Dolar $
32.42
%-0.32 -0.1
Euro €
34.96
%-0.34 -0.12
Sterlin £
40.51
%-0.75 -0.3
Çeyrek Altın
4092.28
%0.61 24.65
SON DAKİKA
Son Yazıları

Kanal İstanbul projesi neler söylüyor?

19 Nis 2021

Emekli amirallerin Montrö Anlaşmasına dair bildirileri ve bu konunun Kanal İstanbul'la bağlantılandırılması konuyu biraz riskli hale getiriyor.

Çok büyük ölçekli de olsa bir inşaat projesinin bu kadar politik içerik üretmesi şaşırtıcı olabilir. Ancak bizim dünyamız bu tür durumlara yapancı değil. Genellikle yapıların sembolik anlamları sebebiyle toplumsal yarıklar daha da açılıyor, basit projelermiş gibi görünen konular siyasi gerilimlere sebep olabiliyor. En yakın zamanda bunu Gezi Parkı’nda yeniden inşası gündeme gelen Topçu Kışlası meselesinde, ardından da yine aynı bölgede yıkılıp yeniden yapılan Atatürk Kültür Merkezi ve Taksim Camiinde gözlemledik. Sadece toplum değil, siyasetçiler de sembol yapılar üzerinden mesajlaşmayı seviyor.

Kanal İstanbul bu anlamda diğer inşaat kavgalarımızdan farklı. Kanalın sembolik anlamı üzerinden değil mali yükü, politik sonuçları ve bir miktar da çevre etkileri üzerinden ciddi tartışmalar sürüyor. Ucu Montrö’ye ve Türkiye’nin izlediği dış politikaya, oradan da dönüp darbe tartışmalarına bağlanan kısım en tehlikelisi. Öte yandan projenin yapım bedeli ve gelir modeli sebebiyle ekonomik boyutunu kurcalamak da iktidarın sinirini zıplatabiliyor. Bütün bunların ötesinde bu projenin en başından beri ele alınma şekli, Türkiye’nin hem demokratik geleneği hem de kalkınma modeli hakkında kıymetli bilgiler veriyor. Öyle ki Kanal İstanbul gündeme geldiğinden beri etrafındaki tartışmaları takip etmek Türkiye’nin ekonomisi ve siyaseti hakkında çok tatmin edici bulgular sağlayabilir.

Çatlasanız da, patlasanız da

Önce Türkiye’deki siyaset konuşma biçiminden ve ikliminden başlayalım. Kanal İstanbul meselesi on seneye yakın bir süredir gündemi işgal ediyor. Projeye ilişkin detaylar bu süreç içerisinde belirsizliğini korudu, hatta parametreler kanalın güzergâhından genişliğine kadar değişiklikler gösterdi. Bu zaman diliminde Kanal İstanbul’a ilişkin önemli çekinceler ortaya konuldu. Öncelikle maliyeti hala büyük ölçüde belirsiz bu projenin ekonomik rantabilitesine ilişkin çekinceler dile getirildi. İstanbul Boğazı gibi uluslararası bir su yolu varken gemilerin neden yüklü paralar vermek suretiyle Kanal İstanbul’u kullanacağı soruldu. Son beş yılda Boğaz’dan geçen gemi sayıları düşerken ve ciddi bir bekleme süresi söz konusu değilken kanalı kullanacak gemilerin neden alternatif güzergâhı kullanacağının açıklanması istendi. Verilen yanıt “E-5 bedava ama araçlar parayla TEM’i de kullanıyor” gibi on milyarlarca dolarlık projenin ciddiyetiyle bağdaşmayacak lakaytlıkta oldu. O kadar zahmete bile giremeyenler “siz zaten istemezükçüsünüz” deyip sıyrılıverdiler ve arkasından meşhur “çatlasanız da, patlasanız da yapacağız” efelenmeleri geldi. Oysa ben Kanal İstanbul’u savunuyor olsaydım ve böyle bir eleştiri ile gelinseydi, ortalama bir geminin Boğaz geçişinde bekleme süresini bulup, bunu o sürenin maliyetiyle çarpıp Kanal geçiş ücretiyle karşılaştırırdım. Böylece bu kadar teknik bir soruya edepsizlik etmeden cevap verilmiş olurdu. 

Bir diğer açıklama da projenin Yap-İşlet-Devret formülüyle yapılacağı için devletin kesesinden bir şey çıkmayacağı şeklinde oldu. Oysa hepimiz biliyoruz ki bu projeler kamunun yüklenici firmalara verdiği geçiş garantileri sebebiyle ağır yükler getirebiliyor. Osmangazi ve Yavuz Sultan Köprüleri, Avrasya Tüneli bu maliyetin nasıl ağırlaşabileceğinin elimizdeki örnekleri. Kamuya böylesine muazzam yükler getiren, ekonomik geri dönüşü son derece şüpheli bir projenin savunmasının kuru gürültüyle yapılması, aynı kutuplaştırma söylemlerinin devreye sokulması siyasi tartışma kültürümüz açısından düşündürücü.

Projenin bir diğer mesajı da kalkınma politikalarımız üzerinden. Türkiye önümüzdeki yıllarda on milyarlarca dolarlık kaynağını yine bir inşaat projesine dökmeyi tasarlıyor. Oysa dünyanın aklı başında ülkeleri kaynaklarını, insanlarını yetiştirmeye, teknolojiye ve gerekli altyapı projelerine ayırıyor. Yurt dışından edindiğimiz kaynaklarla inşaat yapmaktan başka bir oyun planımız yok gibi görünüyor. Oysa gençlerimizi geleceğe hazırlayacak, küresel ölçekte rekabet edebilmelerini sağlayacak başka seçeneklerimiz var. Ama tabii o seçenek bizi gittikçe dibe çeken rant ekonomisinin bir parçası olmadığı için tercih edilmeyecek. Çatlasak da patlasak da…


Yazarın Son Yazıları
Yazarın En Çok Okunan Yazıları