SON DAKİKA
SAĞLIK Pazartesi 11 Ağustos 2025 02:54

YAPAY ZEKA ÇAĞINDA İNSAN KALABİLMEK

Davranış Bilimleri Uzmanı ve Klinik Psikolojik Danışman Pınar Reyhan Özyiğit, yapay zeka çağında bireylerin duygusal zekâ, empati ve psikolojik dayanıklılık gibi insana özgü niteliklerini korumasının her zamankinden daha kritik olduğunu vurguluyor. Özyiğit'e göre, "Gerçek bağlar kurmak ve iç sesimize sadık kalmak, dijital dünyada en güçlü direniş biçimi."

Yapay zeka çağında insan kalabilmek

Yapay zekanın baş döndürücü hızla hayatımıza girmesi, yalnızca iş dünyasını değil, insanın kendisiyle ve çevresiyle kurduğu bağı da yeniden tanımlıyor. Teknoloji artık hayatın neredeyse her alanına nüfuz etmiş durumda; ancak bu hızlı dönüşüm, bireylerde yetersizlik hissinden varoluşsal kaygılara kadar pek çok psikolojik yükü de beraberinde getiriyor. Davranış Bilimleri Uzmanı ve Klinik Psikolojik Danışman Pınar Reyhan Özyiğit, Analiz Gazetesi’ne verdiği röportajda, “Yapay zeka insana dair birçok beceriyi taklit edebilir, ancak göz göze gelmenin sıcaklığını, gerçek bir empatiyi ya da sessizliğin anlamını hissedemez. İnsan kalmak, bugün etik ve duygusal bir tercih haline geldi” diyor. Özyiğit, yapay zeka çağında psikolojik dayanıklılığın artık sadece zorluklara karşı direnç göstermekle değil, aynı zamanda dijital hızın içinde özünü kaybetmeden var olabilmekle ilgili olduğunun altını çiziyor.

1. Yapay zeka çağında “insan kalmak” ne anlama geliyor?

Yapay zeka çağında insan kalmak, aslında hız ve verimlilik çılgınlığında duygusal pusulamızı kaybetmemek demek. Evet, yapay zeka muazzam bir öğrenme kapasitesine sahip olabilir; ancak kaygıyı gerçekten anlayamaz, utancı çözümleyemez veya göz temasının o eşsiz gücünü hissedemez. İnsan kalmak, tam da bu noktada devreye giriyor, gerçek bağlar kurmak, hayatın ritmini yavaşlatmak ve kendi iç sesimize sadık kalmakla ilgili bir duruş. Psikolojide bu temel insani niteliklere "ilişkisel zekâ" diyoruz ve bu zekâ, hiçbir algoritmayla taklit edilemez ve bugünlerdeki AI çılgınlığında bunu baştan kabul etmemiz gerekiyor. 

Bugünlerde insan kalmak, sadece biyolojik bir durum değil, etik ve duygusal bir tercihe dönüştü. Yapay zekanın baş döndürücü düşünme ve üretme becerileri karşısında, insanın özgünlüğü ve derinliği duygularında saklı. Empati, sezgi, şefkat gibi bizi insan yapan bileşenler, dijital sistemlerle ölçülemez, hatta bazen anlaşılamaz. Bu nedenle, yapay zekanın sunduğu kolaylıklar içinde kaybolmadan, duygusal kapasitemizi beslemek; psikolojik ve toplumsal olarak varlığımızı korumanın en güçlü yolu.

Hızla yayılıyor

2. Yapay zekanın hızla yayılması bireylerde nasıl bir belirsizlik duygusu yaratıyor?

Yapay zekanın baş döndürücü gelişimi, pek çok kişide "Peki ya ben? Yerimi kaybeder miyim?" sorusunu tetikliyor. Bu soru, bireyde derin bir varoluşsal belirsizlik duygusu yaratıyor. Harvard Business School'un 2023 tarihli çarpıcı bir çalışmasına göre, çalışanların tam %42'si yapay zeka teknolojileri karşısında iş güvencesi konusunda ciddi kaygılar yaşıyor. Bu duyguların uzun vadede kronik stres ve anksiyete belirtilerine dönüşme riski ne yazık ki çok yüksek. Ki bu bir değişim ve uyum kaygısı, belirsizlik ve anlamadığımız konular karşısında anksiyete geliştirebiliriz, veya tamamen reddederek bir savunma mekanizması üretiyoruz.

