SON DAKİKA

New York- Washington hattında Türkiye ve ABD ne dedi?

Bu seneki BM Genel Kurulu (UNGA) vesilesi ile New York -Washington hattında oluşan diplomasi çevresi farklı bir öneme haizdi.

Filistin meselesi ve Gazze’deki soykırımın durdurulması gerektiği gerçeği Kurula, hem konuşmalara hem de Kurul marjında gerçekleşen toplantılara, damga vurdu. Tarihin doğru tarafında olmak isteyenler taraflarını belli ettiler. 

BM Genel Kurulu önemli

Bu arada Genel Kurul’un küresel yönetişim çerçevesinde ne kadar önemli bir platform olduğunu gördük. BM Güvenlik Konseyi’ni (BMGK) tıkamanın tıkayanlar için bir bedeli olduğunu da gördük. Bu noktada suçlayıcı parmaklar tabi ki BMGK’daki gücü nedeniyle ABD ve Trump’a döndü. Trump, kendi vizyonuna yönelik eleştiri ve İsrail’i destekleme politikası nedeniyle hissetmek zorunda kaldığı baskının farkında. UNGA’yı ABD’nin zora dayalı politikalarını eleştiren, hatta ekarte eden bir platform olmaktan alıkoyamadığının da farkında. Nitekim Mahmud Abbas ve Filistinli üst düzey yöneticilerin vize taleplerinin reddedildiği bu seneki Kurul’da Mahmut Abbas uzaktan da olsa konuşmasını gerçekleştirdi. Dahası Filistin her yerdeydi. Fransa, Kurul esnasında; İngiltere, Kanada, Avusturalya, Portekiz Kurul yolunda Filistin’i tanıdıklarını açıkladılar. Slovenya, İspanya, Türkiye gibi ülkeler Gazze’de yapılanların soykırım olduğunu söyledi. Ayrıca BM’in görevlendirdiği Bağımsız Komisyon da hemen UNGA öncesi İsrail’in Gazze’de 1948 Sözleşmesine göre soykırım yaptığını ve tüm uluslararası toplumun bunu engelleme sorumluluğu olduğunu söylemişti. Bölgede İsrail’in saldırganlığının, aşırılığının, yayılmacılığının en önemli sorun olduğunu neredeyse tüm bölge ülkeleri dillendirdi. Suriye gibi İsrail’in parça pinçik görmek istediği aktörler uluslararası meşruiyetlerini güçlendirirken, istikrarsızlığın sorumlusu olarak İsrail’i gördüklerini söylediler. UNGA, güç dengelerine göre işleyen bir organ değil. Egemen eşitlik ve uluslararası toplum prensiplerine göre işliyor ve BM’nin ruhunu temsil ediyor. Kriz anlarında Genel Sekreterin ve Türkiye gibi reformist ülkelerin çabaları sayesinde ne kadar önem kazandığı bir kez daha görüldü. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu seneki konuşması bu anlamda çok önemliydi. BM eleştirilebilir ama BMGK’nden ibaret değil; UNGA başta Türkiye’nin ve bu yola inananların “haklı güçlüdür” dediği yer oldu.  Kısaca uluslararası toplumun bir kalbi varsa o UNGA’da attı, Filistin’e, Filistin davasına gönül verenlere selam çakıldı. İsrail’in yalnızlaştığı apaçık ortaya çıktı, buradan cesaretle İspanya ve İtalya AB’nin iki Akdeniz ülkesi Sumud Filosunu korumak için güçlü adımlar atabildiler.

