OKAVANGO DELTASI'NDA YÜRÜYÜŞ SAFARİSİ...
Afrika'yı çok sevdiğim biliniyor sanırım. Ancak, Afrika'nın tam kalbi sayılan Okavango Deltası hatıraları bugün bile beni çok ayrı heyecanlandırıyor ve mutlu ediyor.

Bu heyecanımı sizinle 2023 yılının gönlünüzce geçmesini dileyerek, yılın bu ilk günü sayfamda paylaşmak isterim. Umarım çok keyif alırsınız.
Aylardan Mayıs. Namibya'dan Caprivi Strip 'ten sınırı geçip Botsvana’ya giriş yaptık. Güneye, Okavango Deltası’na doğru yol alıyoruz. Hava mis gibi... Sabahları serin de olsa sıcaklık gün içinde 27-28 dereceye kadar yükseliyor.
Okavango Deltası’nı besleyen ana arter Angola ülkesinde doğan Okavango veya diğer adı ile Kubango Nehiri. Okavango Nehiri bu ara Nil Nehiri (6.650 km), Kongo Nehiri (4.700 km) ve Nijer Nehir'inden ( 4.180 km) sonra Afrika’nın en uzun dördüncü nehir sistemi.
Okavango Deltası ise çok özel bir doğa oluşumu çünkü burada 1600 kilometrelik Okavango Nehirin suları Kalahari Çölün ortasına kadar akıyor ve çölün içinde kaybolup dünyanın en büyük iç deltasını oluşturuyor.
Öğleden sonra nehir kenarında bulunan otelimize varıyoruz. Otelin önünde küçük bir iskele ve minik bir nehir teknesi bulunuyor. Yol yorgunuyuz. Binlerce kilometre yol geldik. Ama, her türlü yorgunluğa sonuna kadar değer. O kadar keyifliyiz ki. Afrika’nın, bu şahane kıtanın, güzelliklerine doyum olmuyor. Otelimizin resepsiyonuna girişimizi yaptıktan sonra geceyi geçireceğimiz çadırlara yerleşmek için nehir teknemize binip yola koyuluyoruz.

Ambiyans müthiş
Su çok sakin ve nehirin mavisi ile gökyüzün pembesi birbirine karışıyor. Büyülenmiş gibiyiz. Yanımdaki seyahat arkadaşım, tekne suyun üstünde süzülürken, elini suyun içine sokmuş serinlemeye çalışıyor. Burası bir nevi bataklıkta olduğu için yer yer su bulanık. Arkadaşımı uyarmaya çalışıyorum. Burası Afrika ve suyun dibinde neler olduğunu bilmiyoruz. Bu nedenle elini sudan çıkarması için uyarıyorum. İstemeyerek te olsa elini sudan çekiyor. Aradan bir beş dakika geçtikten sonra suyun içinde bir timsah beliriyor.

Nihayet geceyi geçireceğimiz çadırlarımıza ulaşıyoruz.
Çadır dediğimiz lüks bir otel odası aslında. Nehir kenarındaki bahçede birbirine uzak sadece 5-6 çadır var. 10-15 basamaklı ahşap bir merdivenden çıkarak kendi çadırımızın bulunduğu platforma çıkıyoruz. Çadırın önü nehir manzaralı harika bir teras.
Hâkî rengindeki çadırımızın kalın tentesi ağaçların arasında çok iyi kamufle oluyor. İçeri girdiğimizde ise geniş bir yatak odası ve arkada lüks bir banyo var. Çadırın girişi ise fermuarla kapanıyor.
Personelin özel uyarısı ise ne olursa olsun gece çadırın fermuarını açık bırakmayın ve fermuarı açmayın şeklinde!
Akşamüstü güneş batımında harika bir akşam yemeği yiyoruz. Gökyüzündeki renkleri tarif etmem imkansız. Pembenin, turuncunun ve sarının tonları, nehirin mavisi ile karışıyor ve olağanüstü bir renk cümbüşü oluşturuyor.
Yemekten sonra ise nehir kenarında harika bir kamp ateşi hazırlamışlar. Kamp sandalyelerimizde hafif bir Afrika müziği eşliğinde kahvelerimizi yudumlayarak ortamın (ara sıra ormandan hayvan sesleri geliyor) huzurunu ve güzelliğini yaşıyoruz. Gece ise otel personelinin güvenli eşliğinde çadırımıza geri dönüp dinlenmeye çekiliyoruz. Çadırın etrafından gece boyunca bir dizi sesler geliyor ama bizim için bu sesleri ayırt etmek güç.

