Sevdiğin işi yapmak
Konfüçyüs'ün o meşhur sözünü hepimiz duymuşuzdur: "Sevdiğin işi yaparsan, hayatın boyunca bir gün bile çalışmış sayılmazsın."
Sosyal medya akışlarımızı süsleyen, motivasyon konuşmalarının manşetini oluşturan bu cümle, özellikle bizler için modern bir kariyer ütopyası vaat ediyor. Düşünsenize; her sabah yataktan heyecanla kalkmak, sadece keyif aldığın bir uğraşla hayatını kazanmak ve günün sonunda hiç yorulmamış olmak... Kulağa mükemmel geliyor, değil mi?
Bu rüya, kariyerinin başında veya ortasında "Ben gerçekten ne yapmak istiyorum?" diye soran neslimiz için güçlü bir mıknatıs. Ancak madalyonun bir de öbür yüzü var. Tutkuyu bir iş modeline dönüştürme yolculuğu, her zaman o hayaldeki kadar pembe ve pürüzsüz ilerlemiyor. İşte bu yolculuğa çıkmadan önce bavulumuza koymamız gereken üç acı ama tatlı gerçek:
Gerçek 1: Tutku tek başına yetmez, iş disiplini şarttır
Hobi olarak fotoğraf çekmeyi sevdiğinizi hayal edin. Işık en güzel açıdayken, canınız istediğinde makinenizi alıp harikalar yaratıyorsunuz. Peki bu tutkuyu işe dönüştürdüğünüzde ne olur? Artık sadece ilham perileri geldiğinde değil, müşterinin belirlediği zamanda, istemediği bir konseptte ve teslim tarihinin stresi altında da o "harikayı" yaratmak zorundasınız.
Tutku, motoru ateşleyen ilk kıvılcımdır. Ancak o motorun düzenli çalışmasını sağlayan yakıt, iş disiplinidir. Tutkunuz olan şey bir "iş" haline geldiğinde, beraberinde finansal hedefler, müşteri memnuniyeti, faturalar ve sorumluluklar getirir. O özgür ruhlu tutku, artık profesyonel bir zırh giymek zorundadır.
Gerçek 2: İşin her anı eğlenceli değildir (ve bu çok normal!)
“Sadece eğlenerek para kazanmak” fikri, bu yolculuktaki en büyük yanılgılardan biridir. Harika pastalar yapmayı tutkuyla seven bir şef düşünelim. Evet, o pastayı süslemek, yeni tarifler denemek işin en keyifli %20’lik kısmıdır. Peki ya geriye kalan %80? Bulaşıkları yıkamak, malzeme stoklarını kontrol etmek, tedarikçilerle pazarlık yapmak, Instagram hesabını yönetmek, muhasebe kayıtlarını tutmak... Bunlar tutkunun pek de göz alıcı olmayan ama çarkı döndüren zorunlu adımlarıdır.
Tutkunuzu işe çevirdiğinizde, o işin sevmediğiniz kısımlarını da yapmaya hazır olmalısınız. Başarı, sadece sevilen anlarda değil, o sıkıcı ve zorunlu görevleri de sabırla tamamladığınızda gelir.
Gerçek 3: "Hiç yorulmamak" bir efsanedir. Tanıştıralım: Anlamlı yorgunluk
Belki de en büyük gerçek budur. Tutkulu olduğunuz bir iş için genellikle herkesten daha fazla çalışır, daha çok yorulursunuz. Çünkü o iş artık sadece bir gelir kapısı değil, sizin hayaliniz, bebeğinizdir. Geceniz gündüzünüze karışabilir, hafta sonu tatilinizden feragat edebilirsiniz.
Ancak bu yorgunluk, ruhunuzu emen, anlamsız bir 9-5 mesaisinin yarattığı tükenmişlikten çok farklıdır. Bu, günün sonunda bedeninizi yorsa da ruhunuzu besleyen "anlamlı bir yorgunluktur." Uğruna yorulduğunuz şeyin bir hayale hizmet ettiğini bilmenin verdiği o tatlı bitkinliktir.
Peki, Vazgeçmeli miyiz? Asla!
Sevdiğin işi yapmak; hiç çalışmamak ya da yorulmamak demek değildir. Aksine, uğruna yorulmaya değecek o anlamlı işi bulmak demektir. Zorluklarıyla, sıkıcı anlarıyla ve tüm yorgunluğuyla birlikte, sabah uyandığınızda sizi yataktan heyecanla kaldıran bir amaca sahip olmaktır.
Evet, bu yolculuk önce kendini tanımakla ve o içteki kıvılcımı bulmakla başlar. Ama asıl macera, o kıvılcımı sabır, disiplin ve gerçekçi beklentilerle besleyerek büyük bir ateşe dönüştürme cesaretini gösterdiğinizde başlar.