TÜRKİYE'NİN YAPAY ZEKâ İMTİHANİ
Yapay zekâ iş gücünden eğitime, ekonomiden etik tartışmalara kadar hayatın her alanını dönüştürüyor. Türkiye'nin önünde kritik soru ise şu: Bu dönüşümde izleyici mi olacak, yoksa yön veren aktör mü?

Prof. Dr. Halil Nalçaoğlu, Analiz için Türkiye’nin yapay zeka ile ilgili yolculuğunu kaleme aldı. Sanayi Devrimi’ne benzetilen yapay zekâ çağında toplum köklü bir değişimden geçiyor. Türkiye için belirleyici olan, bu dalgayı fırsata çevirip çeviremeyeceği.
Yapay zekâ yalnızca yeni bir teknoloji değil, aynı zamanda toplumsal bir yol ayrımı. Türkiye’nin bu süreçte izleyeceği strateji, gelecekteki konumunu belirleyecek.
Toplumsal dokudan veri güvenliğine yapay zekâ
Yemek odanızdaki İran halısının üzerine bir şişe mürekkep dökülürse, halı dışsal bir etkiyle farklılaşır ama yine de aynı halıdır. Oysa halıyı dokurken kullanılan iplikler, desenler ve dokuma tekniği değiştirilirse ortaya çıkan artık bildiğiniz İran halısı değildir. Yapay zekânın toplumsal hayata etkisini ben böyle görüyorum. Eğer “toplum” dediğimiz şey, örgütlü veya örgütsüz (kendiliğinden) insan etkileşimlerinden doğan örüntülerin, yapıların, ve bilumum soyut/düşünsel varlıkların toplamı ise bu etkileşimlerin doğası toplumun doğasını belirleyen kök nedenler olacaktır. Son on beş yirmi yıldır ortaya konan düşüncelere baktığımızda, yapay zekânın dönüştürücü etkisinin kapsamı konusunda yalnız olmadığım açıkça görülüyor.
Yapay zekâ üzerine düşünen ve yazan pek çok sosyal bilimci ve felsefeci, içinde bulunduğumuz dönüşümü Sanayi Devrimi ile kıyaslıyor. On yıl kadar önce yapılan yayınlara bakalım. Dünya Ekonomik Forumu kurucusu ve İcra Krulu Başkanı Klaus Schwab Dördüncü Sanayi Devrimi (2016) kitabında yapay zekâyı, biyoteknoloji ve nesnelerin internetiyle birlikte yeni bir devrimsel dalganın kalbine yerleştirirken; Harvard öğretim üyesi Shoshana Zuboff Gözetim Kapitalizmi Çağı (2019) çalışmasında bu dönüşümün ekonomik ve toplumsal ilişkileri yeniden biçimlendirdiğini vurguluyor. Oxford Üniversitesi’nden Luciano Floridi ise The Fourth Revolution: How the Infosphere is Reshaping Human Reality (2014) kitabında yapay zekâyı insanın kendi gerçekliğini yeniden kurgulama girişimlerinin bir parçası olarak görüyor.
Bugün gelinen noktada tartışmalar Yapay Genel Zekâ (AGI) kavramı etrafında yoğunlaşıyor. DeepMind’ın kurucusu Demis Hassabis, Time dergisine verdiği bir söyleşide (Kasım 2022) AGI’nin on yıl içinde gerçekleşebileceğini ve bunun insanlığın sağlık ve iklim gibi küresel sorunlarla mücadelede devrimsel bir fırsat yaratabileceğini savunuyor. Öte yandan Google Brain’in kurucularından Andrew Ng, AGI etrafında oluşan heyecanın abartılı olduğunu, asıl odaklanmamız gerekenin mevcut yapay zekâ araçlarının somut toplumsal faydaları olduğunu hatırlatıyor. Margaret Mitchell ise Financial Times’taki yazısında AGI’nin çoğu zaman bilimsel berraklıktan uzak biçimde kullanıldığını vurguluyor. Bu karşıt görüşler, yapay zekâ tartışmalarının yalnızca teknik bir mesele olmadığını, aynı zamanda ekonomik, etik ve toplumsal boyutlarıyla geleceğimizi şekillendirdiğini gösteriyor.
