Küresel rüzgârlarda Türkiye'nin yelkenleri
Küresel Rüzgârlarda Türkiye'nin Yelkenleri ne durumda ya da 2026'ya doğru stratejik dengeyi nasıl sağlarız.
2025 yılının son çeyreğinde, dünya ekonomisi “yeni normalin” derinlemesine yerleştiği bir döneme girdi. Faizler düşüyor, tedarik zincirleri yeniden haritalanıyor, yapay zekâ üretkenliği dönüştürüyor ve iklim krizi artık yalnızca bir risk değil, yatırım stratejilerinin merkezinde bir fırsat haline geldi. Bu küresel rüzgârlar, Türkiye’yi de doğal olarak etkiliyor. Soru şu: Türkiye, bu dönüşüm dalgasında yalnızca sürüklenen bir sandal mı, yoksa yönünü bilen bir yelkenli mi olacak. Bugün bu konuyu sizinle tartışacağım.
Küresel yumuşama, Türkiye’ye fırsat olabilir
ABD Federal Rezervi ve Avrupa Merkez Bankası’nın faiz indirimlerine başlamasıyla birlikte küresel likidite 2026’da artacak. Bu, dış finansmana bağımlı ekonomiler için nefes alma fırsatı anlamına geliyor. Ancak dikkat: bu fırsattan yararlanmak, makroekonomik güvenilirliğin sağlam temellere oturmuş olmasıyla doğrudan ilişkili. Şubat 2024’ten bu yana izlenen daraltıcı para politikası, yıllık enflasyonu yüzde 60’ların altına indirmeyi başardı. Ancak bu seyahat henüz yarım. 2026’da Türkiye’nin dış dünyadan “istikrarlı, öngörülebilir ve güvenilir” olarak görülmesi, sermaye girişlerini ve yatırım iklimini doğrudan etkileyecek.
Bölgesel etkiler: Komşularla yarış, Avrupa ile uyum
Türkiye’nin bulunduğu coğrafya, jeoekonomik açıdan giderek daha rekabetçi hale geliyor. Balkanlar’da yeşil sanayi yatırımları hızla artıyor; Orta Doğu ülkeleri stratejik rezervlerini teknoloji ve altyapıya aktarıyor. Türkiye ise hem bu bölgelerle ticari bağlarını derinleştirmeli hem de Avrupa Birliği’nin “karbon sınır vergisi” (CBAM) gibi yeni düzenlemelerine karşı sürdürülebilir üretim kapasitesini yükseltmeli. Aksi takdirde, ekonomik entegrasyon sürecinde dışlanma riskiyle karşı karşıya kalabilir. Türkiye’nin enerji ithalatına bağımlılığı, cari açığı baskı altında tutmaya devam edecek. Ancak ihracatta teknoloji ve yüksek katma değerli ürünlere kayma eğilimi örneğin savunma sanayii, yazılım, yeşil enerji teknolojileri, cari dengede iyileşmeye katkı sağlayabilir.
2026 için üç ana strateji önerisi
Para Politikasında Tutarlılık, Maliyede Disiplin: Faiz indirimleri 2026’da gündem olacak olsa da, enflasyon beklentileri hâlâ yüksektir. Merkez Bankası’nın bağımsızlığı ve şeffaflığı, yalnızca rakamlarla değil, iletişimiyle de sınanacak. Aynı dönemde bütçe açığının kontrol altında tutulması, dış algının iyileşmesi için kritik.
Dijital dönüşümde “hızlı uyarlanma:” Yapay zekâ, yeşil enerji ve elektrikli ulaşım gibi alanlarda kamu-özel iş birlikleriyle teknoloji transferini hızlandırmak, Türkiye’yi “düşük katma değerli üreticilik” damgasından kurtarabilir. Özellikle KOBİ’lerin bu dönüşüme dahil edilmesi, istihdam ve ihracat dengesini güçlendirecektir. Coğrafi Avantajı Stratejik Kullanmak: Türkiye, Asya-Avrupa arasındaki enerji ve lojistik koridorunda doğal bir köprü. Bu konumu, yalnızca transit değil, aynı zamanda değer yaratma merkezi haline getirmek mümkün. Örneğin, kritik minerallerin işlenmesi, yenilenebilir enerji ekipmanlarının üretimi gibi alanlarda bölgesel üretim merkezleri oluşturulabilir. 2026 yılı, Türkiye için bir “önemli viraj” olacak.
Küresel ekonomi artık tek boyutlu değil; çok kutuplu, çok renkli ve çok hızlı. Bu akıntıda ayakta kalmanın sırrı, geçmişteki deneyimlerden ders almakta, bugünkü kararları geleceğe dönük inşa etmekte ve en önemlisi, istikrarı geçici bir durum değil, kalıcı bir strateji haline getirmekte yatar. 2026 yılı, Türkiye ekonomisi için istikrarın pekişme yılı olabilir. Enflasyonun düşüş eğilimi devam ederse, büyüme ve istihdamda toparlanma baş gösterebilir. Ancak bu süreç, politika tutarlılığına ve küresel koşullara oldukça hassas kalacaktır.