımız azalsa da sürdürülebilir oldu. En azından satışlarımız devam ediyor. Gurbetçiler için ayrı, Türkiye’deki konut alıcıları için ayrı ödeme kampanyaları oluşturuyoruz” dedi.

Türkiye’de konut stoku var mı?

Türkiye’de sürekli konut stokundan bahsedildiğini belirten Mert Kutlu, öncelikle konut stoku kavramının açıklığa kavuşturulması gerektiğini söyledi. Bugün için konut stoku olarak ifade edilenin fazla üretilen ve satılamayan konutlar şeklinde anlaşıldığını anlatan Mert Kutlu, “Bu konutların da özelliklerine baktığınız zaman ya lüks konutlar olduğu ya hiçbir kullanım kolaylığı sunmayan, bekarın ya da öğrencilerin ağırlıklı olarak yaşamadığı yerlerde inşa edilen 1+1 konut tiplerinin olduğunu görüyoruz. Demek ki burada asıl sıkıntı, alım gücünden ziyade ihtiyaca cevap veren doğru konut projelerinin geliştirilememesi. Sektörün öncelikle kendi içerisinde bu sıkıntıyı çözmesi gerekiyor” dedi.

Türkiye’de her yıl 600 bin çift evlendiğini ve Türkiye çok genç bir nüfusa sahip olduğunu belirten Mert Kutlu, “Yeni evlenen çiftlerin konut ihtiyacı kadar kiracılar da ev sahibi olmak istiyor. Konut alıcısının dışında da konutu yatırım olarak değerlendirenler var. Yatırım olarak değerlendirenlerde de yabancılar da mevcut. Bir yandan da yabancılara konut satışı gerçekleştiriyoruz.Türkiye’de konut sahibi olmak önemli bir kavram ve bu önemini kolay kolay kaybetmeyecek. Bu senenin sonunda da yine 1 milyon konut satılmış olacak” şeklinde konuştu.

Kentsel dönüşüm fiyatları nasıl etkiliyor

Kentsel dönüşümün inşaat sektöründe arsa maliyetlerini ortadan kaldırsa da bu defa da maliyetlere mülk sahiplerinin paylarını devreye soktuğunu ve mülk sahiplerinin müteahhitlerin rakibi durumuna geldiğini belirten Mert Kutlu, “Siz maliyetinizi çıkarmak için mülk sahibine göre konutun fiyatını daha yüksek fiyattan belirlerken, o sizden fiyatını daha düşük belirleme rahatlığına sahip olduğu için kendi konutu sizinkine göre daha kolay satılıyor. Burada da satılamayan konutlar baş gösteriyor. Bu sorunu da Bağdat Caddesi’nde hep birlikte yaşadık. Kentsel dönüşüm tamamlandıktan sonra da bir konutun fiyatı rahatlıkla iki katına çıkabiliyor” dedi.

Kentsel dönüşümün vatandaşa uygun konut sağlamadığını, sadece binaları güvenli hale getirdiğine dikkat çeken Mert Kutlu, “Kentsel dönüşüm, binaları sadece depreme karşı güvenli hale getiriyor. Kentsel dönüşüm de çoğu yerde bir rant olarak görülüyor. Kentsel dönüşümün ana amacı olan depreme karşı dayanıklılıktan ziyade kazanç ön planda” ifadelerini kullandı.

Kentsel dönüşümün uzmanlık alanı olmadığını belirten Mert Kutlu, “Ancak gördüğümüz kadarıyla mülk sahiplerinin anlaşamaması, yarım kalan inşaatlar, inşaatlarda yaşanan metrekare kaybı, bölgenin ruhunu yaşatmayacak ve şehrin siluetine uygun olmayan binalar, kentsel dönüşümün en büyük eksiklikleri olarak karşımızda duruyor” şeklinde konuştu.  

mert-3

Dört farklı kampanya modelimiz var

Kurtköy’deki Lens İstanbul projesinin tamamlandığını ve daire teslimlerinin başladığını belirten Mert Kutlu, “Lens Yapı tarafından hayata geçirilen 1162 daireden ve 85 ticari alandan oluşan Lens İstanbul, meydanından çıkan Yenişehir metro durağı, Sabiha Gökçen’e yürüme mesafesiyle dikkatleri üzerine çekiyor. Kurban Bayramı’nın yaklaşması ve kamu bankaları tarafından kredi faizlerinin yüzde 1’in altına düşmesiyle birlikte Lens Yapı olarak ev alacaklara fırsatlar veriyoruz. Anlaşmalı bankalarımız aracılığıyla 0,99 kredi faiz oranı ile herkese ev sahibi olma fırsatı sunuyoruz” diye konuştu.

Diğer yandan Ataşehir Modern devam ettiğini, diğer yandan Lens İstanbul 2’nin startını vermeye hazırlandıklarını belirten Mert Kutlu, “Lens Yapı’yı oluşturan 4 firma da şimdiye kadar önemli inşaat projelerinin içerisinde yer alan firmalar. Lens İstanbul’u uygun fiyat politikalarıyla satışa sunduk ve satışa çıktığımız ilk iki ayda projenin yarısının satışlarını tamamlamıştık. Dediğimiz gibi uygun fiyatlar ve uygun ödeme koşulları satışlarımızı kolaylaştırdı. Örneğin; 4 farklı kampanya modelimiz var. Kimisinde nakit oranını fazla tuttuk, vadeyi uzattık kimisinde ara ödemelerle ve indirimlerle kolaylık sağladık. Zaman zaman kampanya modellerimizi değiştirdik. Gurbetçiler için özel ödeme planları hazırladık” dedi.

Yabancıya konut satışında öncelikler

Yabancıya emlak satışını arttırmada markalı konutların önemli yer tuttuğunu belirten Mert Kutlu, “Örneğin; hangi millete konut satışını hedefliyorsunuz? Öncelikle bunu belirlemesiniz ki, o milletin ihtiyaçlarına cevap verecek konut projeleri üretebilmelisiniz. Yabancı, Türkiye’de sadece konut fiyatları ucuz olduğu ya da vatandaşlık bedelinin uygun olduğu için konut almaz. Önceliğinde ihtiyaçlarına cevap vermesinin yanında bu konutu daha sonra ne kadar rahat ve ederinde satacağı var” şeklinde konuştu.

Yabancıya vatandaşlık hakkının 250 bin dolara düşmesi ile satışlarda bir hareketin gözlendiğini belirten Mert Kutlu, “Lens Yapı olarak şirket bünyesinde finansman sağlamamız ve satış sonrası yatırımcının vatandaşlık ve diğer bürokratik işlemlerinde yakından takip ettiğimizden dolayı referans ile de yabancı satış talebi almaktayız. Tabii ki genel satışlara baktığımızda İstanbul’da hâlâ yabancı satış potansiyeli yüksek seviyelere ulaşmış değil. Şu an proje özelimizde yüzde 3 olan yabancı satışımızı yüzde 10’lara çıkartma hedefimiz söz konusu. Tabii ki bu hedeflere ulaşmamız için teşviklerin devam etmesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın da yardımları ile Türkiye’nin yurt dışındaki tanıtımının arttırılması da önemli rol oynayacak” ifadelerini kullandı.

]]>
Gazete Birlik info@gazetebirlik.com
Sermaye ortaklığı sanayiyi düze çıkarır https://www.analizgazetesi.com.tr/haber/sermaye-ortakligi-sanayiyi-duze-cikarir-3432/

Sedat YILMAZ

Sanayi denilince, gazeteci olarak bakma ve bilgilenme gereği duyduğumuz yer İstanbul Sanayi Odası. Özellikle her yıl Sanayi500 listeleriyle kamuoyuna taşıdıkları Türkiye’nin en büyük 1000 sanayi kuruluşundan sanayimizin nereye gittiğini görmek mümkün.

Sanayimiz her türlü krize karşı göğsünü siper edebiliyor. Nispeten dayanıklı. Ancak bilhassa şiddeti yüksek küresel ve bölgesel krizlerde darbe almıyor diyemeyiz. Bunun yanında ülkeye ait ekonomideki dalgalanmalar da sanayiye ciddi sekte vuruyor.

Türk sanayinin en başta sorunu finans darlığı ve finansa erişiminde büyük sıkıntılar çekmesi. Finansman maliyetlerinin sürekli artması sanayici firmaları zor durumda bırakıyor. Özellikle merkez bankalarının sıkılaştırıcı politikaları en fazla sanayiciyi etkiliyor. Şimdi bir genişleme furyasından bahsediliyor ancak henüz etkilerini görebilmiş değiliz.

Türk sanayinin ikinci sorunu pazar çeşitliliği konusunda sürekli önüne engeller çıkması. Sanayimiz jeopolitik risklere karşı savunmasız. Firmalarımız herhangi siyasi ve ekonomik dalgalanmalardan çabuk etkileniyor. Çünkü dış pazarlarda istedikleri etkinliği sağlayamıyorlar.

Sanayide tahsilat büyük açmaz

Tahsilat konusunda büyük sıkıntılar yaşayan Türk sanayi şirketleri yüksek finansman girdileri sebebiyle bankalarla boğuşuyor.

Finansman darlığı Ar-Ge harcamalarını minimize ederken firmalarımız teknoloji ve dijitalleşme gibi günün nimetlerinden de gerektiği şekilde istifade edemiyor. Finansal darlık şirketlerimizin rekabet gücünü de etkiliyor ve özellikle yurt dışı rekabette zayıf kalıyorlar.

Diğer taraftan kamu tarafından verilen teşvikler dahi imalat sanayini yatırıma yönlendiremiyor. İnsanlar işini büyütmek, yeni yatırımlar yapmaktan çekiniyor. İmalat sanayinde bariz bir iştahsızlık gözleniyor.

Diğer yandan finansman darlığı bilgi, beceri dediğimiz know howu bir sonraki kuşaklara artıramaması ve bilhassa aile şirketlerinin birinci kuşakta kalması Türk sanayinin diğer önemli meseleleri arasında sıralanıyor.

aslandag-1

Müşareke sanayinin finansmanına bire bir

Sanayinin, üretim ve yatırım için elbette finans gerekli. Geleneğimizde, İslam kültüründe şirketleşme ile ilgili oldukça fazla konu yer alır. Mesela mudarebe anlaşmasında bir taraftan sermaye, diğer taraftan emek konulurken, özellikle sanayide bankalar ile sanayici arasında yapılması uygun görülen müşarekede taraflar işe hem emek hem sermayeleriyle ortak olurlar. Müşarekede ortaklığa katılanlardan bir veya birkaçının işi yapmasıyla ortaklardan her biri, işin yapılmasına katılmayanlar da dahil, kâra önceden üzerinde anlaştıkları oranda hak kazanırlar. Yani sermayeler eşit olduğu halde kâr payları farklı olabilir veya tersine, sermayeler farklı olduğu halde kâr payları eşit olabilir. Kârın belirlenmesinde tarafların rızaları tabii ki ilk esas.

