SON DAKİKA

Türkiye kendi ayağına sıkıyor

Geçen hafta bir aileyi kaybettik. Masum, pırıl pırıl, gurbetçi bir aileyi. Almanya'dan İstanbul'u gezmeye gelmişlerdi. İstanbul'dan memleketlerine uğrayacak, aile büyüklerini ve akrabalarını ziyaret edecek ve Almanya'ya döneceklerdi. Maalesef bunlar olmadı. Çok acı bir şekilde can verdiler. Cenabı Allah cenneti ve cemalini nasip eylesin.

Makalemde süreci nasıl yönettiğimizi sorgulamak istiyorum. Önce dört esnaf göz altına alındı. Gözaltı işlemi yapılır yapılmaz isimleri, dükkanlarının adresleri, sicilleri, geçmişleri internete, haber sitelerine, televizyonlara ve haber programlarına düştü. Resmen, alenen linç edildiler, yargısız infaza uğradılar.

Esnaflardan biri günde 1500-2000 kişiye midye satan bir midyeciydi. Böcek ailesinin dört ferdi dışında hiçbir müşterisi rahatsızlanmamış, şikayetçi olmamış. Yani rahatsızlığın midyeden olma ihtimali yüzde birin bile altında. Midyecinin on küsur yıl önce suç işlediği ortaya döküldü, ‘’zaten yaramazın tekiymiş’’ yorumları yapıldı. Gariban suç işlemiş, yargılanmış, cezasını çekmiş. Tahliye olunca midye tezgahı uydurmuş, ekmeğini taştan çıkarıyor. Bu adam torbacılık yaparken, tetik çekerken, yankesicilik, hırsızlık yaparken yakalanmadı. İşporta tezgahında dört evladının ve eşinin ekmeğini kazanmaya çalışken, midye sattığı dört müşterisi bilinmeyen bir nedenle rahatsızlanıp vefat ettikleri için göz altına alındı. 

Esnaflardan biri günde bin civarında müşteriye fiş kesen bir kafenin sahibi. Anne baba iki çay, çocuklar birer meşrubat içmişler. Aile bireylerinin dördününde zehirlenmesi kafe sahibinin masum olduğunun karinesi. Kaldı ki müşteriler meşrubattan zehirlenseler, kafe sahibi mi suçlu olur meşrubat fabrikasının yetkilileri mi? Kafe sahibini infaz eden medyamız, Türkiye’nin en çok satan meşrubat markasının ismini vermedi. Doğru olanda vermemesiydi. Ama marka ismini geçirmezken o içeceği satan esnafın, bangır bangır suçlanması çifte standart değil mi? 

Bir diğer esnaf kuruyemişçi. Dükkanı turistik bölgede olduğundan, beş kiloluk sandıklarda aldığı lokumları, istenen miktarlarda, çoğu turist olan müşterilerine genelde tattırarak satıyor. Günde iki yüz civarında müşteriye lokum satıyor, iki yüz civarında müşteri de lokum tadıyor ama satın almıyor. Kuruyemişçide sadece anne ve baba lokum tadıyor. İkram edilen nar şurubunu içiyorlar. Zehirlenme lokumdan veya şuruptan olsa sadece anne ve babanın zehirlenmesi gerekmez mi? Bu arada lokumlar meşhur bir markasının mamulleri.

Lokantacı günde 350-400 servis açıyor. Hiçbir müşteri zehirlenmemiş, şikayetçi olmamış. Ailenin iki bireyi kokoreç, biri tavuk döneri ve biri tantuni yemiş. Dördü birden zehirlendiğine göre dört yemekte zehirli olmalı. Başka müşteri zehirlenmediğine göre bu yemeklerin zehirli kısımları aynı aileye tesadüfen denk gelmiş olmalı tabii kasten zehirlenmedilerse. Bu tesadüfün gerçekleşme ihtimali binde birden bile azdır.

Lokantayla kafede geçmişte olaylar çıkmış, kavga dövüş olmuş. Lokantacı ve kafe sahibi karakola gitmişler, gözaltına alınmışlar ve tutanak imzalamışlar. Mahkumiyetleri yok ama onlarda sanki eroin satarken, hırsızlık yaparken ve tacizde bulunurken yakalanmışlar gibi baştan suçlu ilan edildiler.

Türkiye senede 65 milyondan fazla turist ağırlıyor. 65 milyar dolardan fazla turizm gelirimiz var. Dört milyondan fazla vatan evladı ekmeğini turizmden kazanıyor. İstanbul turistlerin üçte birinden fazlasının geldiği en meşhur kentimiz. Ortaköy İstanbul’un turistik bölgelerinden biri. 

Televizyonlarımız bangır bangır bağırdı, gazetelerimiz ve internet sitelerimiz yazdı. Youtube yıldızlarımız özel programlar hazırladı, yorumcularımız haber programlarında günlerce tartıştı. Milyondan fazla paylaşım yapıldı sosyal medyada. Herkes neredeyse fikir birliği halinde suçlamalarda bulundu. Hem de biraz düşünüldüğünde, muhakeme edildiğinde suçsuz oldukları malum olan esnaflara. 

Türkiye; Yahudi, Rum, Ermeni, Hint lobileri ve Fetö başta olmak üzere, düşmanı bol bir ülke. Turizmde güçlü rakiplerimiz olduğu da malum. Türk medyası yazdı, çizdi, konuştu. Görüntüler, yazılar, çarpıcı ifadeler düşmanlarımız ve rakiplerimiz tarafından yabancı medya kanallarına servis edildi. Onlarda gelen materyalleri günlerce yayınladılar. ‘’Türkiye’ye gidilmez, gidenin hayatı tehlikede olur. Restoranlar, kafeler, tatlıcılar zehir satıyor. Otelleri tekinsiz’’ imajı oluşturdular.

Bu arada ailenin kaldığı yer otel değil. Bir girişimci binayı almış birkaç gecelik konaklamalara uygun dairelere dönüştürmüş. İnternet üzerinden pazarlamış. Otel lisansı yok. Zaten mülk sahibinin ‘’burası otel’’ diye bir iddiası da yok. ‘’Dört kişi otelde zehirlendi, vefat etti’’ dediğimizde, yazdığımızda, binlerce otelimizi ve o otellerde çalışanları da zan altında bırakmış olmuyor muyuz?

Belediyeler ve kamu kuruluşları görevlerini hakkıyla yapsalar bu olay yaşanmazdı. Emniyet zanlıları göz altına alabilir, mahkeme tutuklayabilir. Ama ifadelerinin, adreslerinin en ufak detayına kadar sızdırılması, yayınlanması ve zanlıların yargılanmadan infaz edilmeleri yanlış. Otel olmayan bir binaya otel denmesi yanlış. Otel olmayan kuruluşların otel gibi çalışabilmeleri göz göre göre intihar. 

Düşmana koz, Türkiye’ye zarar veriyoruz. Gözümüzden sakınmamız gereken ülkemizi tahrip ediyoruz.