Trump’ın BM cefası ve dengeleme arayışları

Bunlar ABD Başkanı Trump için yenilir yutulur konular değil. Her şeyden önce Trump bir MAGA ideoloğu ve bu ideoloji gereği MAGA Amerikası’nın her şeyden ve herkesten üstün olduğuna, sınırlanamayacağına inanıyor. Fakat işte UNGA bu sene görünür düzeyde etkili ve heyecanlıydı. Ayrıca Trump’ın MAGA’sı bir dış politika gündemine de dayanıyor. Trump, hakimiyet, üstünlük vb söylemlerin yanına kendisine biçtiği Küresel Barış misyonu nedeniyle de UNGA gibi BM gibi mekanizmalarla yüzeysel de olsa uyuşmalı. Bu zorluklar önce Trump’ı UNGA’da garip diyebileceğimiz, dehşet verici diyebileceğimiz, yakışık almaz diyeceğimiz bir konuşma yapmaya itti. İşlemeyen prompterdan ve kulaklıkların iyi çalışmamasından ve belki de tam zamanında bozulan asansörden komplo teorisi sınırlarında şikayetçi olduğunu da duyduk. Sonuçta Trump, daha çok ABD iç kamuoyuna seslenen ve BM’nin kendisi için bir hiç olduğunu yansıtan bir MAGA konuşması yaptı. Kendisine insanlık ya da olgunluk merkezli eleştiriler muhtemelen hiç umurunda değildir ama Trump kendisini sadece Amerikalıların dinlemediğini, uluslararası ve bölgesel toplumların da dinlediğini biliyordu. Ayrıca ABD başkanı, kendisinin neredeyse el çırparak kutladığı İsrail’in Doha saldırısının ters teptiğinin de farkındadır. Ortadoğu’yu isteyerek toz-dumana döndürmek bir şey, toz-dumanın kontrolden çıkması başka şey. Dolayısıyla bölgeye Doha saldırısından sonra hâkim olan “dengeleme” ihtiyacının birdenbire Trump yönetimine de tesir ettiğini gördük. Hatta Trump bile bunun için UNGA’yı kullandı. Bölge liderleri ile bir araya geldi ve Gazze’ye barış planı görüşüldü, bölgeyi ikna etmeye çalıştı. Plan, toplantı sonrası bölge ülkelerinin ortak deklarasyonundan anlaşılıyor, Netanyahu’nun kabul etmek istemeyeceği bir plan. Filistinlilerin Gazze’de yaşam ve geri dönme hakkını tanıyor, işgali reddediyor. Trump, bölge liderlerinin bir kısmı ile ikili görüşmeler de gerçekleştirdi. Netanyahu ile konuştuğunda plana İsrail’i ikna edeceğini söyleyip duruyor. Trump’ın sözlerinin çok ikna edici olmayacağını kabul etmeliyiz. Bu nedenle Trump iki şey yaptı: 1)- retoriğini güçlendirdi ve Netanyahu’ya Batı Şeria işgali için izin vermeyeceğini söyledi; 2)- dengeleme söylemini eyleme dökme gereği duydu ve tek kelime ile Erdoğan ve Türkiye’nin desteklenmesi anlamına gelecek Trump-Erdoğan görüşmesini sembolik kareler eşliğinde ve basın önünde yaptı.

Trump-Erdoğan zirvesi sonucu: Ankara zaferi memnuniyetle ama olgunlukla karşıladı

Trump- Erdoğan zirvesi iki açıdan çok önemliydi. İlki Trump’ın Erdoğan ve Türkiye’ye verdiği destek o kadar açık açık, sembolik açıdan körler bile görsün-anlasın netliğiyle yapıldı ki meselenin sadece Türkiye’yi bölgede sakinleştirmek olmadığı anlaşılıyor. Ayrıca, ABD’nin restleşmeler uzarsa Türkiye’nin pek çok bedele rağmen yapabileceklerinin farkında olduğunu da anlıyoruz. Dedik ya toz-dumanın kontrolden çıkması başka şey. Bu tür bir desteğin Ankara’nın işini ve Ankara’nın gündemini hem içeride hem Ortadoğu ve Avrupa’da kolaylaştıracağını Trump ve ekibinin düşünmemesi mümkün değil. Zaten, ziyaret öncesi Tom Barrack, Suriye özelinde Ortadoğu genelinde Türkiye’nin vizyonunu yansıtan söyleme geri dönmüş, “federalizm Suriye’de mümkün olamaz” mealinde açıklamalar yapmıştı. Trump’ın Türk ordusunun gücünü övmesi boş bir övgü değil, ama Trump sadece Türkiye’nin askeri gücünü övmedi, sadece Erdoğan’ın liderliğini de övmedi, Türkiye’nin tarafsız ve barış merkezli duruşunu değiştirmesini talep etmediğini de belirtti. Hatta ABD, barış odaklı diplomasiye eklemlenmek, ondan faydalanmak isteğinde. Bu açık destek ve ilişkiler iyileşirse kesenin ağzının nereye kadar açılabileceğinin (CAATSA’nın kaldırılması, F35 satışı vb) basın önünde zikredilmesi sadece desteklenenin desteklendiğini göstermiyor, iç-dış tüm rakipleri de sınırlıyor. Bu bir dengeleme adımı, Ankara ile işbirliğine ABD’nin değer verdiğinin gösterilmesi ve Ankara’nın rakiplerinin sınırlanması eylemi. Kendi başına, başka bir kazanç olmadan bile önemli. Ankara, eminim çok memnundur. Sayın Erdoğan’ın bu memnuniyete rağmen olgun ve sağduyulu açıklamalar yapmayı seçmesi Ankara’nın ham değil her anlamda pişmiş olduğunu gösteriyor.

