SON DAKİKA
Turizm Pazar 27 Temmuz 2025 02:21

MANDELA'NIN ADASI

Bu hafta sizi Afrika kıtasının en uç noktasındaki bir tarihi adaya, Robben Island Adası'na götürmek ve bu adanın önemli tarihçesinden bahsetmek istiyorum zira bazı lokasyonlara gitmeden oranın anlamını sadece okuyarak anlamanız mümkün değil. Robben İsland 'da kesinlikle öyle bir lokasyon

Mandela'nın Adası

Deniz DİKMEN

Gezmeyi ve yeni ülkeler tanımayı çok seviyoruz ama, bazen de o ülkeler sadece tatlı değil aynı zamanda acı yönleriyle de karşınıza çıkabiliyor.

Önemli olan ise, bu gördüklerinizden dersler çıkarmanız, öğrenimler edinmeniz.

Robben İsland Adası’da kesinlikle bende derin izler bırakan, hiç unutamadığım anlar yaşadığım ve çok şey öğrendiğim bir gezi olmuştu.

Bugün Afrika kıtasının en güzel kentlerinden biri olan Capetown şehrindeyiz.

Kent muazzam doğası, harika mimarisi, tatlı iklimi ve ambiyansı ile olağanüstü güzel bir destinasyon. Bugüne kadar Güney Afrika Cumhuriyeti’nin bu güzel kentine seyahat etmediyseniz mutlaka gidip görmenizi tavsiye ederim.

Capetown’un çok renkli, çok şık limanı Victoria & Alfred Waterfront’tayız ve Capetown’un tam karşısında bulunan Robben İsland Adası’na gitmek için yola koyulduk. Robben Island yani ‘Foklar Adası’ ismini burada yaşayan fok balıklarından alıyor.

Robben İsland Güney Atlantik’ te Capetown kentine 11 km uzaklıkta Table Körfezi’nde bulunan küçücük bir ada. Ada sadece 3,3 km uzunluğunda ve 2 km genişliğinde ve deniz seviyesinden sadece birkaç metre yükseklikte çorak bir lokasyon. 17’nci yüzyıldan 1996 yılına kadar burası bir hapishane olarak kullanılıyor.  

ada-3

Robben Island Museum

Limandan teknemize biniyoruz ve teknemiz bizi 1996 yılından bu yana bir müze olarak kullanılan, ismi “Robben Island Museum” olarak geçen bu tarih, gizem ve hüzün dolu adaya götürüyor.

Atlantik Okyanusun güçlü ve lacivert rengindeki dalgaları arasından adaya doğru ilerliyoruz. Teknemizden Afrika’nın anakarasına baktığımızda Capetown’un ikonik Masadağı’nın silüetini görüyoruz. Denizin güzelliğine burada kanmamak lazım. Bulunduğumuz deniz dünyada en azgın dalgalara ve akıntılara ve en vahşi deniz hayvanlarına sahip olan bir okyanus. 

Robben Island 17’nci yüzyıldan itibaren aslında bir Hollanda kolonisiydi ve ada hapishane olarak kullanılıyordu. Mahkumlar arasında dönem dönem köle gemilerinden kaçan liderler de vardı, Hint Okyanusu Adaları’nın kralları ve prensleri de bulunuyordu. 1806 yılında ise Robben İsland’da bir balina avcısı olan John Murray tarafından bir balina avlama istasyonu açıldı. 1819 yılında bir Afrikalı lider olan Makanda adada ömür boyu hapse mahkum oldu ancak adadan kaçarken bu okyanusun derinliklerinde boğuldu.

ada-4

Cüzzamlı hastaların kolonisi

1845 yılından itibaren ada cüzzamlı hastaların kolonisi oldu. 19’uncu yüzyılın sonunda adada neredeyse 600 cüzzam hastası yaşıyordu. İkinci Dünya Savaşı sırasında bu ada bir savunma hattı olarak kullanıldı ve buraya onlarca top yerleştirildi.

1948 yılında Güney Afrika Cumhuriyeti’ne beyazların Ulusal Partisi’nin hakim olması ile birlikte çok sıkı bir Apartheid politikası başladı. Apartheid kelimesinin sözel anlamı ayrışmadır. Bu politika ile Güney Afrika Cumhuriyeti’nde yaşayan Beyazlar ve Siyahlar arasında yasalarla ırksal bir ayrımcılığı savunan bir sistem hayata geçirildi.

Örneğin, siyahilerin eğitim alması, meslek edinmeleri ve ehliyet almaları yasaklandı. Siyahi vatandaşlar mülklerinden oldular. Evlerini terk ederek kentin dışına taşımak durumunda kaldılar. Her yerde çok etkin bir ırkçılık politikası hüküm sürüyordu. 1961 yılından itibaren Ulusal Parti’nin bu politikasına karşı çıkan siyahi muhalifler siyasi tutuklular olarak Robben Island’a gönderiliyordu ve böylelikle ada belki de en ünlü mahkumuna kavuştu, Nelson Mandela’ya.