Endüstri Devrimi yıllarına geri dönsek, modern toplumların bugün aldığı biçimi öngörmemiz herhalde mümkün olmazdı. Aynı şekilde, yapay zekâyı dönüştürücü bir güç olarak ele alırsak, on ya da yirmi yıl sonra nasıl bir dünyayı deneyimleyeceğimizi net biçimde öngörmek de ancak bir tür kehanet olur. Öte yandan bazı kaba öngörüler yapmak için yeteri kadar bilgi ve deneyim biriktirdik diye düşünüyorum. Bu birikim ışığında öne çıkan başlıklara hızlıca göz atalım.
İnsan-yapay zekâ ortaklığı
Yapay zekânın öncelikle iş gücü ve emek mimarisinde ciddi bir dönüşüm yaratacağını söyleyebiliriz. Bu kapsamda gerçekleşeceğini öngördüğümüz bazı dönüşümlerin ilk adımlarını zaten yaşıyoruz. Otomasyon ve üretken yapay zekâ araçları sayesinde rutin görevler giderek makinelere devrediliyor. Ancak bunu yalnızca bazı mesleklerin yok olacağı karamsarlığıyla görmek eksik olur. Asıl önemli olan, toplumun temel etkinliği olan iletişimin yeni bir katman kazanması: İnsan-yapay zekâ ortaklığı. Bu yeni etkileşim biçiminin üretim ve hizmetleri nasıl dönüştüreceğini şimdiden kesin olarak öngörmek zor. Yine de bazı şeyler net: Verimlilik artışı kaçınılmaz görünüyor. Sağlık ve eğitimde daha kişiselleştirilmiş hizmetler, kent yönetimlerinde yeni bilgi ve enformasyon rejimleri, yaratıcı endüstrilerde ise farklı üretim biçimleri ve yaratıcılık kipleri gelişecek.
Rekabet meselesi
Bütün bunların kendiliğinden olacağını ve herkesin kucağına düşeceğini elbette düşünmüyorum. Türkiye gibi ülkelerin bu dönüşümlerde dünya ile rekabet edebilir bir konuma ulaşabilmesi için atılması gereken somut adımlar var. Bu adımların hayata geçirilebilmesi için güçlü siyasî irade, ekonomik teşvikler, rasyonel planlama ve etkili iş birlikleri gerekiyor. Öncelikli olarak güçlü bir ulusal ağ altyapısı öne çıkıyor; hesaplama kapasitesinin rekabet edebilir seviyeye ulaşması ve bunun finansal olarak desteklenmesi şart. Çünkü günün sonunda ‘hesaplama gücü’, finansal güçle doğrudan ilişkili bir kavram. Uluslararası rekabette ayakta kalabilmek için içerde adil ve şeffaf ulusal rekabet koşullarının yerleşmesi de kritik. Bu, açık veri politikaları, ulusal olarak kabul edilmiş standartlar ve düzenlemelere bağlı olarak mümkün.
Etik sorunlar
Yapay zekânın kamusal yüzü genellikle etik tartışmalar üzerinden görünür oluyor; bu da çok doğal. İnsanlar teknik ayrıntılardan çok, örneğin bir ‘chat bot arkadaş’ın rehberliğinde intihara sürüklenen bireyleri ya da ödevini yapay zekâya yaptıran öğrencinin etik ihlalini konuşuyor. Oysa yapay zekâ etiği, medyanın popülerleştirdiği tekil olaylarla sınırlı görülmemeli. Etik sorgulamanın teknik boyutları da var. Özellikle de ‘büyük dil modelleri’nin hangi verilerle eğitildiği meselesi. Herkesin bildiği ama dillendirmediği sırrı açık edelim: Bu veriler, internet sayesinde insanlığın biriktirdiği tüm dijital içeriklerdir. Kulağa gerçeküstü geliyor ama doğru.
Bugün üretken yapay zekâ araçlarının devasa veri merkezlerine dünyadaki bütün verileri ‘indirdiği’ ve dinamik olarak indirmeye devam ettiği konuşuluyor. Bu durum insanlığın etik anlamda nasıl bir noktada olduğunu da düşündürüyor. Doğrusu benim cevabım çok parlak bir yerde olmadığımız yolunda. Irkçılık, ayrımcılık, soykırım, cinsiyet eşitsizliği, sınıfsal ayrışma, etnik ve dinsel fay hatları, türcülük, otoriter rejimler… Liste uzayıp gidiyor. Yapay zekâ, insanlığın yarattığı bütün güzellikleri, yaratıcı enerjiyi, dayanışmayı, refahı, kalkınmayı ve bilimsel bilgiyi ‘indirirken,’ aynı zamanda bütün bu olumsuzlukları da içine çekiyor. Ortaya çıkan ‘yapay zekâ aklı’ işte bu devasa dijital malzemenin harmanlandığı bir insanlık çorbası. İştah açıcı olup olmadığına karar vermek ise bize kalıyor.
