TUNA'NIN İNCİSİ BUDAPEŞTE...
Aylardan Aralık ve hava ayaz. Avrupa yavaş yavaş Noel Bayramı'na hazırlanıyor. Bir kaç gündür Avusturya'da Viyana'dayız, ortam çok keyifli. Buralara gelmişken günübirlik çevreyi de gezelim diye bir fikrimiz doğuyor

Deniz DİKMEN
Budapeşte Viyana’nın yaklaşık 250 kilometre doğusunda bulunuyor ve çok spontane Macaristan’ın başkenti Budapeşte’ye gitmeye karar veriyoruz. Hemen gereken organizasyonu yapıyoruz ve sabah saat altıda bu buz gibi havada kışın karanlığında Viyana’da Opera Binası’nın önünden bizi Budapeşte’ye götürecek otobüsümüze biniyoruz. Hadi gelin birlikte gezelim.
Otobüsün içi sıcacık ve dünyanın birçok yerinden gelmiş başka turistler de var. Yaklaşık iki buçuk saatlik bir yolculuktan sonra sabahın erken saatlerinde güneşli bir Budapeşte’ye varıyoruz.
Budapeşte, kuşkusuz konumu ve şehrin mimarisi ile Avrupa’nın en alımlı şehirlerinden bir tanesi. Aslında Tuna Nehrin iki ayrı yakasında bulunan ve 1849 yapımı “Széchenyi Zincir Köprüsü” ile birbirine bağlı olan Budin ve Peşte şehirlerin 1873 yılında birleşmesi ile bugünkü Budapeşte kenti ortaya çıkmıştır.

1526 ile 1686 yılları arasında hatta bu iki şehir Osmanlı hakimiyeti altında bulunmuştur ve o dönemde onlarca cami, medrese, mescit, hamam, kaplıca, han ve bedesten şehrin zenginliği olarak yapılmış ancak ne yazık ki bu eserlerden günümüze hiç biri kalmamıştır. 19uncu yüzyılda Budapeşte Viyana ile birlikte Avusturya – Macaristan İmparatorluğun ikinci başkenti olmuştur.
20 inci yüzyılda ise Budapeşte I ve II Dünya Savaşın etkisi altında kalmıştır. Budapeşte’de yaşayan yaklaşık 250.000 kişiden oluşan büyük bir Yahudi cemaati vardı ve Nazi döneminde bu cemaatin yüzde kırka yakını hayatını kaybetti. Dünyanın üçüncü büyük sinagogu ( 4000 kişi alıyor ) Budapeşte’de bulunuyor ve sinagogun yan bahçesinde Nazi Dönemi’nde hayatını vermiş iki bin kişinin mezarı bulunuyor.
1949 ile 1989 yılları arasında ise Macaristan komünist bir devlet haline gelip Doğu Blok’un “en mutlu” neferi olarak anılmaya başlanır. 1989 senesinde ise Doğu Blok’un yıkılması ile birlikte Macaristan Cumhuriyeti kurulur.

Biz ise otobüsümüzden iner inmez kentin Budin ya da diğer anılan ismi ile Buda kısmını gezmeye başlıyoruz.
Burası kentin aslında tarihi kalbi. Bir uçta Buda Tepesi’nde Budapeşte Sarayı bulunuyor ve günümüzde bir müzeye ve sanat galerilerine ev sahipliği yapıyor.
Diğer uçta Romanesk tarzında inşa edilmiş 1015 yapımı Aziz Matthias Kilisesi meydanda boy gösteriyor. Matthias Kilisesi Macar – Avusturya Kralı I Franz Josef ve eşi Kraliçe I Elizabeth namı-diğer Sissi’nin taç seremonisinin yapıldığı kilise. Asırlar içinde kilise zaman zaman hasar görmüş, hatta 1541 yılında Türklerin Buda’yı alması ile birlikte Sultan Süleyman tarafından bir camiye çevrilmiş fakat ilerleyen asırlarda tekrar eski haline getirilip bir kilise olarak restorasyon görmüş.
Kilisenin önünde ise yedi kuleli Budapeşte’nin İkonik yapılarından biri olan “Halaszbastya Balıkçılar Tabyası” bulunuyor. Burası Budapeşte’nin muhteşem bir seyir terası gibi. Tabyadan aşağıya bakınca olağanüstü güzellikteki Tuna Nehri’ni, yanı başında Budapeşte’nin diğer ünlü İkonik binası olan parlamento binasını görüyorum. 1902 yapımı olan bu yapıt dünyanın en büyük üçüncü parlamento binası ve arzu edenler bu muhteşem binayı bir rehber eşliğinde gezebiliyor.
Parlamento binasının önünden ise Szechenyi Zincir Köprüsü’ne doğru nehir boyu güzel bir yürüyüş yolu var. O yolu izleyerek nehir kenarında uzun yürüyüşler yapabilirsiniz.

