SON DAKİKA
Turizm Pazar 16 Ekim 2022 01:13

CAPRİ ADASI'NIN LİMON BAHÇELERİ

Hayatın eski hafifliğini ararken bu kez sizi geçen hafta gitmiş olduğumuz İtalya'nın güzel bir köşesine Tiren Denizi'ne bağlı Napoli Körfezi'ne götürmek istiyorum.

Capri Adası'nın limon bahçeleri

Deniz DİKMEN

Hepimiz dünya çapında günümüzde yaşanan ekonomik krizlerden, savaş çığırtkanlıklarından, nükleer tehditlerden, enerji problemlerinden ve pandemiden sıkılmış durumdayız. Ve belki de bu nedenle yaptığımız seyahat bize gerçekten ilaç gibi geldi. Her şeyden kopmak, her şeyi geride bırakmak ve sadece hayata, doğaya ve ailenize konsantre olabilmek ve yaşamak ne büyük bir özlem oldu.

Karşımızda Napoli Körfezi

Kampanya Bölgesi’nde Sorrento’da kalıyoruz. Burası yerleşim olarak muhteşem bir yer. Karşımızda Napoli Körfezi’ni, uzakta Napoli kentini ve ihtişamlı volkanik Vezüv Dağı’nı görüyoruz. Diğer tarafta Sorrentine Yarımadası’nın açıklarında Capri Adası bize göz kırpıyor. Buradan Amalfi kıyı şeridi başlayıp Positano ve Amalfi’den Salerno’ya kadar uzanıyor. İnanılmaz güzellikte bir coğrafya var. Dağlar, dik yamaçlar, yamaçlardan süzülen çiçekler, begonviller, devasa kaktüsler, zeytin, limon ve mandalina ağaçları ve kayalıkların dibinde pırıl pırıl azür mavisi bir deniz.

napoli-3

Merak uyandırıyor

Sabahın erken saatlerinde otelimizden çıkıp Sorrento Limanı’na iniyoruz. Burada Capri Adası’na olan biletleri günübirlik satıyorlar. Bizde biletlerimizi alıp koşa koşa hemen kalkacak olan teknemize yetişiyoruz. Aylardan Ekim ama hava öyle bir şerbet ki. Güneş sıcacık ama yakmıyor, hafif bir rüzgar yüzümüzü yalıyor. Sadece akşamları güneş yamaçların arkasında kaybolunca gerçekten biraz serin oluyor. Gezmek için ise hava mükemmel!

Ünlülerin yazlık mekanı

Bembeyaz köpüren dalgaların arasından teknemiz bizi yaklaşık 15 kilometre uzaklıkta olan Capri Adası’na götürüyor. Adayı gerçekten çok merak ediyorum.

Burası Roma İmparatorluğu döneminden bu yana her zaman çok özel ve şaşalı bir yazlık mekan olmuş. Roma İmparatoru Tiberius’a ait yazlık 12 villanın kalıntılarını, başta Villa Jovis olmak üzere, adada hala görebilirsiniz.

20’inci yüzyılda ise dünyanın jet seti burada yazlık dönemini geçirmiş. 1960 yıllarda Capri Adası Brigitte Bardot, Elizabeth Taylor, Jaqueline Onassis gibi ünlülerin yazlık mekanı olmuş.

Teknemizle adaya varıyoruz ve ‘büyük liman’ anlamına gelen ‘Marina Grande’ye yanaşıyoruz.

Rengarenk minik tekneler neşeli bir şekilde güneşin altında limanda sallanıp duruyor. Küçük dükkanlar, restoranlar, özellikle pizzacılar ve dondurmacılar bu sahil şeridini süslüyor. Buradan adanın her yerine ulaşmak mümkün. Ufak minibüsler, üstü açık şık taksiler, motosiklet ve bisikletler buradaki meydandan her yere kalkıyor. Capri Adası küçücük aslında, altı kilometre uzunluğu ve sadece iki kilometrelik bir eni var ama şanı dünyaya bedel.

Biz limandaki merkezden fünikülerle Capri’nin dik yamaçlarından yukarıya doğru çıkmaya karar veriyoruz. Fünikülerin camlarından deniz manzarasını izlerken gözümün önüne Homeros’un Odisea’sında anlattığı sirenler ve efsaneleri geliyor. 

napoli-1

Sirenler deniz kızına benziyor

Sirenler Yunan Mitolojisi’ne göre özellikle Sorrento ve Capri Adası’nın açıklarında yaşayan üst bedeni kadın ve alt bedeni kuş olan üç mitolojik figür. Çok ince sesleri ile bu kıyı şeridinden geçen denizcilerin aklını çeliyorlar ve rotalarından çıkarıp denizin dibine çekiyorlar. Sirenler bazen deniz kızlarına da benzetiliyor. Mitoloji bu coğrafyaya ne çok yakışıyor.

Kısa bir aradan sonra fünikülerden inip Capri’nin ana meydanına, harika La Piazzetta’ya varıyoruz.

Burası saat kulesi, kilisesi ve manzarası ile eşsiz bir lokasyon. Bu harika meydandan yürüyüşümüze başlıyoruz. Sağlı sollu lüks dünya markaların dükkanları yeni sezon ürünleri ile parlıyor.

İnsanlar çok zarif

Triportör gibi minicik taşıma araçları yeni gelen turistlerin valizlerini dar sokaklardan otellerine taşıyorlar Evler genelde tek veya en fazla iki katlı ve beyaz, kayısı rengi, sarı ve taba renginde. Her yeri çiçekler, sarmaşıklar, ekzotik ağaçlar öylesine estetik bir şekilde süslüyor ki olağanüstü bir ambiyans oluşuyor. Gördüğümüz herşey gözümüzü gönlümüzü okşuyor. İnsanlarda çok zarif.