Müşareke uzun bir mevzu. Ancak sanayinin ve ticaretin finansmanında kullanıldığını hemen belirtelim. Teçhizat ve makine sağlanmasında müşareke yöntemi bugün başarıyla uygulanabiliyor. Müşareke de, proje devam ettiği süre içerisinde banka ve müşterinin ortaklığı sürüyorsa sürekli adını alır. Bankanın ortaklık payı, zamanla hisselerinin belirlenmiş vadelerde müşteri tarafından satın alınması ve proje bittiğinde tamamen müşterinin mülkiyetine de geçebiliyor. Buna da azalan müşareke deniyor.

Bankalar ile sanayiciler ortak olmalı

Kapı ve mutfak mobilyacılığında Artella ve Tresette markalarıyla ihracatta ve iç piyasada dikkat çeken Aslandağ Grup’un Yönetim Kurulu Başkanı Cemal Aslandağ ile bir araya geldik. Bir sanayici olarak sanayinin durumu ve bugünkü meseleleri çözme konusunda görüşlerine müracaat ettik.

Gerek üretim, yatırım ve gerekse ihracat desteğinin sanayi tarafından kullanıldığını ve bundan memnun olduklarını belirten Cemal Aslandağ, süreklilik açısından sanayinin finans darlığından kurtarılmasının gerekliliğine işaret etti. Aslandağ, Türk şirketlerinin kurumsallaşma sorununun da büyük safhalarda olduğunu belirtti. Batı’da köklü şirketlerin 100 ve 200 yıllık geçmişten gelen gelenekleriyle rahatlıkla ayakta durabildiklerini, Türkiye’de ise köklü olarak adlandırdığımız aile şirketlerinin genellikle ikinci kuşağa geçmeden kapandığını söyledi.

Türkiye’de bankaların şirketlerin kötü zamanında, kara gününde değil normal zamanda da desteklerini sürdürmesi gerektiğini belirten Aslandağ, “Zaten bankaların kuruluş amaçları da budur. Ekonomiye, sanayiye destek olmak zorundalar. Bankaların sanayiye olan desteği şirketlerin kurumsallaşmasını da sağlayacak. Şirketlerimiz böylece daha uzun ömürlü olabilecek” dedi.

Bankaların, sanayi şirketlerine ortak olması yolunda devletin adım atmasını dört gözle beklediğini belirten Cemal Aslandağ, “Bir firmaya bir banka ortak olarak girdiğinde, o şirkete ciddiyet gelir. Firma mecburen kurumsallaşır. Firmanın altyapısı sağlamlaşır, bilançoları düzelir. Banka sanayicinin sermaye ortaklığının sanayiye çok şey katacağını, markaların, firmaların, şirketlerin geleceğe rahat yürüyeceğini söyleyebilirim” ifadelerini kullandı.

Sermaye ortaklığı birçok sorunu halleder

Türkiye’de aile şirketlerinin, finans darlığı sebebiyle kurumsallaşamadığını bu yüzden ömürlerinin kısa olduğunun altını çizen Aslandağ, “Mesela bankalar ile sanayici arasında yapılacak sermaye ortaklığı sanayide sürekli bahsedilen sorunları bir anda ortadan kaldırabilir. Banka ve sanayici sermaye bazında ortak olabilir. Bu bizim geleneğimizde de var. Adına önceleri müşareke deniyordu. Buna yönelik ilgili makamlara teklifte bile bulunuldu. Ancak şu ana kadar henüz bir gelişme olmadı. Sermaye ortaklığıyla kâr anlaşmaya göre, zarar da sermayedeki hisseye göre dağıtılıyor. Kimse de mağdur olmuyor” bilgisini verdi.

Söz konusu ortaklıkla Türkiye’de uzun ömürlü olmayan aile şirketlerinin de büyük fayda sağlayacağını anlatan Cemal Aslandağ, “Türkiye’de en büyük sorunlardan biri şirketlerin kurumsallaşamaması. Tabii bunun çeşitli sebepleri var. Öncelik sorun ise finanssızlık. Ülkemizde aile şirketlerinin yüzde 13’ü ikinci kuşağa geçebiliyor. Diğerleri faaliyetlerini sonlandırıyor. Ortalama ömür ise 20/25 seneyi geçmiyor. Türkiye’de 60/70 yıllık bir şirket bile genç sayılıyor. Ancak bu genç şirketler dünyada karşılarında asırlık donanımlı uluslararası şirketlerle rekabet etmek zorunda. Bankaların şirketlere ortaklığı gündeme gelirse bu sorun da ortadan kalkabilir, Türk şirketleri nesiller boyu hayatiyetini sürdürebilir” diye konuştu.

aslandag-2

Sektörün en büyük sorunu kayıt dışılık

Sektör olarak en büyük sorunun kayıt dışılık olduğunu belirten Cemal Aslandağ, söz konusu olaya yüksek KDV’nin sebep olduğunu gözlemlediklerini söyledi. Özellikle Türkiye’de kayıt dışı ortalamasının yüzde 25/30’larda olduğu halde mobilyacılık sektöründe bunun yüzde 50’leri geçtiğini belirten Cemal Aslandağ, “Bugün herkese gerekli mobilyada yüzde 18’lik oran büyük rakam olarak karşımıza çıkıyor. Sektörde binlerce atölye, işletme ve firma var. Önemli derecede istihdam çektiği halde sektörde sigortasız çalışan çok sayıda insanı görebilirsiniz” dedi.

Konuyla ilgili sektör temsilcileri olarak gerekli yerlere, sanayi odalarına raporlar verildiğini hatırlatan Cemal Aslandağ, “Mobilya sektöründe KDV’ler, vergiler düşse mesela KDV yüzde 8’e sabitlense sektörde kayıt dışılık birden düşer. Herkes resmiyete geçmek ister. Çünkü sektörde kayıt dışılık mücbir sebeplerden dolayı ortaya çıkıyor. Kısa süreli kampanyalar da derde çare olmuyor. Düşük KDV kalıcı olmalı ki sektör de önünü görebilsin” ifadelerini kullandı.

Aslında kayıt dışılığı doğuran yüksek vergilerin devletin vergi gelirlerini aşağı çektiğine vurgu yapan Cemal Aslandağ, sektör analiz raporlarına baktıklarında durumun rahatlıkla görülebildiğini söyledi. Aslandağ ayrıca kısa vadeli kampanyaların istatistiki verilere tam anlamıyla yansımadığını, düşük vergi sisteminin uzun vadedeki uygulamalarına bakılıp yeni bir projeksiyon etrafında birleşilmesi gerektiğinin altını çizdi. Aslandağ konunun otomotiv ve beyaz eşyada da düşünülmesi gerektiğine işaret etti.

Amerikan pazarı büyük fırsatlar sunuyor

Sanayideki tüm olumsuzluklara rağmen Türk şirketlerinin yurt dışında önemli başarılar kazandığını belirten Cemal Aslandağ, ABD pazarında Çin mallarına karşı verdikleri mücadeleyi anlattı. Kısa zaman önce San Francisco’da ABD’li ortakla Amerika’ya önemli bir yatırım gerçekleştirdiklerini belirten Cemal Aslandağ, ABD pazarının değerlendirilmesi gereken büyük fırsatlar sunduğunu söyledi. Söz konusu fırsatları yerinde görme fırsatı yakaladıklarını ifade eden Cemal Aslandağ, ABD/Çin gerginliğinin özellikle Türk yatırımcılarının önünü açabileceğini kaydetti.

Aslandağ Grubu olarak ABD ile ilişkileri artırdıklarını belirten Cemal Aslandağ, “Bugün ABD, Çin’den her sektörde mal alımını azaltıyor. Ancak Türkiye gibi ülkelere ilgi duymaya başladılar. Türk mallarına talep giderek artıyor. Bunu kendi sektörümüzden gözlemliyoruz. Hatta ABD’li ortağımızla orada işimizi büyütürken Türkiye’de de artı yatırımlar düşünüyoruz. ABD’deki sağlıklı iş ortamı bizim işlerimizin daha da büyümesini sağlıyor. Tahsilat düşünmüyorsunuz. Talebe ve verilen zamana göre ürününüzü verdiğinizde baş üstünde tutuluyorsunuz” diye konuştu.

Türkiye mobilyada üretim üssü olabilir

Mobilyanın cari fazla veren, kurtarıcı bir sektör olduğunu belirten Cemal Aslandağ, Türkiye’nin bölgesinde bir üretim üssü olabileceğini söyledi. Türkiye’nin elde ettiği tecrübe, bilgi birikimi ve altyapısıyla mobilyacılıkta önemli bir yere geldiğini dile getiren Aslandağ, “Gözlerimizle gördük. Türkiye olarak ABD’nin Çin’den alacağı malları rahatlıkla karşılayabiliyoruz. Lojistik konusunda da bir sıkıntı yok. Eskisi gibi pahalı da değil. Navlun konusu da öyle. İngiltere, Almanya’ya 4-5 günde ulaşıyorsunuz, buraya da 15-20 günde malınızı indirebiliyorsunuz. Dolayısıyla Türkiye bölgesinde ve dünyada önemli bir üretim üssü olmaya namzet. Kamu özel bu fırsatı değerlendirip dünyaya açılmalı, diyorum. Zira kaliteli ve zamanında teslim ettiğimiz sürece markalarımızla dünyaya satacak oldukça fazla malımız var” ifadelerini kullandı.

Mobilyada dünya standartlarını yakaladıklarını belirten Cemal Aslandağ, Avrupa stilinin artık dünyada her yerde geçerli olduğunu, Türkiye’nin de bu stili en iyi uygulayan ülkeler arasında yer aldığını söyledi. Kapı ve mutfak mobilyacılığında İtalyanları dahi hayrete düşürdüklerini belirten Aslandağ, marka ve bilinirliklerini dünyanın her tarafına yayma konusunda azimleri olduğunu sözlerine ekledi.

Başarının altında yatan farklı konsept

Aslandağ Grubu olarak ABD, İngiltere’de temsilciliklerinin olduğunu, Ortadoğu, Afrika ve dünyanın birçok ülkesine ihracat yapma konusunda başarıyı yakaladıklarını ifade eden Cemal Aslandağ, grubun Artella ve Tresette markalarıyla kapı ve mutfak konseptini birleştirdiklerini, müşteri talebini öne aldıklarını, başarılarındaki en büyük kaynağın da bu konsept olduğunu, iki üretim merkezini tek elden yürütmelerinin de başarıya önemli katkı verdiğini kaydetti.

Türkiye’de halen Polat Holding’in üstlendiği Piyale Paşa projesinde ahşap ile ilgili işleri kendilerinin yaptıklarını belirten Cemal Aslandağ, “Burası özel sektörün üstlendiği en büyük kentsel dönüşüm projesi. Elit bir proje. Üst segmenti ilgilendiriyor. Yine Çitfçi Towers, Skayland, Pruva 34, Emaar Square’de çalıştık. Kadıköy’deki projelerin yüzde 70’ini de biz yaptık. Fuzul İnşaat’ın TEM Avrasya Konutları’ndayız” diye konuştu.

