DELHİ: ALIŞILMIŞIN DIŞINDA
Bu hafta birlikte bambaşka bir diyara gidelim istiyorum. Kıta gibi bir ülkenin rengarenk, çok kaotik ve alışılmışın çok dışında olan başkentine; Delhi'ye

Deniz DİKMEN
Ne zaman Hindistan’a gitsem kendimi bir yandan bir masalın diğer yandan ise bir korku filmin içinde gibi hissederim.
Hindistan’ın en sıcak aylarından temmuz ayındayız. Akşam vakti İstanbul'dan geliyorum ve Hindistan’a iner inmez kentin sıcağı yüzüme vuruyor. Gündüz şu günlerde sıcaklık 47 -48 derece dolaylarında. Ertesi gün ise sabahın serinliğinde erkenden kenti gezmek ve değerli kültürel varlıklarını görmek için yollara dökülüyoruz.
Delhi günümüzde banliyöleri ile birlikte 30 milyon nüfusa sahip bir kent ve Hindistan’ın asırlardır siyasi ve kültürel kalbi ve başkenti.
Şehir aslında ikiye ayrılıyor. Kuzeyde eski ve tarihi Delhi, güneyde ise 1947 senesinden bu yana Britanyalı Hindistan’ın başkenti olan Yeni Delhi. Kent Ganges Nehri’nin bir kolu olan Yamuna Nehri’nin kenarında ve Himalaya Dağları’nın yaklaşık 160 km güneyinde konumlanıyor.
Efsanelere göre Delhi, ismini milattan önce bu bölgede yaşayan kral Raja Dilhu‘dan almış.
Burası Tokyo’dan sonra dünyanın en kalabalık başkentlerden bir tanesi ve 13üncü ile 19uncu yüzyılları arasında Güney Asya’nın iki büyük imparatorluğuna ev sahipliği yapmış bir kent; Delhi Sultanlığı'na ve Babür İmparatorluğu'na.
Diğer yandan Delhi altın üçgen dedikleri bölgede bulunuyor yani Tayland, Laos ve Myanmar’ a ait üç ülke sınırının kesiştiği bir yer burası ve ne yazık ki çok hoş olmayan bir konuda meşhur. Burası Afganistan ile birlikte dünya çapında en büyük uyuşturucu üretim merkezlerinden bir tanesi.
Otelden sabah yola koyulduğumuzda, kendimi başka bir çağın içinde buluyorum. Bozuk dar yollar, yerlerde akan pis sular, kartonlardan, çöp atıklardan kendine sokaklarda barakalar yapmış insanlar ve yaşam mahalleri, hasta ve engelli dilenciler, çocuklar. Ortama göre lüks sayılabilecek aracımızın sürekli önünü kesip, simsiyah güzel gözleriyle cama yaslanıp içeriye bakıyor, elleriyle cama tıklayıp, para veya yardım dileniyorlar. İmkan olsa aracın kapısını açıp içeriye girecekler. İnanılmaz bir taciz var ama insanlara kızmak mümkün değil çünkü çok büyük bir fakirliğe tanık oluyoruz.
Araç trafikten yolda ilerleyemiyor. Bir yandan rikshawlar, tutuklar, araçlar, bisikletler, yayalar, satıcılar ve tabii ki hayvanlar. En başta büyükbaş hayvanlar ya sokaklarda ağır ağır ilerliyor ya da sokağın ortasında oturduğu için ve hiç kimsede müdahale edemediği için araçlar hayvanın etrafından bir şekilde yoluna devam etmeye çalışıyor ya da hayvanın kalkmasını bekliyor. Bazı sokaklarda köşe başlarında şehrin içinde dolaşan ve insanlarla dalaşan maymunlar görüyorum ve gözlerime inanamıyorum.
Daha sonra burada yaşayan bir dostum gördüklerimi teyit ediyor. Lüks evlerin ve sitelerin etrafında yüksek tel örgüleri var. Bunlar kısmen hırsızlardan ama kısmen de ev halkını maymunlardan korumak içinmiş. Kapıyı çalıp veya açık pencereden içeri girip evlerin altını üstünü getirip buzdolabından yiyecek içecek çalıyorlarmış.
Tabii ki her yerde korna sesleri ve inanılmaz bir gürültü var. Sıcağın neminde yükselen bir sürü koku birbirine karışıyor. Her yerde hijyenden tamamen uzak açık hava dükkanlar…
Kızıl kumtaşından Hümayun Türbesi
Dikkatimi bir açık hava berber dükkanı çekiyor. Bir binanın duvarına asılmış paslı bir ayna, önünde Nuh Nebi’ den kalmış gene her yeri kir pas içinde bir koltuk ve elinde bir takım araç gereçler olan bir berber koltukta oturan bir müşterinin saçını sakalını kesiyor. Dükkanın önünden lağım suları akıyor. Resmen nefesim kesiliyor. İşin korku filmi kısmı bu, ama gelelim birde bu şehrin masalımsı tarafına.
Nihayet bütün bu trafikte yaşanan kargaşanın ardından Delhi’de ilk göreceğimiz güzel kültür miraslardan bir tanesine varıyoruz. Burası Delhi’ye has kızıl kumtaşından yapılmış meşhur Hümayun Türbesi. Burası 1565 yapımı dünyanın ilk bahçeli türbesi olarak biliniyor ve dönemin Babür İmparatoru Hümâyun Şah’ın ölümünden 9 yıl sonra, Babür İmparatorluğu’nun ikinci hükümdarı olan Hümayun’un eşi Bega Begüm’ün talimatıyla yapılmış. Yapının bahçesinden içeri giriyoruz ve burası o kadar sessiz, tertemiz ve huzurlu bir yer ki. Gerçekten bir cennet bahçesine gelmiş gibi hissediyorsunuz. Yemyeşil dev ağaçların dallarında sincaplar neşe ile oynuyor.
Bahçeden ana kapıdan içeriye girdiğimizde bu muhteşem Hint İslam sentezi olan Babür mimarisinde yapılmış şaheser türbeyi görüyoruz. Arklarıyla, geçitleriyle, süslemeleriyle olağanüstü güzellikte bir eser. Anıt mezarların üstünde Arapça yazıları görüyoruz. İnsanlar çocuklarıyla birlikte pazar gününü burada değerlendiriyor ve rengarenk yerel kıyafetleriyle çok hoş görüntüler veriyor.

