SON DAKİKA

Mini Körfez turu

Cumhurbaşkanı Erdoğan, geniş katılımlı bir heyet ile mini bir Körfez turu yapıyor. Bu yazı yazılırken henüz turun son ayağı, Umman ziyareti gerçekleşmemişti; ancak beklentiler son ayak için de daha önceki ayaklardan farklı değildi.

Sıcak karşılama, bölgede iş birliği mesajı ve ikili ilişkileri derinleştiren iş birliği ve ortaklık anlaşmaları. Bu açıdan, bu tur Türkiye-Körfez ilişkilerinin genel dinamiğine uygun. 1980’lerde Ankara ve Körfez başkentleri arasında ilişkiler genişlemeye ve derinleşmeye başladığında ilk odak noktası ekonomiydi. Körfez’in Ortadoğu’nun yatırım lokomotifi ve sıcak para kaynağı olarak görüldüğü yıllarda olmasak da iktisadi gücünün farkındaydık. Türkiye de yeni pazarlara ihtiyaç duyuyordu. İki tarafın ilişkileri çeşitlendirme ihtiyaçları böylece çakıştı. Dahası hem Körfez hem de Türkiye, Batıyla müttefik statükocu güçleri temsil ediyorlardı ve iktisadi açıdan ikili ilişkilerin Körfez ülkeleriyle Türkiye arasında gelişmesi güvenli bir çeşitlendirme tercihiydi. Ancak 1980’ni izleyen onlarca yıl boyunca bu iktisadi dinamiğe bir güvenlik boyutu eklenmedi. Körfez’in güvenlik ortaklıklarını çeşitlendirme çabası 2010’lardan itibaren gerçek bir mesele haline gelmektedir.

Ekonomik iş birliğine güvenlik ihtiyacı ekleniyor

Ankara’nın Körfez’de bir güvenlik ortağı hatta güvenlik sağlayıcısı olarak görülme dönemi de böylece 2010’larla beraber başlar. Türkiye-Körfez ilişkilerinde fırsat penceresi, ancak, fırtınaların arasında açılır. Konjonktür, Körfez’in ABD’nin niyetlerini sorguladığı bir dönemi işaret eder. ABD’nin Irak’ı işgali bir yandan Körfezi rahatlatmıştır ama bir yandan da İran’ın önünü Ortadoğu’da açmıştır. Elbette tüm Körfez ülkeleri İran konusunda aynı duyarlılığa ya da korkulara sahip değildir. İran ve Şii etkisi konusunda her zaman istim üzerinde yaşayan Bahreyn ya da Yemen nedeniyle İran destekli milisler konusunda hassasiyet yaşayan Suudi Arabistan ile İran ile ticareti hiç kesmeyen ve Şii/Fars ulusötesi ticaret ağının topraklarında işlemesini önemseyen BAE, Umman ya da Katar’ın hassasiyetleri elbette bir olmaz. Fakat İran’ın ileride savunma stratejisinin (milis güçler ile füzeler) Körfez farkındadır. Obama Yönetimi İran ile anlaşıp, Arap Baharı esnasında müttefiki Arap rejimlerini başta terk etmiş gibi göründüğünde Körfez’de alarm zilleri daha yüksek çalmaya başlar. İşte bu ziller, kulakları sağır edercesine çalarken Ankara, Körfez için bir güvenlik ortağı haline gelir. İran’ın sınırlandırılmasını Körfez kadar Türkiye de önemsemektedir, Ankara’nın Batıya/NATO’ya entegre güçlü bir ordusu vardır ve savunma sanayinde büyük atılımlar yapmak istemektedir. 

