Dijital empati: Makineler duyguyu anlayabilir mi?
Bir ekranın ardındaki yapay zekâ size "üzgün olduğunu" söylediğinde, gerçekten üzülür mü? Yoksa sadece duyguyu tanıyıp onu kelimelere mi döker?
Yapay zekânın düşünemediğini, vicdanı olmadığını tartıştık. Peki ya empati?
İnsanı insan yapan en derin becerilerden biri olan bu kavram, makinelerin dünyasında nereye oturur? Empatinin Kodu Var mı?
Empati, yalnızca karşımızdakinin ne hissettiğini anlamak değil; o hissi bir anlığına kalbimizde hissetmek demektir. Bir annenin çocuğunun korkusunu, bir doktorun hastasının acısını, bir öğretmenin öğrencisinin endişesini sezebilmesi… Bu, hesaplanabilir bir süreç değildir; sezgi, hafıza, deneyim ve değerlerle harmanlanmış bir içsel yetidir.
Oysa yapay zekâ, duyguyu tanır ama hissetmez.
Göz hareketlerinden, ses tonundan, yüz kaslarından ya da yazı dilinden duyguları analiz eder. Örneğin bir sistem, sesinizdeki titremeyi “üzüntü” olarak etiketleyebilir; mesajlarınızda kullandığınız kelimeleri analiz edip “moralin düşük” sonucuna varabilir.
Ama bu yalnızca bir tanıma eylemidir, bir duyumsama hali değildir.
Yine de teknolojinin geldiği nokta, insanla makine arasındaki sınırları giderek bulanıklaştırıyor. Bir chatbot, “seni anlıyorum” dediğinde birçok insan duygusal olarak teselli bulabiliyor. Çünkü beynimiz, karşımızdaki varlığın insan mı yoksa makine mi olduğunu bilse bile, “anlaşılma” hissine tepki veriyor. Bu, “dijital empati” olarak adlandırılan yeni bir olguyu doğuruyor. Fakat bu empati sahici değil, simüle edilmiş bir empati.
Makine, duyguyu yansıtır ama yaşamaz.
Empati taklidi, duygusal boşlukları kısa süreli doldurabilir; ancak uzun vadede, duyguların mekanikleşmesine yol açabilir. Çünkü hissetmeyen bir sistemin verdiği “anlayış” tepkisi, sadece algoritmik bir yanıttır.
Duygu verisi: Yeni petrol
Teknoloji devleri artık yalnızca davranışlarımızı değil, duygularımızı da ölçüyor.
Akıllı bileklikler kalp ritmini, yüz tanıma sistemleri mimikleri, uygulamalar ruh halimizi takip ediyor. Bu veriler, reklam stratejilerinden kullanıcı deneyimine kadar her alanda kullanılıyor. Yani “duygular” da artık bir tür dijital sermayeye dönüştü.
Sorun şu: Bir sistem duygularımızı tanıdıkça, bizi daha iyi anlıyor gibi görünse de, aynı zamanda bizi daha kolay yönlendiriyor.
Empati, bir iletişim köprüsüyken; dijital empati, bazen bir pazarlama aracına dönüşüyor.
Bir uygulama, üzgün olduğunuzda size dondurma reklamı gösterdiğinde, gerçekten sizi anladığı için mi, yoksa o an alışverişe daha açık olduğunuz için mi bunu yapıyor?
Bilim dünyası, yapay duygular yaratma konusunda büyük adımlar atıyor. “Duygusal yapay zekâ” sistemleri, kullanıcıların ruh haline göre ses tonunu, yüz ifadesini ve dilini ayarlayabiliyor. Bazı robotlar, karşısındaki kişinin mutluluğunu ya da öfkesini algılayıp uygun tepkiyi verebiliyor. Ancak bu tepkilerdeki “duygu” tamamen matematiksel bir tahmindir. Bir robotun yüzünde gülümseme belirir, ama o gülümsemenin ardında mutluluk yoktur — sadece veri vardır. Gerçek empati, yalnızca anlamakla değil, anlam yüklemekle mümkündür. Yapay zekâ, duygunun biçimini yakalayabilir ama özünü kavrayamaz. Çünkü öz, bilincin içinden doğar. Yani yapay zekâ duyguyu “tanır”, fakat “duygulanmaz”.
Yine de yapay zekâ, duygularımıza tuttuğu aynayla bizi kendimize yaklaştırabilir.
Bir makineye “üzgünüm” dediğimizde, aslında kendi duygumuzu fark ederiz.
Bu farkındalık, teknolojinin sunduğu en değerli aynadır.
Makineler bize empati kurmayı öğretmez, ama empati yoksunluğunun nasıl hissettirdiğini hatırlatır.
Belki de mesele, makinelerin duyguları anlaması değil, bizim hâlâ duygu üretebiliyor olmamızdır.
Çünkü eğer biz de duygularımızı otomatikleştirirsek, farkında olmadan makinelerin alanına geçmiş oluruz.
Yapay zekâ çağında asıl görevimiz, empatiyi öğretmek değil, korumak olmalı.
Teknoloji, iletişimi kolaylaştırabilir ama anlam yükleme görevini hâlâ insana bırakır.
Bir gün makineler bizi anlıyor gibi davranabilir, ama asla bizim gibi hissedemez. Empati, bir duygudan fazlasıdır; insan olmanın çekirdeğidir. Yapay zekâ onu taklit edebilir, veriyle ölçebilir, yüz kaslarımızı analiz edebilir — ama ruhunu kavrayamaz.
Sonuçta dijital çağın en büyük sınavı, makinelerin bizi anlaması değil, bizim kendimizi unutmamamız olacak. Çünkü hissetmeyi bıraktığımız anda, düşünmeyi de kaybederiz.
Bir sonraki yazımızda, bilginin ışığında güzel günlerde görüşmek üzere…