Macaristan’da çalışmak istiyoruz

Piyale Paşa Projesi ile birlikte Polat Holding ile Macaristan’da bir proje üzerinde çalışmak istediklerini belirten Aslandağ Grup Yönetim Kurulu Başkanı Cemal Aslandağ, “Budapeşte’de ofisler açmışlardı. Mobilyalarını biz gönderdik. Polat Holding Macaristan’da bir proje hazırlığında. Şantiyeyi de kurdu. Tahminim 2020’lerde inşaat ortaya çıkar. Biz de Macaristan’da gerçekleştirilecek projelerde olma niyetindeyiz” dedi.

İnşaat sektörü 2022’de istenen yere gelecek

İnşaat sektörü şu anda durmuş gibi görünse de orta vadede yine istenen yere geleceğini belirten Cemal Aslandağ, “Sektörün bu kadar çakılacağını düşünmüyorduk. 2020’nin sonuna kadar sıkıntı sürer. Siyasi ve jeopolitik sorunlar çıkmadığı sürece, faizler ve dövizin gerilemesiyle sektör toparlanır ve 2022 yılından itibaren yeniden atağa geçer. Ancak 2016-2018 yıllarındaki büyüme kadar bir atak beklemiyorum” diye konuştu.

]]>
Gazete Birlik info@gazetebirlik.com
YERLİ OTOMOBİL hayal ötesi olmalı https://www.analizgazetesi.com.tr/haber/yerli-otomobil-hayal-otesi-olmali-7216/

Sedat YILMAZ

Yerli otomobilin üretimiyle ilgili geçen hafta önemli bir toplantı gerçekleştirildi. Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu Türkiye’nin Otomobil Girişim Grubu (TOGG) ile bir araya geldi. Yerli otomobilin ilk prototip modeli toplantıya katılanlara gösterildi. Toplantıda 2019 yılı sonunda prototip modelin halkın beğenisine sunulacağı açıklandı.

TOGG toplantısının ardından ilk yerli uçan araba ile ilgili bir gelişme oldu. Türkiye; ABD, Japonya ve Avrupa ülkeleri gibi uçan araba teknolojisine giren sayılı ülkeler arasına girerken Baykar Teknik Müdürü Selçuk Bayraktar da söz konusu yeni teknoloji ile ilgili bilgiler verdi. Boeing ve Airbus’ın da uçak araba ile ilgili çalışmalar yaptığı biliniyor.

Yerli otomobil denilince, Türkiye’de ilk akla gelen isimlerden biri DizaynVip Grup Yönetim Kurulu Başkanı Erbakan Malkoç. Gelişmeleri kendisine aktardık ve görüşlerini aldık. O da samimi bir şekilde yerli otomobil konusunda kendisiyle ilgili tüm bilinmesi gerekenleri samimi bir şekilde ortaya koydu. Erbakan Malkoç, “Yerli otomobil üretiminde bize bir görev düşerse yerine getiririz. Bilgi, tecrübe ve birikimimizle buradayız… ‘Lastik sök, tak’ derlerse, onu da yaparız. Ülkemizde üretilecek yerli bir otomobile katkı sağlamak konusunda her zaman göreve hazırız” dedi.

Otomobil dönüşümü yapıyor

Evet, DizaynVip, Mercedes Daimler AG’nin van segmentinde dünyada araç dönüşümü yapabilecek tek yetkili vanpartneri. Firmanın patronu Erbakan Malkoç. İş dünyası kendisini yakından tanıyor. Abdülkadir Konukoğlu’ndan Ömer Sabancıya ve Fuat Tosyalı’ya kadar birçok işadamının araçlarının iç tasarımı Erbakan Malkoç tarafından yapıldı. Erbakan Malkoç’un işi özetle, “kişiye özel lüks oto iç tasarımı”… Yaklaşık 150 kişilik ekibiyle Mercedes’ten BMW’ye, yatlardan jetlere her türlü aracın iç dizaynını kişiye özel icra ediyor. Bunlar içinde Mercedes Vito, Viano, Spinter gibi minivan ve panelvan araçlar büyük yer tutuyor. Araçlar dönüşümden sonra fiyatları en az 3 kat daha artıyor.

1992 yılında kurulan DizaynVip, bugün Uluslararası Marka Liderleri Zirvesi Lob’in Europe’ta “Avrupa’nın En İyi Otomobil Tasarımı Ödülü”nü kazandı. 2014’te ABD’nin en prestijli organizasyonu IMA IMPACT Teknoloji Zirvesi’nde “Dünya’da Otomobil Tasarımında Teknolojiyi En İyi Kullanan Firma” ödülünün de sahibi oldu. DizaynVip, ürettiği özel tasarım araçlarını Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya ve Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesine ihraç ediyor.

yerli-2

Cenevre Fuarı’na damgasını vurdu

Mercedes-Benz'in vip araç dönüşüm noktasında yetkili olan DizaynVip, Avcılar'daki fabrikada “Made in Turkey” damgalı binlerce ürünler gerçekleştiriyor. 35 ülkeye ihracat gerçekleştiren DizaynVip, Çin, Rusya, Dubai ve ABD'deki yeni yapılanmaları sayesinde otomobil dönüşümünü “hand made” özelliğini kaybetmeden daha hızlı üretime geçmiş durumda. DizaynVip Group Yönetim Kurulu Başkanı Erbakan Malkoç, Malkoç, kişiye özel, Avrupa standartlarında ve el yapımı olarak gerçekleştirdikleri otomobil dönüşümüyle dünya genelinde tanınan bir konuma geldiklerini söylüyor.

Malkoç, bu yıl Mart ayında gerçekleştirilen 89. Uluslararası Cenevre Otomobil Fuarı'nda otomotiv dünyasının ilk duygusal zekalı araç hologramını ve  en yeni modeli DV-Ross'un yeni teknolojilerini tanıtarak otomobil dönüşümünde zirveye emin adımlarla yaklaştığını gösteriyor. Erbakan Malkoç, dönüştürdükleri otomobillerin mekanik olmaktan çıkıp kullanıcısıyla duygusal bağ kurabildiğini ve birçok dilde sohbet edebildiğini belirtiyor. Kişiye özel otomobil dönüşümünün bugünün değil, geleceğin işi olduğunu belirten Malkoç, “Eğer bu işi gerçekten sıkı tutar ve kaliteyi dünya standartlarında uygularsak bir iz bırakırız ve insanlar bu izi takip edip Türkiye’ye gelir” diyor.

Volkswagen akıllı karar aldı

Türkiye’nin otomobil ve araç sektöründe ciddi bir deneyim kazandığını dile getiren Erbakan Malkoç, Volkswagen’ın (VW) yatırım için Türkiye’yi seçme kararı almasının kendisini şaşırtmadığını belirtiyor. Türkiye’de işçilik ücretlerinin 300 dolar gibi neredeyse Çin ile aynı pozisyonlara geldiğini hatırlatan Malkoç, “Bugün dünya otomobil üretiminin yüzde 60’ı 10 bin dolar altı otomobil yapıyor. VW de Türkiye’de karar kıldı. Türkiye’nin yüzde 70 oranında otomotiv ana sanayine üretim yapacak gücü var. Bir de burada yerleşik. Türkiye’yi tanıyor. Ülkenin hiçbir eksiği yok. Bilgi, tecrübe, donanım müthiş. Ancak bunları kullanmak gerekiyor. Kullanılmazsa muza benzer. Biliyorsunuz, muz dalından koparıldığında buzdolabına koysanız bile çürür. Muz gibi olmamak lazım. Değerleri kullanmalı. Boşuna dememişler… Aklını kullan, aksini düşün, diye…” şeklinde konuşuyor.

DizaynVip de tecrübe ve bilgisini kullanarak binlerce ürün icat ettiğini belirten Malkoç, 2017 yılında Çin’e paket ürün ihraç edeceklerine dair planlar yaptıklarını ve bugün o hedefin gerçekleştirildiğini söylüyor. Malkoç, “Yani Çin’e buradan otomobil teknolojisi üzerine ürün satıyoruz. Alanımızda Çin’den teknolojiyi dış ticareti adına lehimize çeviriyoruz” ifadesini kullanıyor.

Yerli otomobil için göreve hazırız

Erbakan Malkoç, “Yerli otomobil üretiminde bize bir görev düşerse yerine getiririz. Katma değeri yüksek yerli otomobil hayata geçirilecekse orada varız.  ‘Lastik sök, tak’ derlerse, onu da yaparız. Ülkemizde üretilecek yerli bir otomobile katkı sağlamak konusunda her zaman göreve hazırız” diyerek milli otomobil ile ilgili samimi görüşlerini ve duygularını paylaşıyor.

Malkoç, yerli otomobilin bir ütopya olmadığını, Türkiye’nin yerli otomobilini rahatlıkla üretebileceğini belirtiyor. Yerli otomobilin Türkiye için geç kalınmış bir proje olmasına karşılık bu konuda devlet tarafında bir iradenin olmasının sevindirici olduğunu belirten Erbakan Malkoç, söz konusu iradenin dikey olarak değil, yatay bir şekilde üretimi organize etmesi gerektiğini kaydediyor.

Konu millilik ve yerlilikse bütün bilgi birikimi ve imkanlarıyla yerli otomobil için göreve hazır olduklarını dile getiren Malkoç, yerli otomobil üretmenin vakti geldiğini, bunun için partnerlerin iyi seçilmesi gerektiğini ifade ediyor. Üretilmesi gereken otomobili de tarif eden Erbakan Malkoç, otomobil dünyasıyla rekabet edilebilmesi için bu aracın otomobil ötesi bir şey olması gerektiğini söylüyor.

yerli-3

Geleneksellik artık reel değil

Dünyada içten yanmalı, hibrit ve elektrikli olmak üzere araç modelleri üretildiğini, elektrikli araç konusunda hâlâ istenilen sonuçların alınamadığını belirten Erbakan Malkoç, “Yerli otomobil üretirken alışılagelen, geleneksel sistemler artık reel değil. Bugün küresel anlamda 90 milyon otomobil üretiliyor. Bu sayı yarın 100 milyon olacak. Biz de aynı sistemi uygulayıp araç üretmeye kalkarsak büyüklerin yanında kayboluruz. Yerli aracı yaparız, iç piyasaya bir miktar satarız… Devlet kurumları kullanır ama bu sürdürülebilir olmaz” ifadelerini kullanıyor.

“Siz bugünkü anlayışla üreteceğiniz yerli araçla büyük otomobil üreticilerinin arasında yer alamazsınız” diyen DizaynVip Yönetim Kurulu Başkanı Erbakan Malkoç, “Öncelikle rekabet şansınız olmaz. Bunun için yepyeni bir ürün, yeni bir araç ortaya koymak şart. Piyasadaki otomobillerin benzerini üreterek uluslararası rekabeti sağlama imkanı yok. Ancak yerli otomobile de hayal demek yanlış. Otomobil 200 yıldır var olan bir şey” diyor.

