ÇİKOLATA ŞEHRİM BRÜKSEL
Yavaş yavaş sonbahar ve hatta kış günleri yüzünü gösteriyor ve koskoca bir yılı bitirmemize sadece bir kaç hafta kaldı. Sonbaharda ağaçlar yapraklarını sarı, turuncu ve kızıla boyarken, rüzgâr uğultuyla eserken, soğuklardan kendimizi korumaya çalışırken insan içini ısıtacak güzel ortamlar arıyor.

Sıcacık güzel bir çay ya da hoş kokulu harika bir kahve, karanlık günleri aydınlatacak mum ışıkları, kekler, bisküviler, çikolatalar, bademler, fındık, fıstık, evinizde oturduğunuz koltuğunuzun üstünde sarınabileceğiniz sımsıcak bir örtü veya bir şömine, evinizde mis gibi portakal ve mandalina kokuları ve fonda çalan güzel bir müzik hayal edin. Bu duygular içinde hadi gelin bugün sizi çikolata şehirim Brüksel’ e götüreyim. Bir iş seyahatinden Fransa’nın Lille kentinden geliyorum ve hafta sonu 1-2 günlük boşluğum var. Ben de bu hafta sonunu Brüksel’de değerlendirmeye karar veriyorum. Sonbahar olduğu için hava güneşli ama biraz serin. Vaktimi en verimli şekilde kullanmak için eski kent merkezinde Grande Place yani Brüksel’in büyük meydanın hemen yanındaki bir otele yerleşiyorum.
Ertesi sabah erken saatte şehir turuma başlıyorum. Hemen otelimin karşısında harika bir pastahane var ve kendime yerel meyveli bir tartelet ve mis gibi bir kahve ısmarlayarak en güzel şekilde günüme başlıyorum. Kahvaltımın ardından rotam Grande Place... Çünkü turistler burayı akın akın doldurmadan meydanı yalın ve bakir haliyle görmek istiyorum. Güneş daha yeni yeni meydanı aydınlatıyor ve ısıtıyor. Bir bakıyorum ki benden başka sabahın bu erken saatinde meydanın başka misafirleri de var. Tahmin ettiniz belki de, kim mi? Japonlar! İçimi bir gülümseme sarıyor. Sabahın bu erken saatlerinde gıcır gıcır fotoğraf makinalarıyla fotoğraflar çekiyorlar. Beni görünce onlarda bana gülümsüyor ve birbirimizin fotoğrafını çekmeye karar veriyoruz. Ne güzel bir karşılaşma.

‘Grande Place’ veya ‘Grote Markt ‘ 110 metre uzunluğu ve 68 metre eni ile Avrupa’nın en büyük meydanlarından bir tanesi ve Brüksel ‘in kalbi durumunda. Bu meydanın kökeni 10’uncu yüzyıla dayanıyor ve “Grote Markt” aslında büyük pazar anlamına geliyor. Ortaçağ döneminde burada 3 ayrı pazar yeri kurulurmuş, et pazarı, ekmek pazarı ve bir giysi pazarı. Meydanın ortasında bir çeşme varmış. Burası bugünkü Brüksel kentin doğduğu ve gün geçtikçe büyüdüğü mekân. Meydanın çevresini saran binaların hepsi tarihi, çok hoş binalar örneğin 15inci yüzyıla ait Belediye Binası.
96 metre uzunluğundaki kulesi ve önünde bulunan devasa Aziz Mikael heykeli ile bugün meydanın ikonik yapılarından bir tanesi ve meydanın ilk idari binası. Zamanla zengin tüccarlar ve kasaplar derneği, fırıncılar derneği, denizciler derneği, marangozlar derneği, uncular derneği gibi birçok meslek örgütü meydanın etrafında binalar inşa etmiş. 16’ıncı yüzyılda ise meydan ne yazık ki üzücü sahnelere de tanık olmuş. Dönemin engizisyon mahkemelerin idam kararları bu meydanda uygulanırmış. Krala karşı söylemlerde bulunan veya farklı dini görüşte olanlar bu meydanda idam edilirmiş. Asırlar içinde meydan devrimlere, yangınlara, savaşlara tanıklık etmiş ve zaman zaman büyük zarar görmüş.

Bu Meydandan çok ünlüler de geçmiş. Örneğin yazar Victor Hugo gibi veya 1848 yılında Komünist hareketin ilk uluslararası toplantısı bu meydanda yapılmış ve Karl Marx’ın Komünist Manifestosu bu meydanda hayat bulmuş. 20inci yüzyılda ise, Birinci Dünya Savaşı’nda Belediye Binası hastahane olarak kullanılmış ve meydanda o dönem bu bölgeyi işgal eden Almanya’nın bayrağı dalgalanmış.
1958 senesine kadar meydan hep pazar yeri olarak kullanılmış. Günümüzde etrafındaki sokak isimleri o eski dönemlere atıfta bulunuyor. Örneğin Tereyağ Sokağı, Peynir sokağı, Kömür sokağı, Ringa balığı sokağı gibi isimler taşıyor. Meydanın önemli binalarından bir tanesi de 16’ıncı yüzyıla ait olan “Kings House” yani “Kralın Evi”. Burası aslen çok tarihi bir fırınmış ve bu nedenle bazen bugün dahi “Breadhouse” diye de adlandırılıyor. Günümüzde Grande Place kışın Noel kutlamaları ile şenleniyor, yazın ise çiçeklerden oluşan halı desenli eser bahçesiyle sükse yapıyor. 1998 senesinde Grande Place veya Grote Markt çok özel tarihi yapısı nedeniyle bir UNESCO Dünya Mirası kabul edildi.