İnsan zihni, belirsizlikle karşılaştığında doğal olarak anlam üretmeye ve geleceği tahmin etmeye çalışır. Ancak yapay zekanın öngörülemez gelişimi, bu anlam kurma çabasını sekteye uğratıyor. Bu durum da bireyde yoğun kaygı, gelecek korkusu ve kontrol kaybı hislerini tetikliyor. Özellikle profesyonel rollerin sınırlarının belirsizleştiği bu yeni düzende, bireyin psikolojik sağlamlığı da adeta bir teste tabi tutuluyor. Bu duruma "varoluşsal belirsizlik travması" adını verebiliriz.

İşin değeri sorgulanıyor

3. Yapay zekanın iş dünyasına entegrasyonu, çalışanların mesleki kimliğini nasıl etkiliyor?

Mesleklerimiz, kimliğimizin ve benlik algımızın ayrılmaz bir parçası. Yapay zeka, tekrarlayan görevleri üstlenerek verimliliği artırsa da, bu durum yaptığımız işin gerçek değerini sorgulamaya neden oluyor. "Benim katkım ne? Yaptığım iş hâlâ anlamlı mı?" gibi sorular, iş doyumunu ve motivasyonu doğrudan etkiliyor. Bu da mesleki kimlikte ciddi çatışmalara ve çözülmelere yol açabiliyor. Oxford Üniversitesi'nden Prof. Dr. Carl Benedikt Frey'in çalışmaları, teknolojik dönüşümlerin en çok düşük belirsizlik toleransına sahip çalışanlarda kimlik krizi yarattığını açıkça gösteriyor.

Bu dönüşüm, özellikle deneyimli profesyonellerde, "Yılların birikimim artık kıymetli mi?" endişesiyle daha belirgin hale geliyor. Mesleki kimlik sadece bilgi ve beceriyle değil; kabul görme, görünürlük ve takdirle de beslenir. Yapay zekanın bu kritik insani unsurları gölgede bırakması, bireyin işle kurduğu psikolojik bağda kopmalara neden olabiliyor. Kimliğini büyük ölçüde işi üzerinden tanımlayan bireylerde ise bu durum, depresif belirtilerin artmasına zemin hazırlayabiliyor.

Teknolojinin yarattığı sonuç

4. Teknolojik gelişmeler karşısında bireylerin yetersizlik hissi yaşama riski artıyor mu?

Evet, maalesef bu risk giderek artıyor. Özellikle teknolojiyi içselleştirmekte zorlanan bireylerde yetersizlik duygusu daha sık görülüyor. Dijital yeterlilik baskısı, "sürekli öğrenmek zorundayım, yoksa geride kalırım" hissiyle birleştiğinde kişinin özsaygısını ciddi şekilde zedeleyebiliyor. Amerikan Psikoloji Derneği’nin 2022 verileri, teknolojik değişim karşısında yetersizlik hissi yaşayanların %68'inin aynı zamanda tükenmişlik belirtileri de gösterdiğini ortaya koyuyor. Bu, göz ardı edilemeyecek bir bağlantı.

Bu yetersizlik hissi zamanla öğrenilmiş çaresizliğe dönüşebiliyor. Özellikle belirli bir yaştan sonra teknolojiye adapte olmak, yalnızca bir öğrenme meselesi olmaktan çıkıp, aynı zamanda bir özgüven sürecine dönüşüyor. İnsanlar "Ben bu sisteme ayak uyduramam" demeye başladıklarında, bu iç ses zamanla sosyal geri çekilmeye ve mesleki izolasyona da yol açabiliyor. Bu yüzden, sadece teknolojik bilgi değil, aynı zamanda psikolojik destek ve rehberlik de bu süreçte hayati önem taşıyor.

Yeni bir tükenmişlik biçimi mi?