Dünyaya yedek parçası satıyoruz, ama

Dünyada katma değerli ve standart olmak üzere iki türlü üretim olduğunu, ancak otomotiv endüstrisinde standart üretimin bugün için düşünülmemesi gerektiğini belirten Malkoç, “Türkiye Çin gibi değil. Bugün Çin 1,5 milyar insana bakmak zorunda. Ekonomisini büyütmeye, teknolojiyi kullanmaya çalışıyor. Otomotiv endüstrisinde Türkiye bu konuda çok ileride. Otomobillere parça üretiyoruz, dünyaya yedek parça satıyoruz. Hatta yurt içinde üretim yapan otomobil endüstrisine yedek parça veriyoruz. Yerli otomotiv sanayi bu konuda oldukça başarılı” diye konuşuyor.

Türkiye’nin belli bir projeksiyon dahilinde 10 doların altında satılan araçlara yönelik yedek parça üretimini bırakıp bir üst segmente 10 bin doların üzerindeki araçlar için yedek parça üretmeye başlaması gerektiğini anlatan Erbakan Malkoç, “Projeler geliştirmemiz şart. Bir Fiat’a kolkut üretmekle, Audi’ye koltuk üretmek arasında maliyet açısından bir fark yok. Üreticimiz yüksek markalı kalemlere talip olmalı” tavsiyesinde bulunuyor.

Artık otomotiv yan sanayicilerinin katma değerli ürünlere yönelmeleri gerektiğinin altını çizen Erbakan Malkoç, “Firmalarımız markalaşıp ürün satsın demiyorum. Belki markalaşmak öncelik gibi görünse de asıl öncülüğümüz doğru manada katma değer oluşturup katma değer üretenlere katma değerli ürünler satmak olmalı. Özetle 10 bin doların üzerinde satılan araçlara yedek parça üretmeliyiz. Kolaycılığı seçip küçük düşünüp küçük işlerle meşgul olmamalıyız. Mesela bir Continantel olma yolunda ilerlemeliyiz. Bugün Continantel VW’nin en pahalı sistemlerini yapıyor ve yılda 40 milyar dolar para kazanıyor” bilgisini verdi.

Know how için şirketler satın almalıyız

Kaliteli ve katma değerli üretim için know how olayını dikkate almak zorunda olduğumuzu belirten Erbakan Malkoç, “Teknoloji nerede yüksek ise oraya odaklanmalı. Çin de teknolojik yönden çok gerilerdeydi. Ancak ülkesine teknolojiyi çekerek, şirketler satın alarak seviye kaydetti. Dünyada bugün birinci, ikinci, hatta üçüncü nesil satış halinde çok sayıda şirket var. O şirketler satın alınıp deneyimleri de satın alınmalı. Mesela 100 yaşında bir şirketi satın aldığınızda 100’lük bir tecrübeyi kazanmış oluyorsunuz. Şayet söz konusu şirketler satın alınırsa önemli bir kazanım elde edeceğiz. Bir yapıyı yeniden kurmak yerine yapı üzerinde rötuşlarla o sistemi geliştirmek daha rantabıl ve farklı bir boyuta yelken açmak manasına geliyor” diyor.

yerli-1

Malkoç, katma değerin asla markalaşmak olmadığını belirterek, “Siz otomotiv endüstrisine katma değerli ne kadar ürün veriyorum, ona bakacaksınız. Dünyada 90 milyon adet araç üretiliyor ama 90 trilyon dolarlık bir katma değeri ortaya koyduğu da unutulmamalı. Türk otomotiv yan sanayi dünya devlerinin kaçta kaçına yedek parça veriyor, bir düşünün. Biz herkesin işini, herkes bizim işimizi üretebiliyorsa burada bir katma değer yok. Spesifik ürün ortaya çıkarmadığımız sürece üretimde yol alamayız. Üretimde yol alamadığımız gibi düşük kazanç sebebiyle istihdam ve kaliteli üretme imkanlarımız da ortadan kalkar. İşte Türkiye’de işsizliğin en büyük sebeplerinden biri bu” ifadelerini kullanıyor.

Genç işsizliğimiz neden yüksek?

“Türkiye’de eskiden çıraklık ve kalfalık sistemi vardı. İnsanlar bu sistemle iş sahibi oluyor ve kimse işsiz kalmıyordu” diyen Erbakan Malkoç, “Bugün herkes üniversiteye gidip okuma peşinde. Bir makine mühendisine sanayiye git, çıraklık yap, diyemiyorsunuz. Ara eleman pozisyonunda kaldığı zaman da çıraklık yaptıramıyorsunuz. Yani gençler iki arada bir derede mesleksiz ve işsiz olarak iyot gibi açığa çıkıyor. Değişen yapıyla birlikte sistem de değişebilseydi, genç işsizimiz olmazdı. Bir taraftan üniversiteler yaptık, diğer taraftan gençleri okuttuk ama iş veremedik. Şimdi de beyin göçüyle karşı karşıyayız. Dolayısıyla üçüncü nesil işletmeleri bulup satın almak veya ortak olmak suretiyle know how artacak ve işsiz gençlere rahatlıkla iş bulanacak” diyor.

Hayat konusunda gerçekçi, doğru ve dürüst olmak gerektiğini ve reel olarak hayata bakılmasının elzem olduğunu dile getiren Erbakan Malkoç, “Ülkenin ihtiyacı olan şeyler apaçık ortada. Zincirin gücünü gösteren en zayıf halkadır. O zaman biz zinciri sağlamlaştırmalıyız. Bunun bir tanesi zayıfsa zincir de kopar. Hangi halkadan koptuğunun ne önemi var. Zincir kopuyor. Zinciri sağlamlaştırmanın yolu istihdam işsizlik nasıl çözülür. İşe gelecek insanın işe yaraması nasıl halledilir. Verimlilik nasıl artırılır. İşte ülkenin sorunu bu… Biz sanal gerçekçilikle uğraşıyoruz. Bu gençliği sanal gerçekçilikle uğraştırdığımız sürece gerçek hayatta başarılı yapamayız. Biz gerçekle uğraşmalıyız” şeklinde konuşuyor.

Doğuş iş gücü, doğru iş ihtiyacı

İşsizlikle ilgili çözümleri de anlatan Erbakan Malkoç, öncelikle insanları işe yarar hale getirmek ve beraberinde iş alanları oluşturmak gerektiğini söylüyor. “Sende mi iş yok, yoksa piyasada mı iş yok” prensibinin mutlaka iş âlemine iyi entegre edilmesi gerektiğini belirten Erbakan Malkoç, “Bu ikisini de entegrasyon haline getirmemiz lazım. Ben VW’nin bandına, ana sanayisine katma değeri yüksek bir parça vereceksem, o mühendisi çalıştırabilirim. Ama o mühendisle ben katma değeri olmayan, düşük fiyatlı parça üretirsem ne mühendisi ne çalıştırabilirim, ne o mühendisin maaşını ödeyebilirim, ne de o mühendisi elde tutabilirim. Onun için dünyadaki üçüncü nesil şirketleri bulup satın alıp Türkiye’nin envanterine katmamız şart. Bu memleketin öncelikle doğru bir iş gücüne ve doğru işe ihtiyacı var” şeklinde konuşuyor.

Türkiye’nin otomotiv sektöründe hak ettiği yeri alabilmesi ve yerli otomobilde başarılı olabilmesi için elindeki imkanları iyi kullanması gerektiğini anlatan Erbakan Malkoç, “Mevlana’nın dediği gibi (Dün dünde kaldı cancağızım. Bugün yeni şeyler söylemek lazım!).Biz de özellikle yerli otomobil konusunda gayret gösteriyoruz. Bir kez daha söylüyorum… Piyasadaki otomobillerin aynısını üreterek bir yere varamayız. Katma değeri olmayan ürünler bize zenginlik getirmez. Dolayısıyla otomotiv sektöründe saygın bir yere ulaşmak istiyorsak hayallerin ötesindeki arabayı mutlaka üretmeliyiz” ifadelerini kullanıyor.

]]>
Gazete Birlik info@gazetebirlik.com
Türk ekonomisi hızla iyileşiyor https://www.analizgazetesi.com.tr/haber/turk-ekonomisi-hizla-iyilesiyor-469/

Sedat YILMAZ

Türkiye; limanları, demir ve karayollarıyla lojistikte dünyanın merkezinde. Özellikle limanlar, teknolojisiyle küresel ticaret ve tedarik zincirinde ağırlığını hissettiriyor. Konuyu Türkiye’ye yatırım yapan Dubai merkezli Dubai Port (DP) World Yarımca Limanı CEO’su Kris Adams ile konuştuk.

Yarımca Limanı uluslararası lojistikte aranan merkezler arasında. 30 Temmuz’da tamamlanan 1 kilometrelik demiryolu bağlantısıyla Çin ile Londra’yı birbirine bağlayan bir nokta haline geldi. Yarımca Limanı; Kars – Tiflis – Bakü demiryolu ile Hazar Denizi’ne, oradan da Çin’e ulaşan demiryolu hattında bir köprü durumuna geldi. Yarımca ayrıca Türkiye’deki bütün limanlara da hizmet veriyor.

Sınırlarının yüzde 70’den fazlası denizlerle çevrili, 3 kıtanın geçiş yolunda bulunan Türkiye, Cebelitarık Boğazı ile Atlas Okyanusu'na, Süveyş Kanalı ile Arap Yarımadası ve Hint Okyanusu'na, Türk boğazlarının Karadeniz-Akdeniz bağlantısıyla Avrasya ve Uzak Doğu'ya uzanan bir ulaşım ağının tam ortasında bir yüzük taşı gibi duruyor.

Liman 500 kişiye istihdam sağlıyor

DP World, dünya ticareti ve uluslararası tedarik zincirine yönelik liman işletmeciliğinde 40 ülkede 82 limanda 43 binden fazla çalışanıyla faaliyet gösteriyor. Şirketin ana hizmetini ve gelirinin dörtte üçünü konteyner elleçleme (gümrük gözetimi altındaki eşyanın asli niteliklerini değiştirmeden istiflenmesi, yerinin değiştirilmesi) oluşturuyor. 2016 yılı itibariyle şirket brüt 64 milyon TEU (1 TEU 34 metreküp) ebatında konteyner elleçledi. DP World 2020 yılında 100 milyon TEU’ya ulaşmayı hedefliyor.

Marmara’nın en büyük konteyner limanlarından biri olarak 46 hektar alana kurulu olan DP World Yarımca Limanı kapasitesi yıllık 1,3 milyon TEU olup halen 500 kişiye istihdam sağlıyor. 2015 yılında 600 milyon dolar yatırımla hayat geçen DP World Yarımca, İzmit Körfezi’nde amaca yönelik konteyner taşımacılığına hizmet veren ihtisaslaşmış ilk ve tek liman olmasıyla ve en ileri teknolojileri kullanıyor olmasıyla öne çıkıyor.

ceo-2

Tek kalemde 600 milyon dolarlık yatırım

Söz konusu vizyonun farkına Dubai’li DP World varmış… Türkiye’ye 2015 yılında gelmiş. Risklere rağmen Türkiye’ye 600 milyon dolarlık yatırım yapmış. 5 yıl boyunca Türkiye’deki yapılanmasını Yarımca Limanı’nda gerçekleştirmiş. Yatırımla ilgili bölgenin yarısını satın alırken diğer yarısını da kiralamış… Bununla da kalmamış… Çin ile Londra’yı birbirine bağlayan demiryolu arasında kalan 1 kilometrelik demiryolu kısa sürede tamamlamış ve Kars-Tiflis-Bakü ile Hazar Denizi’ni birbirine bağlayan ve oradan Çin’e ulaşan devasa uluslararası projede finali yapmış… Bugün artık DP World Yarımca Limanı sayesinde Türkiye’deki her demiryolu dünya ile entegre olmuş durumda.