Buradaki sokaklardan aşağıya doğru süzülüyoruz ve sonunda çok şık olan kafelerden birine oturup buraya has ‘Café Freddo’ yani soğuk kahve ve meşhur limonlu tart ısmarlıyoruz. Çok fazla Amerikalı ve İngiliz turist var ve hemen çok sıcak sohbetlere dalıyorlar. Huzur içinde, barış içinde beraber olmak ne güzel. Çarşının keyfini çıkardıktan sonra ise limon bahçelerin arasından adanın diğer tarafına yürüyerek devam ediyoruz. Daracık, virajlı sokaklar ve her yerde harika bahçeler var. Amacımız Gardini di Augusto’ya  yani Augustus Bahçeleri’ne varmak. 

Yolumuzun üstünde Capri Adası’nın meşhur parfümcüsü Carthusia’ya denk geliyoruz. Bu parfümün kokuları 1948 den bu yana Capri Adası’nın kokularını taşıyor yani ağırlıklı limon, bergamut, okaliptus, mandalina ve nane özüne dayanan esanslardan yapılıyor. 

napoli-2

Augustus Bahçeleri

Carthusia’yı geçtikten sonra ise meşhur Alman sanayiici Krupp Ailesi’ne ait arazide bulunan Augustus Bahçeleri’ne varıyoruz. Bu tepeye 20’inci yüzyılın başlarında Friederich Alfred Krupp botanik bahçesi olan muazzam bir yazlık konak yaptırıyor. Via Krupp olarak adlandırılan bir serpentine (yılan biçiminde) yol konaktan sahile doğru yamacın tepesinden Marina Piccola’ya yani küçük limana kadar uzanıyor. Bu yol zamanında Krupp Ailesi’nin konağı ile limanda yatan tekneleri arasındaki bağlantıyı sağlıyordu. Bu özel yürüyüş yolundan ayrıca buradaki kayalıkların içindeki bazı mağaralara girilebildiği ve Krupp Ailesi’nin çılgın partiler verdiği biliniyordu. 1902 senesinde ise bu özel partilerde yaşanan skandallar nedeniyle bu ünlü aile Capri’den ve hatta İtalya’dan ihraç edildi. 

Augustus Bahçeleri’nin bulunduğu tepe o kadar muazzam ki yüz metre yükseklikten adanın yaklaşık 180 derecelik açısını görebiliyorsunuz. Bir yandan botanik bahçesi ve Marina Piccola’nın türkuaz rengindeki suları ve çakıl taşlı sahili diğer tarafta ise Capri Adası’nın ikonik Faraglione Kayaları ve Solaro Tepesi görünüyor. Deniz lacivert renkte güneşin altında pırıl pırıl ışıldıyor. Her iki sahilde insanlar teknelerle demir atmış bu harika denizin keyfini çıkarıyorlar.

Manzara büyüleyici

Manzaralara ve doğanın renk cümbüşüne doyum olmuyor.

Merkeze dönüp buradan ufak dolmuşlara binip bu kez Marina Piccola’ya yani küçük limana iniyoruz. Yollar o kadar dar ki anlatamam. İki araç yolda yan yana çok zor geçiyor. Hem yollar çok dik hem çok dar. Burada sürücü durumunda olmamak mutluluk verici. Fakat buradaki sürücüler alışmışlar tabii ve her virajı kolaylıkla alıyorlar. Sanırım hayatımda iki aracın birbirine en yakın geçtiği mesafeyi burada gördüm. Herhalde iki aracın arasında 5 cm’lik bir mesafe bile yoktu ama birbirlerine çarpmadan biri yokuş aşağı diğeri yokuş yukarı yoluna devam edebildi. İnanılmazdı! Küçük Liman’a ise öğleden sonra varmış oluyoruz. Burası bana  60’lı ve 70’li yılların deniz kulüplerini hatırlatıyor. Herşey retro. Sarı, yeşil, portakal rengi ve lacivert beyaz çizgili şemsiyeler, kayalıklar, insanların bu minicik sahilde güneşlenmeleri, ufacık ama çok keyifli iki sahil restoranı – hepsi bana eski filmlerdeki sahneleri hatırlatıyor. Çok şirin. Denize giriyoruz, Paninilerimizi yiyoruz, Aperollerimizi içiyoruz. Hayat burada çok güzel. Bazı mekanların enerjisi çok yüksek olur ya insanın ömrüne ömür katar derler burası da öylesine güzel. 

Akşamüstü güneş yavaş yavaş yüksek kayalıkların ardından kayboluyor ve bir anda herkes eşyalarını toparlayıp minibüs ve taksilerin bulunduğu durağa koşuşturuyor. Günübirlik gezginler için neredeyse gün sona eriyor ve herkes adadan kalkan son vapuruna yetişmeye çalışıyor. Bu koşuşturma bile çok tatlı ve bana bizdeki Prens Adaları’ndaki vapura koşuşturmaları hatırlatıyor. 

Akşam vaktinde rüzgarın sesi ıslık gibi kulağımıza çalıyor. Mitolojideki deniz kızların veya sirenlerin ince sesi gibi sanki limandan teknemize binip o koca dalgaların arasından emniyetli bir şekilde karşı kıyıya Sorrento’ya ulaşıyoruz.

Adaya elbette doyamadık. Keşfedilecek daha çok yerler vardı. Aslında bir kaç gün adada kalmak ve adayı doyasıya yaşamak lazım.

Umarım siz de ilk fırsatta benim Capri’de huzur, neşe ve ilham bulduğum gibi güzel mekanlara ve hayallerinize kavuşursunuz ve dünyada barış ve huzur tekrar geri gelir.