O dönem hukuk eğitimi almış ve Mahatma Ghandi ile arkadaş olan Neson Mandela siyasi bir aktivistti ve Ulusal Parti’ye savaş açmış durumdaydı. Tek emeli ülkesini gerçek bir demokrasiye kavuşturmak ve Apartheid’i ortadan kaldırmaktı. Bu vesile ile Nelson Mandela ömrünü  27 yıl mahkumiyet altında yaşadı. Bu hapis yaşadığı yılların 18 yılını Robben İsland’da geçirmişti. 1994 yılında Nelson Mandela emellerine kavuştuğunda, Güney Afrika’nın ilk siyahi Cumhurbaşkanı olarak seçildi. Bu nedenle Robben İsland’da hapishane olarak kapatılmış ancak eski siyasi mahkumların rehberlik yaptığı bir müzeye dönüştürülmüştü.

ada-2

Rehber Mandela’nın arkadaşlarından biri

Teknemizden iniyoruz ve adaya ayak basar basmaz bizi eskiden Robben Island’da siyasi bir tutuklu ve Mandela’nın arkadaşlarından olan siyahi bir rehber karşılıyor. Çok samimi bir şekilde tutukluluk dönemindeki ada hayatını bize anlatmaya başlıyor. Hapishane binasını, Mandela’nın ve diğer tutukluların bulunduğu küçücük hücreleri, ve hapishanenin bahçesini geziyoruz. Mandela’nın hücresi o kadar küçük ki  ( 2.1 x2.7 m ), Mandela yazdığı anılarında hücresini 3 adımda gezebildiğini ve yere yattığında ayak uçlarının duvara değdiğini  anlatıyordu. Biz de gittiğimizde gördük hücre gerçekten bu kadar dar ve küçüktü.

Adanın arka kısmında ada mezarlığına ve mahkumların kızgın güneşin altında çalıştıkları Bluestone taşocaklarına gidiyoruz. Buradaki taşlar o kadar beyaz ve güneş o kadar parlak ki burada çalışırken kör olmamak mümkün değil. Mandela bu taş ocaklarında 13 yıl boyunca çalışmıştı ve kısmen de körlük yaşamıştı.

Mahkumlar aileleri tarafından ziyaret edilemiyordu. Adada sadece erkek güvenlik görevlileri bulunuyordu. Kadınların veya çocukların adaya getirilmesi yasaktı zira kadınların ve çocukların mahkumlar için bir umut kaynağı olduğu düşünülüyordu. Tüm zorlu koşullara rağmen Nelson Mandela şikayet etmiyor, umudunu yitirmiyor, adada her gün kitap okuyor ve okuma yazma bilmeyen mahkumlara dersler veriyordu. Bu nedenle Robben Island’a Nelson Üniversitesi lakabı da takılmıştı. Her şeye rağmen çok pozitif bir yaklaşım içindeydi ve bir gün emellerine kavuşacağına sonuna kadar inanıyordu. 

ada-1

Zorlukları anlattı

Rehberimiz saatlerce bizi adada gezdirip yaşadığı mahkumiyet ortamını ve adanın zorluklarını detaylı bir şekilde anlatıyor. Anlatımı o kadar canlı ki sanki bütün bu olayları daha dün yaşanmış gibi bize hissettiriyor. Bir yandan rehberimizi dinleyip bir yandan adayı çevreleyen azgın denizi izliyoruz. Capetown çok yakın gibi görünse de bir mahkumun buradan yüzerek kaçması imkansız.

Adanın faunası ve florası da çok özel zira neredeyse her yerde sadece Eukalyptus ağaçları yetişiyor, başka bitki yok. 18inci yüzyılda foklar ve penguenler yaşarmış adada. Ama, zamanla bu hayvanlar da yok olmuş. Ada tam anlamıyla hiç birşeyin yetişmediği, yeşermediği ve yaşamadığı çorak bir arazi. Hayata ve umuda dair bir kırıntı bile bulamayacağınız bir yer. İnsanlar bu şartlarda onlarca yıl nasıl hayatta kalabilmiş, insan hayret ediyor gerçekten.

Apartheid’in sona ermesi ile birlikte Robben Island bir müzeye dönüştürüldü. 1999 yılında Güney Afrika Cumhuriyeti’nin siyasi ve demokrasi tarihindeki yeri nedeniyle bir UNESCO dünya mirası olarak kabul edildi. Müze günümüzde adanın kültürel ve doğal yapısını koruyor ve bir zaman kendileri mahkum olan rehberleri ile adanın tarihini canlı tutuyor. Müze Mandela’nın barışçıl misyonunu devam ettirmeyi, siyasette eleştirel tartışmanın ne kadar önemli olduğunu anlatmaya ve dünya toplumlarını eğitmeye çalışıyor.

Rehberimize üç saat boyunca bize verdiği kıymetli bilgiler ve paylaştığı kişisel deneyimleri için çok teşekkür ediyoruz. İnsanın gördüklerinden ve işittiklerinden özellikle de yakın tarih olmasından dolayı etkilenmemesi mümkün değil. Rehberin anlattıkları kulaklarımda çınlıyor. Adanın küçük limanından hareketle feribotumuzla yavaş yavaş Capetown’a dönüyoruz. Medeniyete tekrar ulaşmak ne kadar güzel. V&A Waterfront’ta güzel bir restorana oturup günün yorgunluğunu çıkarıyoruz. Özgürlük, Demokrasi, Eşitlik gibi ilkelerin her toplum için ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlıyoruz.

Mandela özgürlüğüne kavuştuğunda hiç bir zaman çektiği bu acıların intikamını almak istemedi, tam tersi beyaz yöneticileri ve ailelerini başkanlık sarayında misafir etmişti. Zira intikam duygusunun Güney Afrika Cumhuriyeti’ne sulh ve özgürlük getirmeyeceğini biliyordu.

Bu nedenle ülkesini barışçıl yollarla geleceğe taşımayı tercih etmişti.

Eğer günün birinde Capetown’a gelecek olursanız mutlaka bir demokrasi anıtı olan bu adayı da ziyaret etmenizi ve tarihin derinliklerinde Mandela’nın izini sürmenizi tavsiye ederim.

ABONE OL