5. Dijital çağın hızına yetişememe korkusu, yeni bir tükenmişlik biçimi olarak değerlendirilebilir mi?

Kesinlikle. Bu durumu artık net bir şekilde "dijital tükenmişlik" olarak adlandırıyoruz. Sürekli bağlantıda olma hali, bitmek bilmeyen bilgi akışı ve çoklu görev baskısı, zihinsel enerjiyi adeta sömürüyor. Mental Health America'nın 2021 raporuna göre, dijital ortamda çalışan bireylerin %59'u odaklanmakta zorlandığını ve sürekli tetikte hissettiğini bildiriyor. Bu çarpıcı veriler, tükenmişliğin artık sadece fiziksel değil, derin bir dijital boyuta da taşındığını gösteriyor.

Bu yeni nesil tükenmişlikte birey, sadece aşırı iş yükünden değil; sürekli dikkat dağınıklığından ve dijital uyaran fazlalığından da yorgun düşüyor. Zihinsel yorgunluk ise zamanla duygusal kopukluğa, üretkenlikte düşüşe ve hatta kişisel ilişkilerde ciddi problemlere kadar uzanabiliyor. Bu nedenle, günümüzde dijital denge artık bir lüks değil, ruh sağlığı açısından temel bir gerekliliktir.

Psikolojik dayanıklılık nedir?

6. Psikolojik dayanıklılık, artık dijital dönüşüme uyum sağlama becerisini de kapsıyor mu?

Evet, kesinlikle kapsıyor. Günümüzde psikolojik dayanıklılık, sadece zor zamanlara karşı direnç göstermek anlamına gelmiyor; aynı zamanda değişime ve özellikle dijital dönüşüme psikolojik olarak esnek yanıt verebilmek anlamına geliyor. Bu, duygusal regülasyon, öz-şefkat ve dikkat yönetimi gibi becerileri kapsayan çok yönlü ve dinamik bir uyum sürecidir. Psikolojik dayanıklılık artık bir "sabitlik" değil, adeta bir "esneklik" becerisi olarak tanımlanıyor.

Bu esnekliğin temelinde bireyin kendi sınırlarını tanıması ve dijital dünyadaki kaynaklarını doğru yönetmesi yatıyor. "Her şeye yetişmek zorunda değilim" diyebilmek ve dijital detoks yapabilmek, günümüzde en güçlü direniş biçimlerinden biri. Bu bağlamda dijital çağın psikolojik dayanıklılığı, hem hızla değişen sistemlere uyum sağlamak hem de bu süreçte kendi özümüzü ve değerlerimizi kaybetmemek arasında kurulacak ince bir denge ile ilgilidir.

Kurumların atması gereken adımlar

7. Kurumlar, çalışanlarının psikolojik dayanıklılığını artırmak için nasıl adımlar atmalı?

Kurumlar için ilk ve en kritik adım: psikolojik güvenliği iş yerinde bir öncelik haline getirmek. Çalışanların kendilerini rahatça ifade edebildiği, hata yapma hakkının olduğu, desteklendiği ve değerli hissettiği bir kültür yaratmak temel şarttır. Bunun yanı sıra, kurum içi koçluk programları, farkındalık uygulamaları, teknolojik stres yönetimi eğitimleri gibi programlar çalışanların zihinsel sağlığını belirgin şekilde güçlendirebilir. IBM'in 2024 tarihli raporu, bu tür destek sistemlerinin çalışan bağlılığını %33 gibi önemli bir oranda artırdığını ortaya koyuyor.

Kurumlar artık sadece fiziksel sağlığı değil, zihinsel sağlığı da desteklemek ve yatırım yapmak zorunda. Çünkü günümüzde gerçek rekabet avantajı, sadece en son teknolojiye sahip olmakta değil, aynı zamanda çalışanların psikolojik esenliğinde gizlidir. Kurum kültürü insan odaklı değilse, yapay zeka entegrasyonu sadece verimi değil, tükenmişliği ve mutsuzluğu da artırır.

Çocuk yetiştirmek insanı nasıl etkiliyor?

8. Yapay zeka çağında çocuk yetiştirmek, yeni kuşakların psikolojisini nasıl etkiliyor?

Yapay zeka çağında büyüyen yeni kuşak, ne yazık ki duygusal tepkilerini büyük ölçüde ekran üzerinden vermeye başladı. Bu durum, empati kurma becerilerini ve yüz yüze sağlıklı ilişki kurmayı olumsuz etkileyebiliyor. Ayrıca sosyal medya algoritmalarının yarattığı sürekli onay bağımlılığı, çocukların benlik algısını dış faktörlere bağımlı hale getiriyor. Çocuklarımızın psikolojik sağlamlığı için dijital okuryazarlık kadar, hatta ondan daha fazla, duygusal okuryazarlık da öğretilmeli.