Körfez semalarında eski-yeni fırtınalar

Türk yetkilileri Kuveyt ve Katar gibi Körfez ülkelerinde askeri üsse sahip olmak, Batılı ellerde yetişen Körfez ordularının eğitiminde katkıda bulunan aktörlerden biri olmak için ciddi bir savunma diplomasisi yürütürler. Bu diplomasi meyvesini verir, fırsat penceresi açılır ama fırtınanın geldiği de manzaradan bellidir. Sonuçta fırtına 2017’de Körfez’i ikiye bölen bir tsunamiye neden olur, tsunaminin adı Katar krizidir. İki neden fırtınayı güçlendirir. İlki Körfez ülkeleri ile ilgilidir. Körfez, Ortadoğu’nun kenarında sadece para ile anılır olmaktan sıkılmıştır. Suudi Arabistan hep iddialı bir aktördür ama Irak, Suriye ve Mısır gibi geleneksel Arap devletlerinin zayıflaması BAE ve Katar gibi yeni iddialı aktörlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. İkinci neden, zamanın ruhu ile ilgilidir. Arap Baharı sokakların gücünü de ortaya çıkardığı için Körfez ideolojik olarak o günün sokaklarını tehlike olarak gören ve görmeyenler arası ikiye bölünür. Bu bölünmede Katar’daki üssü ve Arap Baharındaki tercihleri dolayısıyla Türkiye hem bir güvenlik sağlayıcısı hem de bölünmenin bir tarafı haline geldi. ABD ve İsrail’in ittirmesi ile (çünkü Araplar zayıflamış ve İran’ı sınırlandırma hayali ciddiyet kazanmıştı) bu bölünme Suriye- Doğu Akdeniz- Libya (Kuzey Afrika)- Sudan (Afrika Boynuzu) hattında rekabete dönüştü. Ankara, Körfez’in hem güvenlik ortağı hem rakibi olarak görüldüğü bu ironik ilişkiyi Katar krizinin sona ermesini fırsat bilerek dönüştürmeye başlar. Fırsat penceresi yeniden açılmaktadır ve dışarıda Körfez üzerindeki fırtına dinmiş görünmektedir. Bu arada Türkiye, Körfez’in en iddialı aktörleri ile, yani Suudi Arabistan ve BAE ile, arayı düzeltir. Asayiş tam berkemal, hadi ticarete bakalım denecekken Aksa Tufanı gelir, yeni ve daha şiddetli bir fırtına Gazze üzerinde patlar.

Bu yeni fırtına Türkiye-Körfez ilişkilerine yeni bir boyut getirecektir ve bu boyut ekonomi-güvenlik ekseninde giden ilişkileri gerçekten derinleştirme potansiyeline sahiptir. Ortadoğu fırtına ve tufanlardan ezilmiş halde İran-İsrail, İran-ABD, İsrail- hemen hemen herkes kapışmasına yakalanır. Yer-gök ezilir, toz dumana karışır. Bu toz dumanın dindirilmesi, insani yardım, yeniden inşa ve ihya konularını bölgenin önüne en önemli mesele olarak koyar. Toz-dumana karıştığından, İsrail ve İran statükoyu sarsıp durduklarından herkes herkesin caydırıcılığını sorgular hale gelir. Bu sorgulamalar arasında Türkiye dışında herkes en az bir-iki kere vurulur. Dolayısıyla istihbarat koordinasyonu, arabuluculuk ve çatışma çözümü birden çok önemli hale gelir. İran-İsrail-ABD kapışmasının dışında kalıp ihya-inşa-arabuluculuk üzerinden bölgesel düzeni toparlamaya çalışanlar, yani Türkiye ve Körfez ülkeleri, ekonomi ve güvenlik işbirliği dışında, bölgesel düzen en azından istikrar için koordinasyon kurmayı, ortak bir anlayış için pozitif gündemi öncelemeyi önemser hale gelirler. Suriye ve Gazze, Türkiye-Körfez ilişkilerinde fırsat penceresinin açıldığı manzara. Manzaranın daha iç açıcı olması için zamana, çabaya ve işbirliğine ihtiyaç var tabi. 

Mini Körfez turu

Bu açıdan şahit olduğumuz mini Körfez turu önemli mesajlar içeriyor. Bu çerçevede Katar’a ayrı bir parantez açmak gerek, çünkü Katar hem iddialı hem de arabulucu bir aktör. Türkiye’nin askeri gücünü tamamlayan iktisadi bir güce sahip (Türkiye-Katar hattında işbirliğinin etkili sonuçlar üretebildiğini de Libya örneğinde görmüştük.) Dahası iki aktör bölgesel düzenin dengeleri ve mekanizmaları konusunda tam olmasa da kısmi fakat son derece işlevsel bir uyuma sahip. Türkiye bu uyumun öneminin farkında ama bu uyumun -yine en azından işlevsel düzeyde tüm Körfez aktörleri ile yakalanmasını da arzu ediyor. Türk-Arap ekseninde yeni bir dinamizm yakalanması için bir şans olur böyle bir uyum. Körfez’in Batı ve İsrail ile olan fırsatçı ilişkilerinin de bir risk haline gelme olasılığı da bu şekilde sınırlanabilir. Umman ve Kuveyt hem Körfez içi dengeler çerçevesinde hem de Ortadoğu’da farklı farklı kutuplar arasında arabuluculuk, denge ve ılımlı ilişkiler kurma ile ünlenmiş aktörler. İddialı olmaktan ziyade olgun davranmakla ve orta yolu bulmakla tanınıyorlar. Ankara, iddialı aktörlerle iddialı işbirlikleri geliştiriyor ya da geliştirmeye çalışıyor zaten, Körfez’in bu olgun, dengeli aktörleri ile ilişkileri aynı hızda götürerek Körfez güvenliği ve istikrarına bütüncül baktığını da göstermiş oluyor. Sözün özü, Cumhurbaşkanı’nın Körfez turu belki mini ama verdiği ve ima ettiği mesajlar oldukça büyük fırsat pencerelerini işaret ediyor.