Yapay zekâ ve eğitim
Öğrencilerin yapay zekâ araçlarıyla ödev yazmasından söz ettim ve bunun aslında tâli bir sorun olduğunu ima ettim. Neredeyse kırk yıla yaklaşan eğitimcilik hayatımda, öğrencilik yıllarımı da eklersek yarım yüzyıla yakın bir sürede, öğrencilerin kopya çekmediği ya da intihal yapmadığı bir dönem hatırlamıyorum. Demek ki sorun yapay zekâda değil, çok daha köklü bir yerde aranmalı. Bu yazının konusu dışında kaldığı için intihal meselesine girmeyeceğim. Fakat yapay zekânın açtığı daha büyük mesele, akademik üretim sürecinde bin yıldır geliştirilmiş, kimi açılardan problemli olsa da çok değerli olan ‘akıl yürütme’ işini makinelere devretmeye başlamamızdır. Oysa biz Aydınlanma’nın dayattığı ‘Batı aklını’ sorgulamayı çok seviyorduk! Bugünse bu özgül akıl, geri döndürülemez biçimde bilgi üretme ve hakikat arayışının sorgulanamaz parçası hâline geldi. İşte sorun tam da burada.
‘Aydınlanma aklı’ dediğim şey, belirli tarihsel ve coğrafî koşullarda şekillenen Kartezyen öznenin, evrenin mutlak efendisi ve çözümleyicisi olarak kurgulanmasıdır. Bu akıl, kendi kuruluş sürecini görünmez kılmış, kutsamış ve sorgulanamaz ilan etmiştir. Böylece bu tarihsel serüvenin ‘ötekileri’ hep dışarıda kalmış, aklın evinde hiçbir zaman efendi olamamıştır. Benim derdim, eleştirel düşünebilen, en başta kendini sorgulayan bireyler yetiştirmekti. Bugünse bu çaba, ulaşılmaz bir hayalin peşinden koşmak gibi, şımarık bir çocuğun inatçılığına benzetiliyor. Bilimsel okuryazarlık meselemiz hızla yapay zekâ ve veri okuryazarlığına kayıyor. Henüz neye benzeyeceğini bile bilmediğimiz bir teknolojik dönüşümün ‘usta kullanıcıları’ olmazsak sistemin bizi dışlayacağı söylemini, sorgulamadan kabulleniyoruz. Eğitim pratiğini doğrudan ilgilendiren mesele ise şu: Enformasyonla boğulmuş bir dünyada, hâlâ ‘bilgi artık her yerde, ulaşmak çok kolay’ ideolojisinin kurbanıyız. Bunun uğruna neleri feda ettiğimizi sorgulamadan, öğrencilerin ödevlerini ChatGPT’ye yazdırmalarından yakınmaya devam ediyoruz.
İş gücü piyasası
Yapay zekânın Türkiye iş gücü piyasasında yaratacağı dönüşüm, yalnızca bazı mesleklerin kaybolmasıyla sınırlı kalmayacak. Hep söylendiği gibi, görev tanımları değişecek, yepyeni meslekler ortaya çıkacak. Bu süreç, özellikle nitelikli iş gücünün sürekli yeniden eğitilmesini ve sosyal politikaların güçlendirilmesini zorunlu kılıyor. Eğer gerekli planlama yapılmazsa, teknolojik dönüşüm toplumsal faydaya değil, yeni adaletsizliklere hizmet edebilir. Türkiye’nin bu süreci yönetebilmesi için eğitim, iş gücü politikaları ve sosyal güvenlik sistemini eşgüdümlü şekilde yeniden tasarlaması kritik önemde.
Öte yandan yapay zekâ Türkiye’ye sağlık, tarım, enerji gibi stratejik sektörlerde ciddi fırsatlar sunuyor. Sağlıkta erken teşhis ve karar destek sistemleri, tarımda verimlilik ve sürdürülebilirlik, enerjide akıllı şebekeler ve yenilenebilir kaynakların entegrasyonu bu avantajların başında geliyor. Ayrıca afet yönetiminde hızlı karar alma, lojistikte kaynak optimizasyonu ve turizmde kişiselleştirilmiş hizmetler de öne çıkıyor.
