Dolar $
32.42
%-0.32 -0.1
Euro €
34.96
%-0.34 -0.12
Sterlin £
40.51
%-0.75 -0.3
Çeyrek Altın
4092.28
%0.61 24.65
SON DAKİKA
Son Yazıları

Rusya bizi biraz sever misin lütfen?

19 Eki 2020

Daha çok romantik ilişkilerde gözlenen, bir kişiye olan bağın rasyonel zeminden çıkıp saplantı haline getirilmesi durumunu sanırım uluslararası ilişkiler alanına taşımış bulunuyoruz.

Açayım: Konumuz Rusya. İki ülke ilişkilerinin başlamasından itibaren bir şekilde rekabet halinde olduğumuz kuzey komşumuz, on sekizinci yüzyılın ikinci yarısından beri en büyük baş belamız haline gelmişti. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ıslahat çabaları, büyük ölçüde askeri olarak bir türlü başa çıkamadığımız Moskof belasına bir çare bulmakla ilgiliydi. Üç defa İstanbul yakınlarına kadar inen Rus ordularını dengeleyebilmek için Batılı devletlerle yakınlaştık, Kırım harbinde görüleceği gibi onlarla omuz omuza savaştık, paraların çoğunu çarçur etmiş olsak da modern silahlar alıyoruz diye maliyemizi iflas ettirdik. Nihayetinde Birinci Dünya Savaşı’yla Osmanlı yıkıldı ama Çarlık da onunla beraber tükendi.

İşte tam da bu kâbus döneminde iki kadim düşman arasında dostluk ilişkileri kurulabildi.  Cumhuriyet’in bilhassa ilk yılları, Batılı emperyalist ülkeler tarafından tehdit edilen Türkiye ve Rusya’nın sırt sırta verip ayakta kalabildiği bir dönem oldu. İşte bu dönemdir ki memleketin Rusya romantiklerinin her fırsatta hasretle bahsedip, hep geri dönmek istedikleri bir devr-i saadet oldu. Heyhat, hayat geçiyor, aynı nehirde iki defa yıkanılamıyor. 

Türkiye daha Atatürk zamanında yüzünü Batılı müttefiklerine dönmeye başlamıştı. İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ile birlikte de Batı ittifakı içinde yerimizi alıp Moskova’yla olan kısa flörtümüze noktayı koyduk. Yarım yüzyıl boyunca Türk Silahlı Kuvvetleri için birinci risk faktörü bir Sovyet saldırısıydı ve bütün planlamalar bunun savuşturulmasına yönelik olarak yapılıyordu. Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sol siyasi akımlar Sovyetler Birliği’ne sempatisi olabileceği ve milli güvenliği tehlikeye atabilecekleri gerekçesiyle şüpheyle karşılanıyordu. Neyse ki bu saçma dönem de geride kaldı. Doksanlı yılarla beraber Türkiye ve Rusya iş birliği potansiyelini keşfetmeye başladı.

Bir o tarafa bir bu tarafa savrulan sarkaç

Turizm, ticaret, enerji ve hatta savunma sanayiinde Ankara ve Moskova karşılıklı olarak kazanç sağlanabilecek bir damar buldu. Bu konudaki gelişmeleri memnuniyetle karşılamamak mümkün değil. Ancak son yıllarda her iki ülke bunun da ötesinde dış politikada ortak hareket edilebilecek bir zemin arayışına girişti. Burada daha çok Ankara’nın böyle bir beklentisi olduğunu, Rusya’nın Türkiye’yi hiçbir zaman kendisine denk bir paydaş olarak görmediğini kayda geçireyim. Bu enteresan politika değişikliğinin arkasında ise Kürt meselesinde, bilhassa Suriye’de, ABD’nin ve bir ölçüde AB’nin bizim hassasiyetlerimize dikkat etmediği tespiti vardı. Irak’tan sonra Suriye’nin de toprak bütünlüğünü kaybetmesi ve bunun Batılı müttefiklerimiz eliyle yapılması Türkiye için bir beka sorununa yol açmaktaydı. Öyleyse ABD ile mücadelede bayrak taşıyan Moskova ile iş birliğine gidilebilirdi ve bu da yapıldı. Astana süreciyle birlikte sahada sonuçlar görülmeye başladı ama aynı zamanda bu mantık evliliğinin de sınırlarına hızla ulaşıldı.

Türkiye’nin Amerika ile Suriye’ye ve Kürt meselesine ilişkin fikir ayrılıkları, otomatik olarak Ruslarla aynı çizgide düşündüğü anlamına gelmiyordu. Bilakis Rusya, hiçbir zaman Kürt kartını elinden bırakmak istemedi, Ankara’nın baskısıyla Washington’un PYD’yi yüzüstü bırakması halinde boşluğu doldurmak üzere beklemede kaldı. Zira Moskova Türkiye ile yakalanan konjonktürün geçici olduğunu ve elinde ne kadar çok kozu olursa o kadar sözünü dinletebileceğini biliyordu. Zaten Fırat’ın batısına geçildiğinde, Türkiye ile Moskova müttefik konumlarını terk edip vekâleten savaş durumuna geliveriyordu. Ardından Libya krizi iki ülkenin dış politikada çıkar çatışmalarının başka bir dışavurumu oldu. Son olarak da Azerbaycan Ermenistan çatışmalarının tekrar başlaması bir diğer çekişme sahasını bir kez daha gözümüze soktu. 

Bunca rekabet alanına, iki ülke arasındaki bu kadar bakış açısı farklılığına rağmen hala Rusya ile stratejik ortaklık için zemin aranmasını söyleyenler var. Bu açıkça vakıayla, veriyle kavga etmek, gerçeklik duygusunu yitirmektir. Bu konuya devam edeceğim.


Yazarın Son Yazıları
Yazarın En Çok Okunan Yazıları