Sabah kahvaltımızdan sonra yerel rehberimizle birlikte çadırlarımızın çevresinde bir yürüyüş yaptığımızda ise seslerin kime ait olduğunu öğreniyoruz.
Ben hep otel bahçesinde bir çeşit çit veya duvar olduğunu düşünmüştüm oysa etrafımız komple açıkmış. Çadırlarımıza çok yakın bir bölgede yürürken rehberimiz her yerde iz sürüyor. Ağaçlardan henüz beslenmiş bir filin ve bir iki su aygırın kumda ve çalıların arasında ayak izleri var. Biz yürüyüş yaparken bir Ceylan ağaçların arasından hızla zıplayıp geçiyor.
Gece duyduğumuz seslerin bir kısmı da maymunlara aitmiş. Çadırların yüksek bir platformda olmasının sebebi hem sezonda yükselen nehir sularından korunmak hemze bir nebze hayvanlarla aramıza bir mesafe koymak içinmiş. Meğer biz geceyi bu hayvanlar alemi ile iç içe geçirmişiz.
Yürüyüşümüzü tamamladıktan sonra esas günümüzün aktivitesine geçiyoruz. Çok heyecanlı olduğumu itiraf etmeliyim çünkü biraz macera yaşayacağız. 4x4 araçlarımıza binip bizi Okavango Nehirin kenarındaki bir köye götürüyorlar. Şu an ‘Dry season’ yani yağışsız sezondayız ve sular bir nebze kendini çekmiş durumda. Bu dönem hayvanları izlemek için iyi bir sezon çünkü flora da sıcaktan hafif kuruduğu için görüş mesafesi uzun. Koyu kahverengindeki Makrolarımız nehirde bizi bekliyor. Mokoro, Okavango ve Chobe Bölgesi’ne has bir çeşit kano ve genelde çok sert ve dayanıklı Abanoz veya Afrika’nın Kigelia ağacından yapılır. Mokoro dar ve ancak iki kişi binebiliyoruz. Kanonun arka bölümünde ise yerli bir kano sürücüsü ayakta durarak elindeki bir sırıkla kanoyu sürüyor. Makromuza yerleşip Okavango Nehir'inde inanılmaz güzel bir yolculuğa çıkıyoruz.
Suyun rengi lacivert ve sazlıkların arasında suyun dibindeki yoğun bitki örtüsünü görebiliyoruz. Nefesimizi tutmuş gidiyoruz. Kımıldamıyoruz bile çünkü en ufak bir hareket Makaronun denen kayığın dengesini bozup, sağa sola devrilmemize sebep olabilir.
Nehir boyu Afrika’nın harika kuş türlerini görüyoruz. Bir deniz kartalı uzakta nehire dalıp balık avlıyor. Okavango ’da senede bir kere Angola’da büyük sel olur ve bu yağmur suları 1500 metrelerden aşağıya doğru akıp Botsvana ‘daki bu deltaya kadar ulaşır ve sular yükselir.
Sular yükselince ise delta canlanmaya başlar ve hayvanların göçü başlar. Hayvanların biyolojik saati buradaki yağmur ve sel dönemine göre çalışır. Dünyanın tehdit altında olan bazı hayvan türleri bu deltada yaşıyor örneğin beyaz ve siyah gergedanlar, aslanlar, çitalar, Afrika’nın yaban köpeği.
Okavango Deltası 500 üzerinde kuş ,160 memeli, 155 sürüngen, 35 amfibi ve 1500 ağaç türüne ev sahipliği yapıyor. Deltanın ise en önemli üç türünden biri Afrika filleri. Dünyanın en büyük fil popülasyonu burada Botsvana’da yaşıyor. Fillerin sayesinde deltanın florası ve coğrafyası şekilleniyor zira ağaçlardan beslenerek ve ağaçları devirerek yollar açıp suyun akışını sağlıyor ve diğer türlerin bazı lokasyonlara ulaşımlarını kolaylaştırıyorlar.