Gelecekte çocuklarımızın ruh sağlığını korumak için onları sadece bilgiyle değil, derin bir duygu dünyasıyla da donatmalıyız. Sağlıklı dijital sınırlar, teknolojiden uzak "çevrimdışı" zaman dilimleri, doğayla temas ve yüz yüze gerçek iletişim pratikleri bu konuda kilit rol oynuyor. Çocuğun sadece zihinsel değil, duygusal zekâsının da desteklenmesi, yapay zeka çağında "insan kalabilmenin" temelini oluşturuyor.

Yapay zekalı araçlar insanın yerini alabilir mi?

9. Yapay zeka destekli psikolojik destek araçları, insan temasının yerini alabilir mi?

Hayır, en azından yakın vadede kesinlikle yerini alamaz diye düşünüyorum. Bakın yapay zeka araçları yalnızca tamamlayıcı bir rol üstlenebilir; özellikle erken tarama ve bazı düşük düzeyli stres takibi açısından fayda sağlar. Ayrıca benim gibi klinik çalışanların, evrak işleri, planlama ve progralama gibi işlerinde yardımcı olabilir, ki fark yaratan birçok uygulama kullanıma alındı bile ki bunlar çok heyecan verici gelişmeler ancak psikoterapi, özünde bir bağ kurma sürecidir. Duygusal derinlik, empatik yanıtlar, sessizliklerin taşıdığı anlamlar, yüz ifadelerinin ve beden dilinin gücü. Bunlar yapay zekâyla asla simüle edilemez. Bazı uygulamaların "AI ile terapi yapıyorum" yanılgısına sürüklemesi ise etik açıdan ciddi riskler barındırıyor.

Bakin aslinda psikolojik destek süreci sadece bilgi aktarımı değil; aynı zamanda anlam bulma, farkındalık kazanma ve birlikte iyileşme sürecidir. Bu da insani bir dokunuş, güvene dayalı bir ilişki ve karşılıklılık gerektirir. Yapay zeka, yardımcı bir araç olabilir ama hiçbir zaman bir terapistin yerini tutamaz. Burada dengeyi sağlamak ve dijital araçları etik sınırlar içinde, bir insanın rehberliğinde kullanmak son derece önemlidir.

Gelecekte durum nasıl olacak?

10. Gelecekte psikolojik sağlamlık kavramı tamamen değişebilir mi?

Kapsamı kesinlikle genişleyebilir ve yeni boyutlar kazanabilir ama özü aynı kalacaktır: zorluklar karşısında duygusal, zihinsel ve sosyal dengeyi koruyabilme yeteneği. Gelecekte psikolojik sağlamlık; dijital dünyada sağlıklı sınırlar koyabilmek, bilgi kirliliğiyle baş edebilmek, teknolojiyle ilişki kurarken kendi içsel değerlerini ve özünü koruyabilmek gibi yeni becerileri de içerecek. Ama özünde hâlâ "insan kalabilme gücü" olarak kalmaya devam edecek.

Psikolojik sağlamlık kavramı, tıpkı bireyler gibi dönüşür ve evrilir. Ancak duygusal bağ kurma, anlam arama ve içsel kaynakları aktive etme gibi temel taşları her çağda sabit kalır. Yapay zeka ilerleyebilir, algoritmalar ne kadar karmaşıklaşırsa karmaşıklaşsın, insanın iyileşme gücü ve ruhsal dengesi hâlâ kalpten kalbe kurulan köprülerde ve insan olmanın derinliklerinde saklıdır. Bizi insan yapan, bağ kurmamızı sağlayan, birbirimizi anlamamızı sağlayan aklımızla birlikte kalbimizdir. Şimdi soruyorum, hangi yapay zeka birbimize baktığımızda, şıp diye gözlerimizden anladığımız duyguyu bize verebilir? Hele hele biz Türkler gibi empati duyguları son derece gelişmiş, duygusal zekası yüksek ve iletişim kurma becerileri yüksek, konuşmadan iletişim kurabilen bir topluma, hangi yapay zeka yardım edebilir? En azından şu an için bu pek mümkün değil

ABONE OL