Lojistik konusunda görüşlerine müracaat ettiğimiz DP World Yarımca CEO'su Kris Adams’ın Türkiye ile ilgili değerlendirmesini duyunca da zaten şaşıracaksınız… 

Kris Adams şöyle diyor:

“Limanımız, Orta Koridor üzerinden Avrupa ülkelerine açılan bir kapı özelliği kazandı. Çin pazarının Avrupa'ya bağlanmasında kritik rol oynayan limanımızın Türkiye'nin stratejik konumlamasına, lojistik üssü olmasına katkıda bulunacağına eminim…”

Yurt dışı ve yurt dışına hizmet verecek

Kris Adams’ın verdiği bilgiler hakikaten ülkemiz açısından çok değerli… Ona göre, Türkiye’nin son yıllarda yakaladığı ticaret ivmesi, iş ve yatırım ortamının iyileşmesiyle Türkiye’nin stratejik ve jeopolitik konumu dolayısıyla bir adım daha öne çıkıyor. Limanlar, denizyoluyla ülkeyi dünyaya bağlamasının yanında Türkiye’deki ticarete de önemli katkı sağlıyor. Yarımca Limanı da Türkiye’nin her köşesine hizmet ederken dünya ile ulaşımın bir köprüsü olması açısından ülkeye de değer katıyor. DP World’un Türkiye’ye verdiği katkı da fevkalade önemli.

Türkiye’nin son yıllarda yakaladığı ticaret ivmesi, iş ve yatırım ortamının iyileşmesiyle Türkiye’nin stratejik ve jeopolitik konumu dolayısıyla bir adım daha öne çıkıyor. Limanlar, denizyoluyla ülkeyi dünyaya bağlamasının yanında Türkiye’deki ticarete de önemli katkı sağlıyor. Yarımca Limanı da Türkiye’nin her köşesine hizmet ederken dünya ile ulaşımın bir köprüsü olması açısından ülkeye de değer katıyor. DP World’un Türkiye’ye verdiği katkı da fevkalade önemli.

ceo-3

Yarımca Limanı Orta Koridor’un köprüsü

DP World Yarımca CEO'su Kris Adams, yaptıkları yatırımla Kars-Tiflis-Bakü demiryolu hattıyla İpek Yolu üzerinden Türkiye’nin Çin’e bağlandığını, bunun İpekyolu’nun Londra’ya kadar uzanacağı anlamına geldiğini söylüyor. Yarımca Limanı’nın doğu ile batıyı birbirine bağlayan Orta Koridor hattında ayrıca Avrupa’ya açılan bir kapı konumuna geldiğini belirten Adams, DP World’un Kazakistan’da Aktau ve Korgas limanlarında da yönetim danışmanlığı görevi üstlendiğini dolayısıyla Türkiye’nin stratejik konumlanmasına büyük katkı sağladıklarını belirtiyor.

Kris Adams, Türkiye’nin 80 milyonluk genç nüfusu, güçlü bir yerel altyapı yatırımı ortamı, yüksek büyüme oranları, gelecekte dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girme hedefi ve konteynerleşme yönündeki ilerlemesi gibi özellikleriyle DP World’un küresel ağı içerisinde önemli bir yere sahip olduğunu belirtiyor. Türkiye’nin diğer ülkelere göre farklı özellikleri olduğunu ve bu özelliklerini rahatlıkla kullanabildiğini belirten CEO Kris Adams, “Çok büyük genç, enerjik ve eğitimli nüfusunuz var. Türkiye coğrafik olarak da küresel pazarların ortasında ciddi bir kavşak konumunda.  Ülkenin dünyada 10 büyük ekonominin arasına girme gibi önemli bir hedefi var. Bu vizyon bile Türkiye’yi dünyada önemli bir yere taşır. Giderek dünya ülkelerinden pozitif ayrışan ülkedeki diğer faktör ise üretici ve üretken bir toplum olma isteği. Teknolojiye yatkın bir nüfus, dijitalleşme ile birlikte hedeflerini yerine getirecek” ifadelerini kullanıyor.

Yarımca Limanı, ray olan her yere ulaşıyor

Kocaeli-İstanbul arasındaki demiryolu hattına bağlanan ve hizmete giren iltisak hattının bir kilometre uzunluğunda olduğunu belirten Kris Adams, Türkiye’ye yatırım yapmaktan memnuniyetini dile getiriyor. Yarımca Limanı’nın blok tren işletimine uygun yapılan hat yüklü vagonları rıhtıma kadar ulaştırabildiğine işaret eden Adams, “Gelişmiş teknolojileri kullanan DP World Yarımca limanı, burada uzaktan kumandalı vinçleriyle doğrudan vagonlara yükleme ya da vagonlardan boşaltma yapabiliyor. Demiryolu bağlantısıyla birlikte DP World Yarımca Terminali başta Ankara, Eskişehir, Bilecik ve Kütahya olmak üzere rayların uzandığı her yere gidecek. Sevkiyatı genellikle demiryolu ile yapılan maden filizi, mermer ve makineler limana, oradan da hat gemileriyle dünyanın her yerine ekonomik ve güvenli bir şekilde ulaşacak” bilgisini veriyor.

Türkiye’nin dış ticaretini taşımaya talibiz

Türkiye’nin küresel büyüme ağları içinde önemli bir yere sahip olduğunu belirten Adams, yatırımların aralıksız devam edeceğini söylüyor. Uzun vadede Türk ekonomisinin büyümesine yardımcı olmak için Türkiye’de olduklarını belirten Kris Adams, “Türkiye’nin ithalatını ve ihracatını taşımaya talibiz. Bu kapsamda da liman operasyonlarımız ve insan kaynağımıza yatırım yapıyor, müşteri ve tedarikçilerimize global tecrübe ve bilgimizden de destek alarak, zaman ve maliyet konularında etkin çözümler sunuyoruz. Türkiye’nin bölgesinde lojistikte lider olma şansı çok yüksek. Bu konuda da hükümet çalışmalar yapıyor” diyor.  

Bu yıl şu ana kadar hedeflerinin yüzde 60 oranda karşıladıklarını, geçen sene ile karşılaştırdıklarında fazla fark olmadığını belirten Kris Adams, “2018 zaten çok güçlüydü. Hızlı büyümüştük. Bu sene ilk 6 ayda işler fazla iyi gitmedi. Ancak ikinci 6 ayda ekonominin daha iyi olacağını bekliyoruz” ifadelerini kullanıyor.

Liman yatırımlarının uzun vadeli bir iş olduğuna değinen Adams, hemen düğmeye basınca iş olmadığını, 16 ay önceden siparişleri düşünerek faaliyete başlamanızı bilmeniz gerektiğini söylüyor. Adams, limandaki kapasite artırımı konusunda bu sene için herhangi bir çalışma düşünmediklerini, ancak faaliyetlerin artması durumunda organik büyümeyi de düşünebileceklerini kaydediyor. Adams, “Başka limanlardan ilave servisler de gelebiliyor. O zaman kapasite kullanımınız hızlı bir şekilde artmaya başlıyor. Biz de bu konu için hazırız” şeklinde konuşuyor.

ceo-1

Ekonomi ikinci yarıda daha güçlü olacak

Türk ekonomisinin hızla iyileştiğine dikkat çeken Dubai merkezli DP World’un Yarımca Limanı CEO’su Kris Adams, küresel ekonomideki gidişatın tersine Türkiye ekonomisinde son 8 ayda ciddi bir geriye dönüş yaşandığını belirterek, “Ülkenin geleceğine ve üreticiliğine inanıyoruz ve onun için buradayız. Ekonomi yılın ikinci yarısı daha da güçlü olacak” diyor.  

Türkiye’de gerçekleştirdikleri 600 milyon dolarlık yatırımı daha da ileri noktalara getirmek istediklerini belirten Kris Adams, etrafı denizlerle çevrili, yurt içi ve yurt dışı demir ve kara yollarıyla birbirine bağlanmış ulaştırma ağında önemli bir yere gelmiş Türkiye’nin lojistikte büyük kapasiteye sahip olduğunu belirtiyor.

CEO Kris Adams, “Çok sayıda limanınız var. Böyle yüksek nitelikli kapasitelerin bir an önce küresel ortama arz edilmesi gerekir. Ekonomi gelişirken söz konusu transformasyon iyi yapılırsa ve dünyaya iyi konsolide edilirse Türk lojistiği dünyanın sayılı merkezlerinden biri haline gelir. Doğru altyapı, doğru know how, doğru teknoloji üretken bir nüfusla bir araya geldiğinde kalite ortaya çıkıyor. İyi bir strateji izlenirse Türkiye bu konuda ciddi bir yol kateder. Lojistikde önünüz açık” diye konuşuyor.

DP World yatırımları devam edecek

Ticaretin her alanında olduğu gibi lojistikte de rekabetin olmazsa olmaz olduğunu belirten Kris Adams, limanların daha iyi hizmet vermesi konusunda master planlarla hareket edilebileceğini salık veriyor. Türkiye’nin bu konuda pozitif yönde çalışmalarının olduğunu bildiklerini ve bu çalışmaları dikkatle takip ettiklerini kaydeden Kris Adams, “Bizim buraya 600 milyon dolarlık yatırım yapmamız, gelecek dönemde de yatırımların devam edeceği yolunda bir sinyal olarak algılanmalı. Benim aynı zamanda bir görevim daha var. Kendi yönetim kurulu üyelerini de bu yatırımlara inandırmam gerekiyor. Ama ben şahsen konuya oldukça hassasım ve burada uzun yıllar kalmak istiyorum” diyor.

Türkiye’nin yabancı yatırımcıya ihtiyacı var

Geleneksel bir endüstri olmasına karşılık yaptıkları işin teknoloji olduğunu belirten Kris Adams, “Mesela kıyıdan yapmamız gereken konteyner yüklemelerini 2 kilometre uzaktan kumandalı, klimalı ortamlarda yapıyoruz. Bu bize has bir çalışma. 62 metrelik bir kulemiz de limanda elimiz kolumuz” diye konuşuyor. Yine teknolojiyi daha kullanma adına solar enerji konusunda da çalışmalarının olduğunu dile getiren Kris Adams, “Dubai’de bu teknolojiyi kullanıyoruz. Limanlar yapıları gereği, antre depolarımız var. Güneş enerjisini her iş alanımızda kullanmak istiyoruz ve teknolojiyi olgunlaştırıyoruz” diyor.