İkinci önemli hayvan ise burada yaşayan karıncalar. Deltadaki küçük adacıkların yüzde yetmişi karıncaların yapmış olduğu minik höyük veya kulelerden meydana geliyor. Bu höyükler sayesinde su buradan akıp gitmediği gibi ağaçların büyüyebileceği bir zemin oluşturuyor. Bu küçücük karıncaların buradaki tüm ekosistemine hayati önemde çok fazla katkısı var.
Üçüncü önemli hayvan grubu ise su aygırları. Bu hayvanlar sayesinde nehirin içindeki su yolları açılır, temizlenir ve diri kalır. Aksi takdirde nehirdeki bitkiler aşırı büyür ve su kanallarını tıkar. Suyun akışı durur ve bölge kurumaya yüz tutar.
Suyun üstünde giderken tüm bu hayvanları aklımdan geçiriyorum .Burada çok fazla zebra , antilop ve mandalar da bulunuyor .Yarım saatlik bir nehir gezisinden sonra makrolarımızla bir yarımadaya yanaşıyoruz .Bu vahşi doğanın tam ortasındayız .Önce çalıların yanı başında kumanyalarımızı yiyoruz ve ardından ‘bush walk ‘ diye adlandırdıkları yürüyüş safarimize başlıyoruz .O kadar heyecanlıyım ki .Yanımızdaki yerel rehbere güvenmek durumundayız .Çalıların arasından önce önden bir ekip gidiyor .Hayvanların izlerini sürüyorlar .Ardından bizde onları takip ediyoruz .Mevsimden dolayı bitkiler kuru ve sarı ile kızıl bir renk almış.
Bulunduğumuz noktada bir iki saat evvel bir fil geçmiş. Ağaçları törpülemiş. Dışkısından rehber hayvanın ne yediğini ne zaman yediğini ve ne kadar uzaklıkta olabileceğini biliyor.
Açık arazide yürümeye başlıyoruz .Tek sıra halinde yürümemiz gerekiyor çünkü o zaman hayvanlar bizi bir tehdit olarak görmüyorlar fakat yan yana yürüdüğümüzde bizi büyük bir hayvan sanıp tehdit olarak algılıyorlar .İlerde yaklaşık 200 büyük Güney Afrika antiloplarından oluşan bir sürü otluyor ve biz de rehberimizin önderliğinde yavaşça ve sürüyü korkutmadan adım adım yaklaşmaya çalışıyoruz .Ara ara kokumuzu aldıklarında ise büyük bir daire biçiminde koşmaya başlıyorlar .Durduklarında biz gene çalıların arkasında saklanarak yaklaşmaya devam ediyoruz .Bu nasıl bir heyecan anlatamam .Sanırım 40-50 metre kadar antiloplara yakınız .Bir yandan ayağımızın altındaki otlar tenimizi yakıyor diğer yandan uzaktan yırtıcı hayvanların kükremesini ve fillerin sesini duyuyoruz.
Bu olağanüstü doğal yaşam alanı 2014 yılında Unesco Dünya Mirası listesine girdi.
Kalbim Afrika’da kaldı desem yalan olmaz. Bu unutulmaz sahneler ve duygular yüreğimde çok özel bir yer alıyor. Umarım bu çok önemli yaşam havzaları her zaman için özenle korunur. Eğer Afrika’yı ve oradaki doğal yaşam alanlarını benim gibi çok seviyorsanız mutlaka Okavango da çadırda kalıp Makrolarla deltaya açılmanızı gönülden tavsiye ederim. Bu güzel duygularla ise hepinizin yeni yılını kutlar, mutlu günlerin daim olmasını temenni ederim.