Kızıl Kule eşsiz güzellikte
Bu türbe Timur Han‘ın Semerkant'taki türbesi örnek alınarak yapılmış ve daha sona Agra‘daki Taç Mahal yapıtına örnek ve dönemin en büyük kızıl kumtaşından yapılmış eseri olmuş.
1993 senesinde Hümayun Türbesi özel mimari yapısı nedeniyle UNESCO Dünya Mirası listesinde yer aldı.
Buranın keyfini çıkardıktan sonra Red Fort yani Kızıl Kale’ye gidiyoruz. Burası da gene o güzel kızıl kumtaşından yapılmış Delhi’nin ikonik simgelerinden bir tanesi. Kızıl Kale 1639 yılında yapılmış ve yaklaşık 200 yıl boyunca Babür imparatorların sarayı olarak hizmet vermiş. Rengi, eşsiz şapkalı kuleleri ve kale duvarları ile Delhi‘de eşsiz güzellikte bir tarihi eser. Burası da 2007 senesinde Unesco Dünya Mirası listesine kabul edilmiştir.
Bunun gibi Delhi‘de tarihi eser olarak 13’üncü yüzyıla ait 75 yılda tamamlanan Kutub Minar’ı, Birinci Dünya Savaşı’nda ölen askerlerin anısına yapılan 1921 yapımı India Gate yani Hint Kapısı’nı ,Gurudwara Bangla Sahib Hint Tapınağı’nı. Mahatma Ghandi’ ye adanmış Raj Ghat Anıtı’nı ziyaret edebilirsiniz. Raj Ghat Mahatma Ghandi ‘nin 1948 yılında bir suikaste kurban gittikten sonra Hint inancına göre bedenin yakıldığı ve cenaze törenin yapıldığı yerdir ve günümüzde Mahatma Ghandi’nin hatırına burda sonsuza dek yanan bir meşale bulunmaktadır.
Geçtiğiniz sokaklarda küçük mahalle tapınaklarına,tarihi çarşılara, Lodhi Colony Market gibi eski pazarlara, Dilli Haat gibi yerel açık hava el sanatı pazarlarına, Phool Mandi gibi renk cümbüşü çiçek pazarlarına, Delhi Stepwell gibi tarihi basamaklara denk gelebilirsiniz.
Bizler de yolumuzda ilerlerken bu kalabalık şehrin merkezinde bir lüks otelin önünde bir düğün için çok ihtişamlı süslenmiş bir file denk geliyoruz. Evlenecek çift fil ile birlikte poz veriyor.
Bu şehrin hangi karesine bakarsanız bakın her yerde sizi şaşırtacak bir şeyler ile karşılaşıyorsunuz ve fotoğraf kareleri, insan manzaraları hafızanıza kazınıyor.
Akşam vakti ise çok özel bir restorana yemeğe davetliyiz. Biraz Delhi’nin dışına çıkıyoruz ve akşam karanlığında güzel bir doğanın içinde, dev ağaçların altında, bir bahçede mumlarla süslenmiş bir masa bizi bekliyor. Hint mutfağı inanılmaz lezzetli ve çeşitleriyle meşhur.

Arka fonda hafif bir müzik çalıyor. Hindistan’ın o çok sıcak rüzgarı esiyor ve çevredeki o yerel ağaçların, çiçeklerin ve otların müthiş güzel kokusunu getiriyor beraberinde. Günün yorgunluğu ile bu meltem o kadar farklı ve güzel geliyor ki insana, anlatamam.
“Indian Summer ” yani Hint yazı dedikleri bu olsa gerek. Dünyanın hiçbir yerinde bu müthiş güzel duyguyu bir daha yaşamadım.
Ertesi gün ofisimize gidiyorum ve güzel bir karşılama töreni var. Ofisin giriş bölümünü sarı, turuncu ve bordo rengindeki çiçeklerle süslemişler.
Bir yandan mumlar yanıyor ve Shiva ve Parvati’nin oğlu olan fil tanrısı Ganesha ofisin girişinde aynı şekilde çiçeklerle süslenmiş bana bakıyor. Ganesha Hint inancına göre kozmik hafızanın ve bilgeliğin efendisi, başlangıçların tanrısı, engelleri ortadan kaldıran tanrı ve iyi şans tanrısıdır. Ofisin Müdürü iki kaşımın arasına kırmızı boya sürüyor. Bu kırmızı boya evli kadınları kötülükten korumak için sürülürmüş. Bu mistik seremoniler ve Hintli dostların sıcak gülüşleri eşliğinde rengarenk dünyalarına dalıyor ve birlikte işlerimize koyuluyoruz.
Hindistan’ın her köşesi sürprizlere gebe ve çok derin ve eski bir kültüre sahip ve bu nedenle Hindistan her daim gidip görmeye değer bir ülke hatta kıta benim için. Siz de bir gün giderseniz inanıyorum ki aynı duyguları yaşayacaksınız. Gidenler ise zaten bu duyguyu çok derinden hissetmiştir.