Dolar $
32.47
%0.27 0.08
Euro €
34.74
%0.3 0.1
Sterlin £
40.57
%0 0
Çeyrek Altın
4078.18
%0.56 22.61
SON DAKİKA
Son Yazıları

Muhteşem yalnızlığımızda son perde

14 Aðu 2020

Türkiye'nin nimet mi lanet mi olduğuna bir türlü karar verilemeyen bir coğrafi konumu var. Hiçbir zaman başımız beladan kurtulmuyor ama can sıkıntısı da çekmiyoruz. Bir gündem tam sönümlenmeden yeni bir maceraya sürükleniyoruz.

Adeta bir roller coaster’a binmişçesine her an bir kazaya uğrama korkusuyla çığlıklar atıp toparlıyoruz, sonra hemen başka bir düşüş, viraj geliyor. Uzun süre Fırat’ın doğusu, Afrin, İdlib, Kuzey Irak diye savaşın eşiğinde yaptığımız gezintilerden sonra bu kez de adrenalin Doğu Akdeniz yüzünden yükseliyor. Bu arada Suriye’de ve Kafkaslarda jeopolitik tehditler sona ermiş değil; bilakis İdlib başta olmak üzere ciddi gerginliklerle kaşı karşıyayız ama Akdeniz’de tansiyon öylesine yükseldi ki ister istemez dikkatimiz oraya yöneliyor.

Bu konu da daha önce bir yazı daha yazmıştım. O zamanlar bölgedeki çatışma potansiyeli görülebiliyordu fakat sadece ateşleyici kıvılcım ortada yoktu. O da tamam olduğuna göre, hem de böyle ekonomik türbülansın yüksek olduğu dönemde, yeni bir heyecan dalgasıyla karşı karşıyayız. Umalım da gerginlik bu seviyenin ötesine geçmesin, can sıkıcı hadiseler yaşanmasın.

Ege’den Doğu Akdeniz’e Yunanistan’la bitmeyen sorunlar

Atina’yla kıta sahanlığına ilişkin anlaşmazlıklarımız yeni değil. Ege Denizinde bilhassa seksenli yıllarda tırmanan gerginlik, doksanlarda Kardak krizi ile savaşın eşiğine gelmemize sebep olmuştu. ABD Başkanı Clinton’un da araya girmesiyle sorun dondurulmuş ama taraflar arasında bir nihai anlaşma sağlanamamıştı. Yunanistan, Türkiye’nin taraf olmadığı 1982 tarihli Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne dayanarak neredeyse bütün Ege’nin kaynakları üzerinde hak iddia ederken, Ankara bunun hakkaniyetli bir bölüşüm olmadığı, adaların kıta sahanlığı olamayacağı tezi üzerinde durmakta. Böylelikle Ege denizinin kaynaklarının taraflar arasında daha hakkaniyetli bir biçimde paylaşılmasını savunuyor.

Bu sorun böyle dondurulmuşken, Kıbrıs, İsrail ve Mısır açıklarında keşfedilen doğal gaz yatakları dikkatleri bu defa Doğu Akdeniz’e kaydırdı. Mevcut keşifler Ankara ve Atina arasında anlaşmazlığa sebep olamazdı ama aramaların devam etmesi haline tartışmalı bölgelerde karşı karşıya kalınabilirdi, nitekim öyle de oldu. Ege’de sorunu tetikleyen adalar meselesi, Türkiye’nin yanı başındaki Meis Adası yüzünden Doğu Akdeniz’e de taşındı. 

Bölgede bulunması muhtemel yer altı kaynaklarının ekonomik değeri ayrı bir tartışma konusu. Mevcut enerji piyasalarındaki dinamikler o bölgede doğal gaz bulunsa bile ekonomik olarak çıkarılmasının hemen mümkün olmayacağını gösteriyor. Yine de taraflar bölgedeki hak iddialarından geri adım atmıyor. Yunanistan Ege’de olduğu gibi Doğu Akdeniz’i de neredeyse tamamen Türkiye’ye kapatmaya çalışıyor. Buna karşı Türkiye Libya ile imzaladığı ve BM’de tescil ettirdiği yetki alanları anlaşması uyarında Girit’e kadar uzanan bölgede ekonomik kaynakların kullanımının kendisine ait olduğunu iddia ediyor. Ankara, bu anlaşmayı akdeden meşru hükümete karşı sürdürülen saldırılara da taraf oldu ve böylece mesele ta Libya’ya kadar sıçradı.

Tartışmalı sularda Oruç Reis gemisi araştırma faaliyetlerine başlama üzereyken Ankara, Merkel’in de araya girmesiyle, müzakerelere şans tanımak adına faaliyetlerini bir ay kadar durdurup beklemeye geçmişti. Bu jeste karşılık Yunanistan ve Mısır arasındaki deniz yetki paylaşımı anlaşması geldi ve Türkiye’nin sabrı taştı.  Bu kez bir gövde gösterisiyle Türkiye araştırma faaliyetlerine kaldığı yerden devam kararı aldı. Ancak Libya’da nasırına bastığımız Fransa fırsatı kaçırmadı ve Yunanistan’a destek vermeye karar verdi. Macron, twitter üzerinden Türkiye’yi eleştirdi ve AB üyesi Yunanistan’a omuz vermek üzere deniz kuvveti sevk edeceklerini söyledi.

Türkiye’nin çıkarlarını koruma kararlılığına söz söylemek mümkün değil. Ama neden bu kadar yalnız olduğumuz, neden Fransa’dan, İsrail’e, Mısır’a tüm bölge aktörlerinin karşımızda sıralandığı tartışılmalı. Doğru politikalar karşımızdaki cepheyi küçültüp, bizimle aynı doğrultuda hareket edecek ortaklar bulur, silahlı kuvvetlerin üzerine düşen yük azalır. Mevcut durumun diplomatik bir başarısızlık olduğu ve bir an önce yanımıza birilerini almamız gerektiği çok açık.


Yazarın Son Yazıları
Yazarın En Çok Okunan Yazıları