Ama, ama diyenler…

İkinci açı kazançlar konusunda beklentilerin olduğu ikili ilişkiler alanı. Bu alanda bazı beklentiler savunma sanayi işbirliği, ticaret hacminin artırılması, uzay teknolojisinde işbirliği, CAATSA’nın kaldırılması vb, masada. Dün de masadaydı ne fark var derseniz bu sefer olumlu gündem ve pozitif bağlantılılık (linkage) konuları bunlar. Enerji konusunda (LNG ve Nükleer işbirliği) atılan adımlar başka işbirliklerini tetikleyecek. Şüpheciler üç konuda endişelerini dile getiriyorlar: 1)- ABD ve Trump’a güven olmaz diyorlar. Doğru olmaz ama ABD’nin her hamlesi başarılı olmuyor, özellikle de İsrail merkezli hamleleri. Başarılı olmadığında dengelemeye hala dönmesi önemli. Bu dengelemelerde de önce ve “saygıyla, överek” döndüğü Ankara. Trump ve ABD bu gösteriyi boşuna yapmıyor, Türkiye’nin kapasitesi ve potansiyelini biliyorlar. Kapasite ve potansiyel varken tüm kese belki Ankara’nın başından aşağı dökülmez ama kese de boşuna cepten çıkartılıp sallanmaz. 2)- Trump, “Ruslardan petrol almayın dedi”. İşte bizi zorluyorlar. Trump, bunu bütün müttefiklerine söylüyor. Hindistan’a nasıl söylediğini biliyoruz; döverek. Avrupalılara nasıl söylediğini biliyoruz; hakaret ederek. Türkiye’ye söylerken bunun bir pazarlık olduğunu, zorlayıcı olmadığını söyledi Trump. Anlamayan olursa diye basına böyle bir talebinin olmadığını, olsa ne iyi olur fikri olduğunu da ekledi. Zorlama ve pazarlık arasındaki bu tercih farkı boşuna ortaya çıkmadı. Bugün için ABD Türkiye’yi ikna etmek istiyor, zorun da çok işe yaramayacağını biliyor. 3)- ABD ile kritik alanlarda işbirliği stratejik otonomiye zarar verir mi? Stratejik otonomi bir yolculuk ve yolcunun kalbindeki menzil. Stratejik otonomi, Türkiye Yüzyılının ruhu- ki bu büyük bir toplumsal oydaşmayı, siyasi-toplumsal koalisyonu temsil ediyor, o nedenle siyasi irade kendi yarattığı bu ruhtan vazgeçmedikçe yolcu menzilden ayrılmaz. Dolayısıyla stratejik otonomi ve ona uygun dış politika duruşu ve vizyonu vazgeçilmez olarak kalacaktır. Ama yolcuyu da yolda gereksiz yormanın manası yok. Hava koşulları sert zaten. Unutmamak lazım bazen ara çözüm bulmak- hele ki kapasite inşa edici ara çözümler bulmak- bu sert hava koşullarında akıllıca.