Türkiye’nin yabancı doğrudan yatırımcılara ihtiyacı olduğunu ve bu konuda ellerinden geleni yapmaya gayret gösterdiklerini belirten Yarımca Limanı CEO’su Kris Adams, “Biz buraya geldiğimizde sayın Binali Yıldırım olsun, Cumhurbaşkanlığı Yatırım Ajansı olsun bize son derece destek verdiler. Bize gösterilen ilgiden memnunuz ve burada çok iyi işler çıkaracağımızı biliyoruz” şeklinde konuşuyor.

]]>
Gazete Birlik info@gazetebirlik.com
Tarım sanayisiz olmaz! https://www.analizgazetesi.com.tr/haber/tarim-sanayisiz-olmaz-902/

Sedat YILMAZ

Türkiye Gıda ve İçecek Sanayii Dernekleri Federasyonu (TGDF) Genel Sekreteri İlknur Menlik, tarımda sürdürülebilirliliğin sağlanması için toplumun tüm kesimlerinin bakış açısını yeniden gözden geçirmesi gerektiğini söyledi. Menlik, “Karar vericilerin güncel ihtiyaç analizine dayanmayan uygulamaları terk etmeden ve söz konusu sürecin merkezine gıda sanayicisini koymandan tarımda sürdürülebilirlikten bahsedilemez” dedi. Tarım ve hayvancılık konusunda Analiz’in sorularını cevaplayan TGDF Genel Sekreteri Menlik, et ve süt ürünleri üretiminin tarıma dayalı sanayi kolları arasında işletme başına en fazla istihdam sağlayan iş kolu olduğunu bildirdi. Ancak mevcut destekleme politikaları ve uygulamalarla sektörün ilerleme şansının fazla olmadığını belirtti.

Tarımsal üretimin her aşamasının sürdürülebilirlikle ilgili dikkat edilmesi gereken zorluklar ihtiva ettiğini belirten İlknur Menlik, tarım ve hayvancılık konusunda geniş bir perspektif çizdi. Gıda sanayinin tarladan sofraya 6 bakanlık tarafından regüle edilen sektör olduğunu vurgulayan Menlik, “Tarımsal üretimin her aşaması sürdürülebilirlikle ilgili dikkat edilmesi gereken zorluklar içermektedir.  Özellikle kırmızı et konusunda Türkiye’nin mera, yem, su ve ıslah konularında sıkıntıları var” dedi.

Dünyada riskler somutlaştıkça küresel büyümenin yavaşladığını ve özellikle durgunluğun Avrupa’da daha belirgin hale geldiğini belirten Menlik, “Belirsizlikler; güven, ticaret, yatırım ve istihdam tahminleri üzerinde etkisini gösteriyor. AB ticareti sert biçimde yavaşlarken, bu durum büyüme tahminlerinde de düşüşü getirdi” dedi.

tarim-1

Küresel ekonomi raydan çıkabilir

Çin, Avrupa ve finans pazarlarındaki kırılganlıkların küresel ekonomiyi raydan çıkarabileceğini ileri süren Menlik, “Çin’den gelen talepte beklenmedik bir yavașlama, küresel büyüme üzerinde ciddi bir olumsuz etki gösterebilir. Avrupa’daki yüksek politik belirsizlik yatırımları ve kredilerdeki büyümeyi yavaşlatabilir. Risk faktörlerinin birleşimi özellikle Euro Bölgesi’nde büyümeyi yavaşlatabilir. Finans piyasaları ve yükselen piyasa ekonomileri üzerindeki baskılar azalsa da kırılganlıklar sürüyor” uyarısında bulundu.

Merkez bankalarının durgunluğa karşı daha destekçi olması gerektiğini belirten Menlik, devletlerin de riskleri azaltma konusunda işbirliğine gitmesi gerektiğini söyledi. Politik belirsizliklerin giderilmesi için küresel anlamda ve Avrupa’da çok taraflı diyaloğa ihtiyaç olduğunu dile getiren Menlik, bundan böyle tüm ulusların bütçe uygulamaları ve yapısal reformlar konusunda ortak irade göstermesinin gerekliliğine vurgu yaptı. Menlik, küresel durgunluğun aşılması için gelecek dönemde faizlerin bugünden daha düşük kalacağını tahmin ettiklerini kaydetti.  

En fazla büyüyen Türkiye olacak

Türkiye’de de enflasyonun odağında gıda fiyatlarının olduğunu ve Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Teşkilatı FAO’nun 2018 – 2027 dönemli son raporunda gelecek dönemde tarımsal ürün fiyatlarının düşük seyredeceğine vurgu yaptı. Küresel korumacılık tehdidinin hâlâ devam ettiğini anlatan Menlik, global gıda güvencesi için tarım ürünleri ticaretinin önemini koruduğunu, dolayısıyla ticarette kolaylık sağlamaya yönelik politik ortamın yumuşaması gerektiğini dile getirdi.

Türkiye’nin içinde bulunduğu Doğu Avrupa ve Merkez Asya bölgesinde tarım ve balıkçılıkta 2027’ye kadar yüzde 14 büyüme beklediklerini, ülkenin kendine yeterlilik programları dahilinde sürü sayısı ve verimliliğin artacağı, et üretiminin büyüyeceğinin öngörüldüğünü belirtti. Türkiye’nin söz konusu 2027 yılına kadar yıllık ortalama yüzde 3,6 büyüme ile OECD ülkeleri arasında en hızlı büyüyen ülke konusunda yer alacağını da sözlerine ekledi.

Yine Dünya Kaynakları Enstitüsü raporuna göre 2050 yılında beslenebilmek için 3 makasın daraltılmasının gerekliliğine dikkat çeken Menlik, bunlardan ilkinin gıda makası, toprak makası ve diğerinin de sera makası olduğunu anlattı. Gıda makasındaki daralmanın 2050 yılına kadarki talebinin 2010 yılındaki bitkisel üretimin yüzde 56’sına karşılık geldiğini, yine tarımsal arazi ihtiyacının Hindistan’ın iki katı büyüklüğünde 593 milyon hektar artacağını söyleyen Menlik, iklim değişikliği sebebiyle küresel ısınmanın 2 derece ile sınırlayacak bir tarımsal karbondioksit emisyonu hedefinin yakalanması gereğini de dile getirdi.

Gıdada küresel çözüm önerileri

Gıda, toprak ve sera makaslarının ne anlama geldiğini açan İlknur Menlik, OECD, FAO ve Dünya Kaynakları Enstitüsü’nün global çözüm önerilerini şöyle sıraladı: 

“Gıda ve tarımsal ürünlere talepteki büyümeyi azaltmak. Tarım arazilerini genişletmeden gıda üretimini artırmak. Ormanları korumak; kaybedilmiş orman, savan ve turbalık alanları yeniden oluşturmak. Balık arzını artırmak üzere balıkçılığı ve su kültürünü geliştirmek. Tarımsal üretimden kaynaklanan sera gazı emisyonunu azaltmak…”

Global pencereden bakıldığında Türkiye’nin küresel çemberden ayırmanın mümkün olmadığını ifade eden İlknur Menlik, Türkiye’de kırsal nüfusun kentli nüfusun üzerindeyken 1980 yılında her iki nüfusun eşit hale geldiğini, devamında kentli nüfusun giderek artarak dengenin kent lehine büyüdüğünü kaydetti. Menlik 2007 yılında kentlerde yaşayan 49,7 milyon nüfusun 2018 itibariyle 75,7 milyona ulaştığını bu durumun da tarım ve hayvancılık alanında ciddi değişimler meydana getirdiğini, tarım ve hayvancılığın giderek daha büyük ölçekli ve profesyonel bir hale dönüştüğünü kaydetti.

tarim-2

Taşıma suyla değirmen dönmez

Türkiye’nin özellikle tarım ve hayvancılıkta genel olarak 3 ana dönemden geçtiğini ve son dönemin liberal ekonomiye geçişle birlikte sürecin oldukça farklılaştığını belirten Menlik, özellikle hayvansal ürünlerin destekleme kapsamından çıkarılması, üretim arz ve talebinin piyasa ekonomisi koşullarına bırakılmasının bugünkü fotoğrafı ortaya çıkardığını ifade etti.

1980 yılı sonrası hayvansal üretim yetersizliği ve enflasyon sebebiyle et fiyatlarının yükseldiğini dile getiren TGDF Genel Sekreteri İlknur Menlik, “Fiyatlardaki dalgalanmanın gıdada kısmi bir kıtlık ve spekülatif artışlar olarak kabul edildi. Çözüm olarak ithalat öngörüldü. Taşıma suyla değirmen dönmez” dedi.

“1980 yılı sonrası hayvansal üretim yetersizliği ve enflasyon nedeniyle et fiyatları yükselmiș kısmi bir kıtlık hali ve spekülatif artıșlar olarak kabul edilmiștir. Çözüm olarak ithalat öngörülmüștür. Bu dönemde hem üretici hem de sanayici için hayati önem tașıyan kredi ve finansman ihtiyacı yeterince karșılanamadı.  Söz konusu sanayici kredileri, toplam tarımsal krediler içerisindeki payı ortalama yüzde 10 civarında kaldı” diye konuştu.

10. planla gelen değişiklik

Avrupa Birliği programları paralelinde anaç hayvan, buzağı, süt primi, süt regülasyon, süt kalite pirim, gen kaynaklarının korunması için anaç hayvan, arı ve onaylı ișletme, yem bitkileri,  besi desteği ve besilik materyal destekleriyle sektörün canlandırılmaya çalışıldığını bildirdi. Hayvancılık konusunda döl kontrol projesi, suni tohumlama, soy kütüğü ve ön soy kütüğü programlarının da çalışmalarda etkili olduğunu dile getiren Menlik, suni tohumlama ile ıslah süreci hızlandırılmaya senkronizasyon programları ile buzağılama aralığı optimize edilmeye çalıșıldığını kaydetti.

Tarımda ithalata yönelme sürecinden itibaren enflasyonu etkileyen olumsuz gelişmelerin olduğunu anlatan İlknur Menlik, bu dönemde 10’uncu Kalkınma Planı’nın (2014-2018) devreye alındığını hatırlattı. Planının ana noktalarını da değinen Menlik, üretimde verimliliğin artırılması,  ithalata olan bağımlılığın azaltılması, kamu harcamalarının rasyonelleștirilmesi ve tarımda su kullanımının etkinleștirilmesinin yenilikçi üretim, istikrarlı yüksek büyüme hedefiyle paralel yürütülmeye çalışıldığını ifade etti.

İşletmelerde bütünlük sağlanmalı

IPARD kapsamında yüzde 65’lere varan hibe programları, DAP ve GAP projeleri kapsamında bulunan illerde ahır yapımına yüzde 30, damızlık hayvan ve alet-ekipman alımına yüzde 40 hibe desteğinin öne çıktığını dile getiren Menlik, “Toplumun yeterli ve dengeli beslenmesini esas alan, ileri teknolojiye dayalı, altyapı sorunlarını çözmüș, örgütlülüğü ve verimliliği yüksek, etkin ve talebe dayalı üretim yapısıyla uluslararası rekabet gücünü arttırmıș, doğal kaynakları sürdürülebilir kullanan bir tarım sektörünün olușturulması temel hedef olarak belirlendi” dedi.