Bu güzergahın üstünde zincirli köprüye gelmeden evvel, Tuna Nehrin Pest kıyısı tarafında 60 adet ayakkabı heykeli ile karşılaşacaksınız. Bu ayakkabılar Tuna Nehrin kenarındaki hazin bir olaya ithafen buraya dikilmiş.
1944-1945 yılları arasında yaklaşık 20.000 Musevi bu Tuna Nehri kıyılarında ayakkabılarını çıkartmaları konusunda zorlandıktan sonra yerel faşist bir parti tarafından kurşuna dizilmiştir ve bedenleri Tuna Nehirin içine düşmüştür. Bu ayakkabılar insanlara o günlerde burada yaşanan trajedileri hatırlatmaktadır.
Balıkçılar Tabyasında şehirin manzarasını izlerken bu kentin ne çok tarihi olay ve aynı zamanda acı ve hüzün yaşadığını ve bütün bunlara rağmen nasıl da güzelliğini koruduğunu düşünüyorum. Örneğin, Balıkçılar Tabyasının kendisi bile ne kadar masalımsı bir ambiyans yansıtıyor.
Doya doya Buda’nın sokaklarını ve semtlerini geziyoruz ve öğleden sonra Peşte’ye geçiyoruz.
Zincirli Köprü ’den Tuna Nehrinin üstünden Peşte ’deki Kahramanlar Meydanı’na ve City Park’a gidiyoruz. Sokaklar hep eski dönemden kalan evler, hepsi biraz tozlu. Her yerde Macar yazılar, eski dükkanlar ama diğer yandan yeni Macaristan’da kendini batı markaların dükkanları ile yavaş yavaş göstermeye başlamış. Kahramanlar Meydanı’nda yedi Macar reisin ve tüm ulusal liderlerin heykelleri var.

Parkın içinde ‘Vajdahunjad Kalesi’ni görüyoruz. Parkın iç kısımlarında meşhur Macar termallerinden biri olan Szechenyi Termal Hamamı bulunuyor. Kalenin yan Kısımında ise harika bir buz pistinde insanlar bu soğukta paten kayıyorlar.
Öylesine masalsı bir ambiyans var ki. Hava soğuk olsa da karşıdan güneş kendini gösteriyor ve insanların ısınabilmesi için yolda koca kazanların içinde sıcak şaraplar ve sıcak ulusal içecekler satılıyor. Buz pistin kenarında bulunan restorana girip bizde içimizi ısıtacak bir şeyler içiyoruz.
Gerek bu parkta gerek Budapeşte’nin dışında kalan Memento Parkı’nda komünist döneme ait şehirde bulunan önemli kırk eser unutulmak üzere bir kenara atılmışken, yeni heykeller çoktan şehirde kendi yerini almış.
Budapeşte’de ün salmış yeni bir müze ‘House of Terror’ da hem Nazi Dönemi’ne ait hem de Komünist Dönem’e ait bazı araç gereçler sergileniyor ve bu iki dönemin zulmünü anlatıyor.
Öğleden sonra ise Peşte’ de şehrin merkezine iniyoruz. Buradaki meydanı bembeyaz dekoratif eşyalarla süslenmiş devasa bir Noel ağacı süslüyor. Ağacın etrafında minik stantlarıyla bir Noel pazarı kurulmuş ve yerel bal, Noel hediyelikleri, Noel dekorasyonları, mumlar, yün kaşkoller ve bereler ve kurabiyeler satılıyor. Diğer yanda ise, büyük çadırların içinde Macar yemekleri satan restoranlar var. Çeşit çeşit lokal lezzetler bulunuyor.
Macar mutfağı çok leziz. Biz de kendimize birer Langos yani bir çeşit yerel peynirli pizza söylüyoruz. Tatlı olarak Kürtöskalacs, Macarların yöresel tatlısından tadıyoruz. Bu tatlının vanilyalısı, tarçınlısı, bademlisi, dondurmalısı ve kremalısı gibi birçok çeşidi var.
Akşam buradan tekrar Tuna‘nın nehir kıyısına dönüyoruz. Akşam vakti karanlık çökmüş fakat burada adı geçen tüm tarihi binalar ışıklandırılmış ve zincir köprüsünün de ışıkları bir gerdan gibi Tuna’yı süslüyor. Kentin bu görüntüsü de çok hoş.
Buralara gelirseniz ayrıca mutlaka 1875 yılında Kral Franz Joseph tarafından açılışı yapılan Budapeşte Devlet Opera Binası’nı görmenizi tavsiye ederim. Dünyanın en güzel opera binalarından biri olduğu söylenir.

1894 yılına ait New York Cafe’ye giderek bu tarihi güzelliğin içinde birer sıcak çikolata içmenizi, eski Musevi Mahallesi’nde Ruin Pubs ‘da bir akşam sefası yapmanızı ve eğer genelde Macar lezzetlerine meraklıysanız Central Hall Market ‘te onca Macar lezzeti görmenizi ve istediklerinizi tatmanızı önerebilirim.
Eğer Budapeşte’de konaklıyorsanız gece ve gündüz açık olan tarihi hamamlardan birine örneğin Gellert Baths ‘a gitmenizi ve yorgunluğunuzu bu hamamlardan birinde atmanızı tavsiye edebilirim zira Budapeşte’de 400 civarında şifalı kaynak bulunmakta ve Roma döneminden bu yana kullanılmakta.
Biz ise tekrar otobüsümüze binip zincirli köprüden geçip bu güzelim Şehre gece vakti veda ediyoruz. Buda’da Gellert Tepesi’nde Özgürlük Heykeli tüm ihtişamıyla görünüyor.
Bu heykel 1947 senesinde Macaristan’ı Nazi zulmünden kurtaran Sovyetler için buraya dikilmiş. Kadın heykelin elinde bir palmiye yaprağı var. 1989 senesinde ise bazı değişiklikler yapılarak Macaristan’ı Sovyetlerden kurtarıp demokrasi yolunda hayatını verenlere adanmış bir heykel haline dönüşmüş.
Harika bir Avrupa kentinde güzel bir gün geçirmiş olmanın hazzı ve mutluluğu ile gecenin bir vakti aklımızda ve ruhumuzda günün anıları ile tekrar Viyana’ya geri dönüyoruz.