Ancak bu potansiyelin hayata geçmesi için sadece teknolojik yatırımlar değil, aynı zamanda veriye dayalı yönetim kültürünün gelişmesi ve kamu-özel işbirliklerinin şeffaf biçimde inşa edilmesi gerekiyor. Türkiye, bu alanlarda akıllı stratejiler geliştirirse, yapay zekâyı yalnızca bir tüketim aracı değil, kalkınma vizyonunun taşıyıcı gücü haline getirebilir. Veriye dayalı yönetim kültürü ve devletin özel sektörle şeffaf işbiriliğinden söz ettim. Sizce Türkiye her platformda öne çıkartılan muazzam potansiyelini bu alanlara sevk etme kararlılığı sergiliyor mu? Bir başka ifade ile, enerjimizin ne kadarını bu hayatî önemdeki dönüşüm stratejilerine harcayabiliyoruz?
Sanırım konu dönüp dolaşıp siyasî irade meselesine varıyor. Yöneticilerin yönetimde kalabilmek için harcadıkları enerjiyi yapay zekanın iş gücü piyasasına getirdiği büyük inovasyonu kavramaya ve buna uygun aksiyon almaya davet ediyorum. Yönetimde kalabilmek için bundan daha etkili ve sürdürülebilir bir yöntem de bilmiyorum.
Veri kullanım stratejileri
Bu yazıyı kapatırken değinmeden geçemeyeceğim bir başlık da veri üretimi ve kullanımı stratejileri ile ilgili. Türkiye’nin yapay zekâda rekabet edebilmesi için en kritik alanlardan biri ulusal veri stratejisidir. Kamu verilerinin güvenli ve denetlenebilir biçimde paylaşılmasını sağlayan bir ‘ulusal veri alanı’ oluşturmak, şeffaflık ve güvenilirlik açısından temel bir adım olacaktır. Veri tröstleri aracılığıyla sektörler arası işbirlikleri geliştirilmeli, özellikle sağlık, enerji ve ulaşım gibi stratejik alanlarda mahremiyet-korumalı teknikler standart hale getirilmelidir. Türkiye için veri tröstü stratejisi, kamu verilerinin şeffaf ama güvenli biçimde paylaşılmasını, özel sektör ve akademiyle iş birliğini mümkün kılacak bağımsız, tarafsız ve denetime açık yapılar kurulmasını gerektiriyor. Bu çerçevede sağlık, tarım, enerji gibi stratejik alanlarda ulusal veri tröstleri oluşturulmalı, veriler anonimleştirme, mahremiyet-korumalı teknikler ve kalite standartlarıyla işlenmeli, erişim kriterleri ise büyük şirketleri kayırmayacak şekilde ama KOBİ’lere ve araştırmacılara da adil imkân sağlayacak biçimde tasarlanmalıdır. Böyle bir yaklaşım, veriyi sadece ekonomik büyüme için değil, aynı zamanda demokratik yönetişim, toplumsal güven ve stratejik özerklik için bir kaldıraç haline getirebilir. Bunun yanı sıra veri standartları ve kalite yönetimi konusunda ulusal ölçekte çerçeveler belirlenmeli; böylece hem KOBİ’lerin hem de bağımsız araştırmacıların bu verilere adil erişimi garanti altına alınmalıdır. Aksi halde yapay zekâ alanında üretici kapasite, büyük şirketlerin tekeline sıkışır ve ulusal bir ekosistem gelişemez.
Son söz
Yapay zekâ çağında mesele, yalnızca yeni bir teknolojiyi takip etmek değil, onun getirdiği dönüşümü toplumsal ihtiyaçlara, üretim kapasitesine ve kalkınma vizyonuna göre yönlendirebilmektir. Veriden emek piyasasına, stratejik sektörlerden kültürel yaşama kadar değindiğimiz her alan, Türkiye’nin önünde kritik bir tercih olduğunu gösteriyor: Pasif bir izleyici olarak sürece eklemlenmek mi, yoksa kendi önceliklerini ve toplumsal yararını önceleyen bir aktör olarak geleceği kurmak mı? Bugün alınacak kararlar, yalnızca teknolojik değil, aynı zamanda tarihsel bir yol ayrımının da işaretini taşıyor.