Ana hedefin kırsal kalkınma olduğunu dile getiren İlknur Menlik, “Tarım ișletmelerinde bütünlüğün sağlanması, arazi parçalanmasının önüne geçilmesi ve iyi ișleyen tarım arazisi piyasasının tesis edilmesine yönelik hukuki ve kurumsal düzenlemelerin yapılması, hayvancılıkta etçi tip sığır ve koyun yetiștiriciliğinin geliștirilmesine ağırlık verilmesi, bölgesel programların uygulanmasına devam edilmesi, ișletme odaklı koruyucu veteriner hekimlik sistemi ile hayvan refahını içerecek șekilde sağlık politikasının hayata geçirilmesi, çayır ve mera alanlarının tespit, tahdit, tasnif ve ıslah çalıșmaları hızlandırılarak daha etkin ve verimli kullanılmasının sağlanması, yem bitkisi ihtiyacının üretim ve ürün çeșitliliğindeki artıșla karșılanması olmazsa olmaz” şeklinde konuştu.

tarim-3

Sanayici merkezde olmalı

OECD raporu çerçevesinde gıdada güvenin önemine değinen İlknur Menlik, sanayici olmadan tarım ve hayvancılıkta kalkınmadan bahsedilemeyeceğini kaydetti. Menlik, “Gıda güvencesine odaklanılmalı ve problemler bütüncül bir yaklașımla ele alınmalı. Büyükbaș hayvancılığındaki yapısal sorunlar uzun vadeli çözüm önerilerini içeren kapsamlı bir bakıș açısıyla yeniden ele alınmalı. Tarımdan perakende sektörüne kadar pek çok alana bakılmalı. Serbest ticaret anlașmaları tarım ve gıda özelinde gözden geçirilmeli.  Markalı süt ve șarküteri ürünleri ihracatı desteklenmeli. Ticaret borsaları ve üretici birliklerinin gelir/iș modelleri gözden geçirilmeli” dedi.

TGDF Genel Sekreteri İlknur Menlik açıklamalarının sonunda, “Mevcut destekleme politikaları ve uygulamaları güncel ihtiyaçları analiz etmeden, gerçeklere dayanmayan mekanizma odağında sanayicinin olmadığı anlayışıyla sürdüremeyiz. Her şeyin odağına sanayiciyi koymak zorundayız. Aylrıca küçükleri, aile işletmeciliğini koruyalım ama sanayiciyi mutlaka uygulamaya dahil etmeliyiz” ifadelerini kullandı.

Hayvancılıkta en büyük sorunumuz yem

Hayvancılık konusunda Türkiye’nin meraların azlığı, yem, su ve sağlık konusunun önemli bir yer tuttuğunu dile getiren İlknur Menlik, yemin hayvancılıktaki girdi masraflarındaki payının yüzde 40’lara ulaştığını ifade etti. Menlik Türkiye’de yılda 400 bin buzağının da uygunsuz şartlar sebebiyle öldüğünü hatırlattı.  Menlik, Türkiye’de kayıt dışı hayvancılığın da yüzde 30’ların üzerinde olduğunu ifade etti.

Yem konusunun hayvancılıkta olmazsa olmaz bir alan olduğunu Türkiye’de karma ve kaba yem sektörünün yüzde 50’ye yakınının ithalat ile karşılandığını hatırlatan İlknur Menlik, “Hayvanını kaliteli ve ucuz besleyemeyen toplumlar, insanını da kaliteli ve ucuz besleyemez” ifadelerini kullandı.

Üretimde sürdürülebilirliği sağlayacak maliyet ve ölçek odaklı bir anlayıșa ihtiyaç olduğunu belirten Menlik, “İyi bir gelișme gibi görünüyor ancak; sektör dıșından sığır yetiștiriciliği hakkında ciddi bir deneyimi olmayan yatırımcıların kamu destekleriyle kurdukları orta ve büyük kapasiteli ișletmelerin yașama ve bașarılı olma șansı pek yüksek görünmüyor. Yani hayvana sadece ahır yapmak yetmiyor. Çünkü o da insan gibi bir canlı” diye konuştu.

Kırsal kalkınmaya yatırım gerekiyor

Tarım ve hayvancılık politikalarının sanayiciyi, uygulamaların ise üreticiyi esas alması gerektiğini vurgulayan TGDF Genel Sekreteri İlknur Menlik, destekleme politikalarının “kalite” ve “verim” kavramından uzak olması, bakanlık içi ve bakanlıklar arası yetki karmașası, örgütsel yapılanmada dağınıklık ve farklı grupların hedef çatıșmaları, teșvik sisteminin “ölçek” ekonomisini esas almaması, mevcut kapasitenin yanına yeni kapasitelerin olușumunun önüne geçilmemesi gerektiğini söyledi.

Tarım ve hayvancılıkta ana hedefin kırsal kalkınma olduğunun hiçbir zaman unutulmaması gerektiğini dile getiren İlknur Menlik, OECD’nin Çevresel Performans İncelemeleri 2019 raporundan tespitleri gündeme taşıdı. Menlik, “Raporda şöyle diyor:  Havza bazlı üretimle hayvancılık sübvansiyonları arttırılmıș ve damızlık hayvan üreticileri, otlatma amacıyla mera kiralayabilir hale gelmiștir. Hayvancılığın teșvik edilmesinin, arazi kullanımı ile ilgili baskıların artmasına ve türlerin doğal yașam alanlarını kaybetmesine ve su eko-sistemlerinin tarım kaynaklı su akıntılarına maruz kalmasına neden olması muhtemeldir. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın canlı hayvan sayısını arttırma konusunda teșviklerde bulunması ve bunun sonucunda büyük bir miktarda metan olușması nedeniyle tarım kaynaklı emisyonların payı 2008 yılından bu yana artıș göstermektedir” şeklinde konuştu.

]]>
Gazete Birlik info@gazetebirlik.com
Gelen parayı kullanamadık https://www.analizgazetesi.com.tr/haber/gelen-parayi-kullanamadik-7841/

Röportaj: Sedat YILMAZ

Ekonomist Prof. Dr. Asaf Savaş Akat, Türkiye’de enflasyonda veya herhangi bir olumsuzluk karşısında yapısal reformların öne çıkarıldığını hatırlatarak, “Yapısal reformlar enflasyon ve kur sorununa çare olmaz. Söz konusu olumsuzlukları makro politikaları doğru yaparak çözebilirsiniz” dedi.

Ambalaj sektörünün 2023 yılı için 10 milyar dolar hedef verdiği Ambalaj Sanayicileri Derneği (ASD) her yıl düzenlediği geleneksel toplantısında Türkiye’nin önde gelen ekonomistleri Prof. Asaf Savaş Akat ve Prof. Taner Berksoy’u ağırladı. ASD Başkanı Zeki Sarıbekir’in Türkiye Cumhuriyeti’nin 100’üncü kuruluş yıldönümünde sektörlerini 30 milyar dolarlık bir pazar haline getireceklerini de müjdelediği toplantıda başta Prof. Asaf Savaş Akat ve Prof. Taner Berksoy ekonomik mes’elelere ışık tutan önerilerde bulundular.

Toplantıda sorularımızı cevaplayan Prof. Dr. Asaf Savaş Akat Türkiye’nin mevcut sorunların çıkabilecek güce sahip olduğunu ve bu konuda çözümlerin de bulunduğunu söyledi. Türk  milletinin içinde bulunduğu durumdan çok, geçmişi tartışmayı seven ancak konuyla ilgili bir şeyler yapma konusunda çok pratik olmayan bir millet olduğuna vurgu yapan Prof. Akat, Türkiye’nin krizleri aşmada geçmişte başarılı sınavlar verdiğini de kaydetti.

Ekonomi hakkında görüşler farklı

Dünya ve Türkiye ekonomisi ile ilgili geniş bir perspektif çizen Prof. Akat, “Ekonomi nasıl diye bir soru sorulduğunda, ben de onlara soruyorum… ‘Size tek kelime ile mi cevap vereyim, yoksa iki kelimeyle mi?’ diye. Eğer tek kelimeyle cevap istersen ekonomi ‘iyidir’… Ama iki kelimelik cevap istersen ‘iyi değildir’, derim. Evet ortada bir kriz var. Ama nefes alma payı da yok değil. Dünya küresel bir resesyona girer mi, herkes bunu tartışıyor” dedi.

Son dönemde dünya ticaret savaşlarının konuşulduğunu belirten Prof. Akat, işin sonunun karakolda bitme ihtimalinin yüksek olduğunu dile getirdi. ABD’nin son dönemde beklenmedik davranışlar sergilediğini, Çin’in ise buna kendi imkanlarıyla karşılık vermeye çalıştığını ve zaman zaman da sıcak savaşa dönebilecek hamlelerin gözlemlediğini de kaydetti.

Söz konusu durumun dünya için yeni bir dönemin başlangıcı olarak algılanabileceğini belirten Prof. Akat, “Çin bugün ABD de dahil tüm dünyaya mal satıyor. Bugün döviz rezervi açısından 3 trilyon dolarla ciddi bir gücü sahip ülke ama Çin’in sorunları da yok değil. 1,5 milyar nüfusun beslenmesi gerekiyor. Dolayısıyla dünyaya teknoloji, sanayi, tarım her alanda devasa firmalarla giriyorlar. Diğer gelişmiş ülkelerin nüfuslarına bakıyoruz. ABD 300 milyon, Almanya 80, İngiltere 60 milyon, Japonya 100 milyon… Toplasan Çin kadar etmiyor. Bunların hepsi birer milli devlet. Ama Çin, Hindistan birer milli devlet değil, birer kıta… Çin bize bile 25 milyar dolarlık mal satıyor, biz ise 2 milyarı geçemiyoruz. Aşağı yukarı tüm dünya böyle. ABD de Çin’e karşı yüksek dış açık veriyor. ABD/Çin ticari çatışmasının temel sebebi de bu” ifadelerini kullandı.akat-1

Türkiye için karamsar değilim

2008 yılındaki küresel krize kadar önceki yıllarda dünyadan Türkiye’ye yönelik yeterince mal talebi olduğunu hatırlatan Prof. Akat, ekonominin o yıllarda krizlere rağmen kendi ayarında yürüdüğüne işaret etti. Prof. Akat, “2008 küresel krizinden sonra ABD, dünyaya 4 trilyon dolar civarında para gönderdi. Krizin izleri silininceye kadar para transferleri devam etti. Dünyada para o kadar çoğaldı ki insanlar harcadılar, yatırım yaptılar, üretime geçtiler. 2008 küresel krizinin izlerini silmeye çalıştılar” dedi. İşte para bolluğu döneminde Çin’in döviz rezervlerini sağlamlaştırdığını, ülkeye giren paranın yatırım ve üretime döndüğünü dile getiren Prof. Asaf Savaş Akat, “Çinliler üretimi tercih etti. Maalesef Türkiye’de böyle bir irade ortaya çıkmadı. Biz parayı aldık yemeyi tercih ettik. Ekonomideki darlıkların sebebini, yok ondan oldu, bundan oldu demeye gerek yok. Sonuca bakalım” diye konuştu.

