SON DAKİKA

Dijital çağın yeni "milli mücadelesi"

Hakan Özbay 21 Eki 2025

İçinde yaşadığımız yüzyıl, sınırların anlamını yeniden tanımladı. Artık bir ülkenin egemenliği, sadece haritalardaki fiziki çizgilerle korunmuyor.

Finans sistemimiz, enerji santrallerimiz, su barajlarımız, sağlık verilerimiz ve hatta evimizdeki kombi bile, görünmez bir ağ üzerinden dünyaya bağlı. Bu yeni düzende, vatan savunması da kaçınılmaz olarak dijital bir boyut kazandı.

Röportaj yapma fırsatı bulduğum Siber Güvenlik Teşkilatı Derneği Başkanı İbrahim Pehlivan'ın yaptığı tespit, aslında içinde bulunduğumuz durumu çok net özetliyor: "Fiziki sınırımız belli ama manevi sınırımız 2000 kilometre öteden başlıyor. O mesafeden gelebilecek bir füzeyi tespit edemiyorsak vatanı koruyamayız."

Geldiğimiz noktada "siber güvenlik", IT departmanlarının ilgilendiği teknik bir detay olmaktan çıkıp, "milli bağımsızlık" meselesine dönüşmüş durumda.

Tüketici olmaktan üretici olmaya

Yıllardır teknoloji alanındaki konumumuz, genellikle "takip eden" ve "kullanan" bir yapıda oldu. Yurt dışında geliştirilmiş sistemleri, yazılımları ve altyapıları kendi hayatımıza entegre ettik. Ancak “Vatan savunması artık siber güvenlikle başlıyor” başlıklı haberimde de altı çizildiği gibi, bu edilgen konum, ciddi güvenlik zafiyetlerini de beraberinde getiriyor.

Basit bir kural var: Bir sistemi kim kurduysa, onun zafiyetlerini ve "arka kapılarını" da en iyi o bilir.

Eğer "e-Devlet şifreleri çalındı" gibi endişeleri bile duyuyorsak, bunun temel nedenini, teknolojiyi sadece öğrenme ve entegre etme aşamasında kalmamızda aramalıyız. Kendi yerli ve milli sistemlerimizi kurup, teknolojiye "yön veren" aktör olmadığımız sürece, dijital kalemizin anahtarlarını başkalarına teslim etmiş oluruz. Siber Güvenlik Mühendisliği bölümlerinin açılması elbette değerli, ancak bu yarışta "geç kalan" değil, "oyun kuran" olmalıyız.

Peki, bu stratejik dönüşüm nasıl olacak? Cevap, sandığımızdan çok daha temelde yatıyor: Eğitim.

Ancak üniversite seviyesinde açılan bölümler, bu büyük resmin sadece bir parçası. Asıl devrim, ilkokul sıralarında başlamak zorunda. Bugün çocuklarımız, "Nesnelerin İnterneti" (IoT) denilen bir dünyada büyüyor. Akıllı televizyonlar, garaj kapıları, hatta oyuncaklar bile internete bağlı. Her bağlı cihaz, potansiyel bir güvenlik riski taşıyor.

Çocuklarımıza ilkokulda matematik, Türkçe öğretir gibi "dijital hijyen" ve "temel siber farkındalık" öğretmek zorundayız. Bu temeli sağlam atarsak, lise ve üniversiteye gelen gençlerimiz, sadece kod yazan teknisyenler değil, stratejik düşünen "siber generaller" olarak yetişir.

Türkiye'nin genç ve teknolojiye meraklı nüfusu en büyük gücümüz. Ancak bu yeterli değil. İbrahim Pehlivan'ın dile getirdiği gibi bize kalabalık bir "bilişim ordusu" kadar, bu orduyu yönetecek, düşmanın hamlesini öngörecek vizyoner beyinler lazım.

Kuantum ve uzay

Bugünün savunmasını planlarken, yarının tehditlerini göz ardı edemeyiz. Beşinci nesil savaş uçaklarını konuşurken, yedinci nesli hayal etmeliyiz. Bilişimde de durum farksız. Yapay zekayı yeni yeni çözümlerken, ufukta "Kuantum Çağı" beliriyor. Kuantum bilgisayarlar, bugünün en karmaşık şifreleme sistemlerini saniyeler içinde kırabilecek bir güç demek. Ardından ise uyduların ve gezegenler arası iletişimin güvenliğini gerektirecek "Uzay Çağı" geliyor. Tüm bu geleceğin temeli, bugün siber güvenliğe yapacağımız yatırımla atılacak.

Bu mücadele, sadece devletin veya ordunun değil, tüm toplumun omuzlaması gereken milli bir sorumluluk. İbrahim Pehlivan’ın özel sektöre yapmış olduğu çağrı bu yüzden çok kritik: Şirketlerin, ödeyecekleri vergilerin bir kısmını bu alanda çalışan Siber Güvenlik Teşkilatı’na bağışlayarak "siber geleceğe" yatırım yapması, bu mücadelenin finansal yükünü de tabana yayacak.

Sözün özü; siber vatanın, fiziki vatandan ayrılmaz bir parça olmadığını kabul edeceğiz. Bu vatanın savunması, ilkokuldaki çocuktan holding yöneticisine kadar topyekûn bir seferberlik gerektiriyor. Çünkü geleceğin bağımsızlığı, kodlarla ve dijital kalelerle yazılacak