SON DAKİKA

Miras mı, manipülasyon mu?

Murat Ingin 07 Ara 2025

Müzik endüstrisi, teknolojik dönüşümlerle her zaman yeniden şekillenmiştir. Ancak bugün tartıştığımız konu, yalnızca bir yenilik değil; sanatın, hafızanın ve etik sınırların kesiştiği son derece hassas bir mesele: Yapay zekâ ile hayatını kaybetmiş sanatçıların sesini yeniden üretmek.

Bu durum, hem ekonomik hem kültürel hem de ahlaki bir fay hattını tetikliyor.

Son yıllarda gelişen ses klonlama teknolojileri, yaşayan sanatçıların vokallerini birebir taklit edebilir hale geldi. Fakat tartışmanın asıl yanan noktası, vefat etmiş sanatçıların seslerinin “yeniden” şarkı söylemesi. Bir yandan müzik endüstrisinin ekonomik iştahını kabartan bu gelişme, diğer yandan kültürel mirasın etik kullanımını tartışmaya açıyor. Çünkü mesele sadece ticari bir proje değil; bir insanın, bir sanatçının, bir sesin ölümden sonra nasıl temsil edildiğiyle ilgili.

Ekonomik açıdan bakıldığında tablo net: Hayatta olmayan sanatçıların katalogları müzik sektöründe dev bir pazar oluşturuyor. Örneğin, katalog satışları son yıllarda rekor seviyelere ulaştı ve şirketler geçmişin efsanelerine yatırım yapmayı güvenli liman olarak görüyor. Bu pazarın üzerine bir de yapay ses teknolojisi eklendiğinde, sektörün ilgisinin neden arttığını anlamak zor değil. Bir sanatçının yeni şarkı çıkaramaması artık engel değil; yapay zekâ sayesinde “sonsuz üretilebilir bir varlık” hâline geliyor.

Ancak işte tam da burada etik debat başlıyor: Bir sanatçının ölümünden sonra üretilen bir şarkı, ne kadar “onun” sayılabilir? Sözlere, duygusuna, niyetine ne kadar sadık kalınabilir? Ve en önemlisi: Bu üretime kim izin veriyor?

Kimi uzmanlara göre, bu süreç sanatçının varlığını bir marka haline getirip onu sonsuza kadar ekonomik bir değer olarak konumlandırıyor. Müzik şirketleri açısından bu bir fırsat; sektörün riskini azaltan, sürekli talep gören bir kaynak. Fakat burada büyük bir tehlike var: Sanatçının “kişisel bütünlüğünün” tamamen ticari bir enstrümana dönüşmesi. İnsan sesinin, biyolojik bir varlığın değil de dijital bir varlığın parçası haline gelmesi.

Öte yandan kültürel boyutu da göz ardı edemeyiz. Çünkü bu yalnızca bir ses değil; toplumun hafızasında yer edinmiş, kuşaklar arası duygusal bir bağ kurmuş bir miras. Yapay zekâ ile yeniden üretilmiş bir şarkı, nostalji hissini tetiklese de gerçekte bir “yeniden canlandırma” değil, bir “yeniden kurgulama”. Bu fark kimi dinleyici için önemsiz olabilirken, kimisi için de manipülatif veya saygısız bir müdahale olarak görülebilir.

Etik çerçevede tartışılması gereken bir diğer konu, rızanın niteliği. Sanatçı yaşarken böyle bir kullanım için izin vermediyse, ölümünden sonra alınan aile veya şirket onayı gerçekten yeterli olabilir mi? Hukuki süreçler bu soruyu prosedürel düzeyde çözebilir, ancak ahlaki boyut her zaman çok daha karmışık. Bir sanatçının sanat üretme motivasyonu, ruh hali, hayattaki inançları yapay zekâ tarafından simüle edilebilir mi? Yoksa sadece sesin kabuğu alınıp içi boşaltılmış bir ticari ürün mü yaratılıyor?

Bu tartışmaların ortasında müzik ekonomisi yeniden şekilleniyor. Yapay ses teknolojileri, yeni yaratıcı fırsatlar sunuyor; remix kültürü genişliyor, tribute projeleri yeni formlar buluyor, geçmişle gelecek arasında hibrit bir estetik oluşuyor. Fakat sektör bu teknolojileri benimserken bir denge kurmak zorunda: Yeniliğin sunduğu ekonomik potansiyeli değerlendirirken etik sınırları ihlal etmemek.

Belki de bu noktada yapılması gereken, yapay ses kullanımını şeffaflaştırmak, etik kodlarla ve sektör içi standartlarla çerçevelemek. İzinsiz klonlamayı, manipülatif içerikleri, ticari sömürüyü engelleyecek uluslararası normlar oluşturmak. Çünkü teknoloji gelişecek; bunu durdurmak mümkün değil. Ama teknolojinin insanlık değerleriyle uyumlu kullanılması tamamen bizim elimizde.

Ölen sanatçıların sesinin yapay zekâ ile yeniden hayat bulması, müzik endüstrisinin geleceğini derinden şekillendirecek bir kavşak noktası. Bu kavşakta hem ekonomi hem etik hem de kültürel hafıza açısından doğru kararları vermek zorundayız. Aksi hâlde, müziğin en insani yönü olan duygusal bağ, yerini dijital bir illüzyona bırakabilir.