Dünyaca çok sevilen Godiva, Neuhaus, Leonidas, Elizabeth, Galler, Pierre Marcolini, Mary, Corne Port Royal Chocolatier, La Rose de Damas gibi çikolata üreticilerin ve markalarında şık dükkanları sıra sıra bu meydanda ve çevresindeki sokaklarda yer alıyor ve dolayısı burayı çikolata sevenler için adeta bir cennete dönüştürüyor.
Belçika’da çikolatanın tarihi 17’inci yüzyıla dayanıyor. O dönem İspanyollar Güney Amerika’dan bugünkü Belçika’ya ilk defa kakao çekirdekleri getirirler. Kakao ’ya sahip olmak zenginliğin bir sembolü olduğu gibi özel misafirlere bu öğütülmüş kakao çekirdeklerinden sıcak çikolata ikram etmek bir ayrıcalık ve lükstü o dönem.

1697 senesinde Zürih Belediye Başkanı Henri Escher’in Grande Place‘ da ağırlanması ve sıcak çikolata ikram edilmesi ile birlikte Escher seyahatten kakao çekirdeklerini ve çikolata tarifini İsviçre’ye götürür ve çikolatanın İsviçre’ de dünya yolculuğu böyle başlar.
Belçika’da yumuşak kremalı yapısı ile çikolata bir sanat eseridir ve Brüksel drenajların , pralinlerin , truffle çikolatanın geliştirildiği ve çok farklı tatların keşfedildiği bir yer olur.
Öğleye kadar meydanın keyfini çıkarıyorum. 17’inci yüzyıldan kalma bu meslek örgütlerin ve tarihi binaların dış süslemelerini ve üstündeki yazıtları ve isimleri inceliyorum. Tesadüfen Belediye Binasında Rubens’e ait bir sergi var. Bunu da kaçırmak olmaz. Elbette hemen bu sergiyi de geziyorum ve Rubens’in tablolarına hayran kalıyorum. Güneşin altında Grande Place adeta parlıyor ve tarihi binalar masallardaki birer şeker eve benziyor. Grand Place ‘ın ne kadar zengin bir tarihe sahip olduğunu ve ne güzel korunmuş olduğunu düşünüyorum. Gün boyu tarihi kent merkezin sokaklarında kayboluyorum. Brüksel’in ikonik “Manneken Pis” heykelin önünden geçiyorum, şık at arabaları taş sokaklarda yabancı ziyaretçileri gezdiriyor. Ara sokaklarda ortaçağdan kalma gotik kiliseler, art noveau mimarisinde yapılmış fevkalade binalar, 18inci ve 19uncu yüzyıla ait neoklasik eserler karşıma çıkıyor. Hepsi ayrı bir değer. Brüksel’de çok güzel müze ve sanat galerilerine de denk gelirsiniz. Harika kafeler, birahaneler yol boyu size eşlik eder. Belçika ‘nın birası da çikolatası kadar ünlüdür. Ülkenin 120 çeşit yerel bira markası var. Biranın yanında da Belçika’nın kızartma patatesi de bir olmazsa olmazdır. Akşama kadar bu güzel kentin merkezini doyasıya geziyorum. Elbette Belçika’ya has kaymaklı ve böğürtlenli waffle tatlısını da tatmadan geçemiyorum. 21 inci yüzyılda II Dünya Savaşı’ndan sonra ise Brüksel artık Avrupa kıtasının önemli bir kentine dönüşüyor ve Avrupa Birliğinin, kurumlarının merkezi olduğu gibi NATO gibi birçok uluslararası kurumun da siyasi ve idari merkezi haline geliyor. Günümüzde NATO’ya bağlı birçok ulusa ait askeri ve sivil 4500 personel Brüksel’de ikamet ediyor.
Kentte 181 elçilik bulunuyor ve yaklaşık 2500 diplomat görev yapıyor. 300 e yakın global danışman şirket, 1400 STK ve onlarca uluslararası okul bulunuyor.
Böylece global diplomasinin ve siyasi konferansların kalbi önemli ölçüde artık Brüksel’de atıyor.
Bunun haricinde kent Eurocontrol kurumun merkezi. Burası Avrupa’nın hava sahasının güvenliğini sağlıyor. Bütün bu düşünceler aklımda bu soğuk kış gününde bu güzel tarihi kenti ve keyifli, insana mutluluk veren çeşit çeşit çikolatalarını hatırlıyorum.
Ola ki Avrupa’ya giderseniz ve yolunuz bu bölgeden geçerse Brüksel’ in kalbine uğramanızı ve sizin de Grande Place ve güzelliklerini keşfetmenizi dilerim