2011’e kadar devam eden ABD kaynaklı küresel para akınının giderek azaldığını anlatan Prof. Akat, “Bugüne baktığımızda dünyaya saçılan 4 trilyon doların ABD Merkez Bankası’nın (FED) faiz oyunlarıyla geri çekilmeye çalışıldığını görüyoruz. Yani küresel paradaki dolaşım zayıflıyor. Biz paranın bolluğu sırasında üretip satmadık, tükettik. Şimdi ortada para yok, dünyaya mal satmaya çalışıyoruz. Borç alan kesesinden yer ama bugün artık eskisi gibi borçlanma imkanı kalmadı” şeklinde konuştu.

Dünyada artık her şey değişiyor

2008 küresel krizi sonrası dağıtılan para konusunda bu para geri döner mi, dönmez mi diye kimsenin sormadığını, ancak bugün gelinen noktada borç verecek olanlar ‘Bu adam parayı geriye ödeyebilir mi?’ diye bakıyor. Para akını sebebiyle mesela bir ailenin 100 liralık gideri 120 liraya çıkmış… Şimdi bu alınan paraları geri ödeme zamanı. Şimdi 100 liralık kazancın 10 lirası borca gidecek. Bakınız, bu borç olayı 100’den 90’a düşmüyor. Alışkanlık haline gelen 120 liralık harcamanın 90 liraya düşmesi anlamına geliyor. Yani siz harcama alışkanlıklarınızı 30 lira aşağı indirmek zorunda kalıyorsunuz. Bu haldeyken borç veren insanlar size para vermek istemiyor. Borç almak, ülkeye finansman çekmek artık sıkıntılı. Şartlar değişti…” dedi.

Türkiye’nin 2008 yılı sonrası  itibariyle borçlanmaya başladığını ve bugün itibariyle hane halkı, özel sektör ve kamuya ait borçluluğun yüksek olduğuna değinen Prof. Asaf Savaş Akat, “Faizler yüksek, borçlanma maliyetleri artmış. Ülkeye de para lazım. İşte bundan sonra bizim için en iyi haber Avrupa’nın canlanması olacak. Yine bizim için en iyi haber ABD’nin dış ticaretini düşürme adına ülkelere koyduğu vergi. ABD bu defa Çin’den mal almayacak, belki de Türkiye’den alacak. Şimdi bizim yapacağımız iş bizden mal alan ülkelerin Türkiye’ye yönelik iştahını artırmak. Yoksak borç verecek adamların cebindeki fazla parayı beklememek lazım” diye konuştu.

ABD/Çin gerginliği Türkiye’yi etkiler mi?

akat-2Çin’in yaklaşık 15 yıldan bu yana üretim ağırlıklı ekonomisiyle cari fazlayı pekiştirdiğini, döviz rezervlerini artırdığını, başta ABD’ye olmak üzere dünyada birçok ülkeye karşı dış dengede üstünlük sağladığını ifade eden Prof. Asaf Savaş Akat, “Ticaret savaşlarının Türkiye’yi etkileyeceğini tahmin etmiyorum. Biz Çin’e 2-3 milyar dolarlık mal satıyoruz… Satsak ne olur, satmasak ne olur… 25 milyar dolarlık ithalata bakmak lazım. Diğer soru ise ‘Çin’e uygulanan ambargodan Avrupa etkilenirse…’ Türkiye kalite ve fiyatta ilgi çekici bir yerde. Mallarımız Alman malı kadar kalitesi yok ama Almanya’nın malından daha pahalı değil” ifadelerini kullandı.

Türkiye’de önemli bir now how biriktiğini, ancak ülkedeki enflasyon ile kurun mukayese edildiğinde enflasyonun kurdan daha fazla yükseldiğinin görülmesi gerektiğini belirten Prof. Akat, enflasyon konusunun bir ülke için önemine değindi. Kurun sağlıklı hale gelmesinde yabancı yatırımcının direkt etkisini dile getiren Prof. Akat, paranın daraldığı bir dönemde yabancı yatırımcının korkak olacağını, ancak Türkiye’nin bu konuda endişesinin olmaması gerektiğini, çünkü birçok Türk firması yabancı ortaklı, çok uluslu çalıştığını, çok uluslu Türk ortaklı şirketlerin Türkiye’de tutulması durumunda yeni doğrudan yatırımların kolayca gelebileceğini hatırlattı.

Dünyada her malın kendi hikayesini anlattığını, bundan sonra Türkiye’nin yeni hikayesinin de Türk ihracatçısının malı olması gerektiğine vurgu yapan Prof. Asaf Savaş Akat, “Bakınız Mercedes, BMW kendini nasıl anlatıyor. Güven sağlandığı takdirde, Türkiye de üretimini ve ihracatını artırır. Yani Türk ihraç malları kendi hikayesini dünyaya anlatabilirse ihracatın artışı paralelinde kur da dengeyi bulacak” dedi.

Makro politikalar doğru işletilirse sorun kalmaz

Yapısal reform hikayesini hiç ciddiye almadığını ifade eden Prof. Asaf Savaş Akat, “Hukuk, eğitim kötü deniyor. ABD’de eğitim, hukuk çok mu iyi. Yakın zamanda İngiltere ile Almanya büyük savaşlar vermişler. Almanya’nın dış fazlası var. Bunu yapısal reformlarla mı açıklayacağız. İşin özü makro denge. Yapısal falan değil” diye konuştu. Daralan ekonomiyle ilgili iş dünyasında iktisadi, hukuki ve eğitime yönelik reformların çokça konuşulduğuna dikkat çeken ekonomist Prof. Dr. Asaf Savaş Akat, yapısal reformların enflasyon ve kur sorununa çare olamayacağını, ekonomik sorunların ancak makro politikaların doğru işletilmesiyle çözülebileceğini söyledi.

Ekonomist Prof. Dr. Asaf Savaş Akat, Türkiye’de enflasyonda veya herhangi bir olumsuzluk karşısında yapısal reformların öne çıkarıldığını hatırlatarak, “Yapısal reformlar enflasyon ve kur sorununa çare olmaz. Söz konusu olumsuzlukları makro politikaları doğru yaparak çözebilirsiniz. Türkiye birkaç yıl hariç yüzde 10’un altında enflasyon görmedik. 1970 yılından bu yana 2018 yılına kadar ülkemizde ortalama enflasyon yüzde 40. Dünyada bunun eşi yok. Sadece 90’lı yılların enflasyonu her yıl yüzde 80. Ekonomisi Türkiye’den daha kötü ülkelerde bile enflasyon yok. Sorun yapısal değil makro politikaları yerinde ve doğru uygulayamamaktan geçiyor” dedi. Makro politikalar, sistemik riski azaltmak amacıyla finansal sektöre yönelik düzenlemeler bütününü ifade ediyor.

İktisatta doğrular değil, tercihler vardır

Prof. Asaf Savaş Akat, Türkiye’de hali hazırda bir belirsizliğin olduğunu, belirsizliklerin çözülmesi durumunda da birçok mes’elenin altından kalkılacağını söyledi. Prof. Akat, “Ben ne olmalı değil, ne olacak diye bakıyorum. Ne yaparlarsa doğrudur, derim. Onların ne yapacaklarını takip ederim. Onu analiz ederim. Şu anda ne yapılacağını da bilmiyorum. Ne yapacaklarını tahmin ediyorsun, dersen onu da bilemiyorum. Seçimden sonra Türkiye ne olur, onu da bilemiyorum. Ne yapacağımızı da bilmiyorum… Ne yapmak istediklerini de bilmiyorum” diye konuştu.

Prof. Akat, iktisat politikasının teknik olarak çok kolay olduğunu, hatta cari işlemler açığını bir günde çözme formülleri olduğunu, nitekim Türkiye’nin geçen yıl Ağustos öncesinden gelen 4-5 milyar dolarlık cari işlemler açığını Ağustos’un 7’sinde bir günde çözdüğünü söyledi.

İktisat ile siyasi konuların farklı alanlarda iş yaptığına değinen Prof. Akat şöyle konuştu:

“İşsizlik, batan firmalar, enflasyon… Bu bir tercih… Dış açık sorununu işsizlikle mi çözeceğiz? Yoksa hem işsizlik olmasın, hem dış açık olmasın, ama enflasyon olsun mu diyeceğiz? Yoksa şu kadar enflasyon olsun, işsizlik biraz artsın, dış açık da biraz düşsün… Ama ne kadar biraz… Bunlar siyasi konular. İktisat çok farklı. Kuru dayarsınız, ne dış açık kalır ne bir şey. Mesela dış ticaret açığımız 9 aydır rekor düşüyor. Ama büyüme sorunumuz var. Büyümeden vazgeçersiniz hasta ölür gider. Doğrusu ne diye düşünmemek lazım. İktisatta doğrular değil, tercihler vardır. Ne kadar enflasyon, ne kadar büyüme, ne kadar dış açık… Dış açığı düşürmenin bir bedeli, enflasyonun yükseltmesinin bedeli var. Büyümeyi hızlandırırsın enflasyon, büyümeyi yavaşlatırsın daralma olur.  Her biri hesap kitap mes’elesi…”

Dolarizasyonu halletmemiz biraz zor

Türkiye’de sabah akşam dövizin, kurun konuşulduğunu, hatta insanlar yatağa girmeden önce kur hareketlerini takip ettiğini ve gün boyu bu takibin sürdüğünü vurgulayan Prof. Akat, dolarizasyon konusunda da önemli açıklamalarda bulundu. Dolarizasyonun bir denge hikayesi olduğunu belirten Prof. Akat, Türkiye’de bir dolar aşkının olduğunu ve zaman zaman nüksettiğini söyledi. Prof. Akat, “Türkiye her şeyi bırakır dolar aşkını bırakmaz. Şimdi dolar aşkı yeniden canlandı. Daha ne kadar sürer bilinmez. Biliyorsunuz bir zaman dolardan feragat edenler olmuş ve TL’ye dönmüştü. Tabi zarar ettiler. Dolayısıyla dolarizasyonu halletmemiz biraz zor olacak. Enflasyonun düşük olması, gelir adaleti burada önemli konular. Ama dolar da yukarı yönlü gidince biliyorsunuz faizlerin yükseltilmesi olayı var. Burada ekonomiyi yönetenler cesur olmalı. TL’yi dolar ile yarışır hale getirmeden dolarizasyonunun önünü almak zor.

Prof. Asaf Savaş Akat, ‘S-400’ler mes’elesinin siyasi bir gelişme olduğu halde ekonominin içinde düşünülmeye başlandığına dair’ soruya da, “S-400 mes’elesi bildiğim konular değil. İlgi alanıma girmiyor. Büyük ülkelerle pazarlık yaparken dikkatli olmak lazım. Blöf mi yapıyorlar, başka şey mi yapıyorlar, bilemiyorum. Çok karmaşık bir durum. Bundan dolayı tedirginim. Ekonomiye etkisi olacağını sanmıyorum” değerlendirmesini yaptı.

]]>
Gazete Birlik info@gazetebirlik.com