Ekonominin yeni sigortası
Küresel ekonominin dalgalandığı, gıda arz güvenliğinin stratejik bir meseleye dönüştüğü yeni dönemde tarım artık yalnızca bir üretim alanı değil; ülke ekonomilerinin geleceğini belirleyen kritik bir sektör konumunda.
İklim krizinin etkileri, su kıtlığı, hızlı kentleşme ve artan nüfus; tarımda “güvenlik ve verimlilik” kavramlarını öne çıkarıyor.
Bu nedenle güvenli tarım uygulamaları ve dikey tarım gibi yeni nesil üretim modelleri, yalnızca tarımsal performansı değil; ihracatı, istihdamı, teknolojik dönüşümü ve rekabet gücünü de yeniden şekillendiriyor.
Güvenli tarım; ekonominin yeni sigortası
Güvenli tarım, pestisit kullanımının azaltılması, su yönetimi, izlenebilirlik, toprağın korunması ve üretimde sürdürülebilir girdilerin kullanılması gibi bir dizi bilimsel yönteme dayanıyor.
Bunun ekonomik karşılığını üç başlıkla özetlemek mümkün aslında;
Daha yüksek verim – daha düşük maliyet; Ve kaliteli ürün…
Tezat bir durum ama sonuç önemli olan…
Modern sulama teknikleri, sensör tabanlı izleme sistemleri ve biyolojik mücadele yöntemleri sayesinde üretim kayıpları ciddi şekilde azalıyor.
FAO verilerine göre güvenli tarım uygulayan üreticilerin verim artışı yüzde 20’nin üzerine çıkarken kimyasal maliyetleri yüzde 30’a kadar düşebiliyor.
İhracatta rekabet üstünlüğü.
Bugün Avrupa Birliği pazarına girebilmenin en önemli şartı izlenebilir ve güvenli üretim.
Son günlerde geri dönen ihracat ürünleri haberlerini duymak üzücü. Neden diye sormadan edemiyor insan. Neden böylesi hayati hatalar kriterler bilindiği halde yapılıyor?
Halen üstelik?
Kalıntı sorunu olmayan, sertifikalı ve sürdürülebilir ürünler daha yüksek fiyata alıcı buluyor.
Türkiye’nin özellikle domates, biber ve kiraz gibi ürünlerde yaşadığı ihracat kısıtlamalarının önemli bölümü güvenlik standartlarından kaynaklanıyor.
Bu tablo değiştiğinde ihracat gelirleri doğrudan artıyor aslında.
Tüketici güveni ve iç piyasada ekonomik istikrar.
Bu çok geniş aslı da istikrar özetinde bakarsak.
Gıda güvenliği sağlandıkça iç piyasada fiyat dalgalanmaları azalıyor.
Ürün kaybının düşmesi, kalite standardının yükselmesi ve tedarik zincirinin şeffaflaşması enflasyonla mücadelede de dolaylı bir avantaj oluşturuyor.
Ve dikey tarım: geleneksel tarımın ötesine geçen bir ekonomik model, tarımı kurtaracak olan bu yüzyılda.
Dikey tarım, topraksız üretim teknikleriyle daha az su, daha az alan ve daha düşük lojistik maliyetle üretim yapılmasını sağlıyor.
Şehirleşmenin arttığı bir dünyada bu model, tarımın geleceği olarak görülüyor.
Ve dikey tarımın dünyadaki ana uygulayıcısı Hollanda’nın başarısı:
Küçük ülke, büyük devrim.
Yüzölçümü Konya’dan bile küçük olan Hollanda’nın bugün ABD’den sonra dünyanın en büyük ikinci tarım ihracatçısı olması tesadüf değil. Hollanda modelinin ekonomik başarısı üç temel faktöre dayanıyor: yüksek teknoloji kullanımı, Ar-Ge kültürünün güçlülüğü ve enerji-su verimliliğinde ulaşılan üst seviye.
Sensörlü seralar, robotik hasat sistemleri ve minimum pestisit kullanımıyla ülke bugün 100 milyar euroyu aşan bir tarımsal ihracat gelirine ulaşıyor.
Türkiye bu modelden ne öğrenebilir?
Türkiye’nin güçlü bir tarım potansiyeli bulunuyor; geniş tarım arazileri, biyolojik çeşitlilik, iklim avantajı…
Ancak bu potansiyelin ekonomik değere dönmesi için bazı stratejik adımlar öne çıkıyor.
Akıllı tarım teknolojilerine yatırım yapılması.
Sensörler, iklim kontrollü seralar, topraksız tarım sistemleri ve drone tabanlı gözlem teknolojileri verim artışında belirleyici rol oynuyor.
Üretici birliklerinde modernizasyon.
Hollanda’daki kooperatif modeli üreticiyi güçlendiriyor.
Hollanda da dikey tarım uygulaması ile domates yetiştirilen serayı hala unutamıyorum.
Kuşaklar boyu aynı üretim mantığı ile günümüze gelen bu tarım uygulaması gerçekten tarımın ana damarlarını oluşturmakta.
Türkiye’de modern kooperatifçilik; pazarlamadan depolamaya, lojistikten ihracat yönetimine kadar büyük fark yaratabilir bu uygulamalar doğru yapılabilirse...
Hollanda’nın en büyük avantajı ortak akıl ve bilim odaklı üretim kültürü.
Türkiye’de tarım Ar-Ge’sinin özel sektörle daha sıkı entegre olması kritik.
İzlenebilirlik ve sertifikalı üretimin açılımı; güvenli tarımın bel kemiği izlenebilirliktir olarak özetlenebilir.
Sonuçta tarımda güvenlik ekonominin geleceğini yazıyor, yazacak da...
Bugün tarım artık yalnızca gıda üretimi değil; ülkelerin ekonomik bağımsızlığının en kritik unsuru.
Güvenli tarım uygulamalarını yaygınlaştıran, dikey tarım ve teknoloji temelli üretime yönelen ülkeler yalnızca tarımsal performanslarını artırmıyor; aynı zamanda enflasyondan gıda arz güvenliğine, ihracat gelirlerinden istihdama kadar geniş bir ekonomik alanı güçlendiriyor.
Hollanda’nın modeli gösteriyor ki doğru strateji, teknoloji ve bilimsel yaklaşım ile küçük bir ülke bile dünyaya örnek olabilir.
Türkiye, sahip olduğu potansiyeli bu yönde değerlendirirse geleceğin tarım ekonomisinde bölgesel değil, küresel bir güç hâline gelebilir.
En anlaşılır halde bir kez daha tekrarlarsak: Zor değil önemli olan doğru uygulanılmasında.