Trump- Salman görüşmesi: Kısa bir değerlendirme
Beyaz Saray'a davet edilip övgülere mahzar olan liderler halkasına son olarak Muhammed bin Salman (MBS) eklendi.
ABD’nin eski yeni Ortadoğu planlarında Suudi Arabistan her zaman önemli bir aktör ve faktör olmuştur. Trump’ın ilk döneminde Katar’a karşı ambargo üzerinden, İran’a muhalefet, Müslüman Kardeşlere muhalefet üzerinden Körfez ve Ortadoğu ikiye bölünmeden hemen önce Trump ile beraber Suudi Arabistan’ın o dönemki lideri de meşhur “küreye” el basıyordu. Köprünün altından elbette çok sular aktı ama Trump liderliğindeki Beyaz Saray’ın Suudi Arabistan liderine verdiği önem bize bazı şeyler söylüyor. Çıkartacağımız bu sonuç, MBS-Trump zirvesinin somut çıktılarından bağımsız okunamaz elbette.
ABD’nin dostu olmak
İlk çıktı Trump’ın Salman’a yönelik bir meşruiyet sağlama girişiminde bulunduğu yönündeki değerlendirmelerin bir devamı. Trump’ın hem devlet protokolü açısından, hem MBS’ye yönelik övgüleri açısından hem de Suudi Arabistan’ın kültürel/politik varlığına yönelik saygı açısından (kimse MBS’den takım elbise giymesini beklemedi, ayrıca MBS bu konu hakkında şaka dahi yapabildi) MBS’yi çok sıcak karşıladığı herkesin malumu. Bunu MBS’nın Suudi Arabistan’da gerçekleştirdiği reformlara ve Washington’a akıttığı paraya bağlayanlar var. Bunu MBS’nin bölgede izlediği stratejiye (direniş eksenine ve tabi ki direniş olgusuna uzak ama Müslüman dünyanın vekalet savaşlarının içerisinde ve Şii ekseniyle de kimi zaman sopa kimi zaman havuç üzerinden temas içinde olmasına) bağlayanlar var. Bunların hepsi bir şekilde etkili olmuştur, Ortadoğu’daki çatışmalara ve istikrar eylemlerine harcayacak parası olması da etkili olmuştur. Fakat Trump’ın MBS’nin kimliği üzerinden Riyad’a sağladığı meşruiyet alanı bölge ya da Suudi Arabistan toplumu nezdinde olmaktan ziyade ABD toplumu, Suudi Arabistan- ABD ilişkileri nezdindeydi. Kırk dakikalık basın toplantısında alınan sorular, özellikle 11 Eylül ve Kaşıkçı cinayeti ile ilgili olanlar, MBS’nin bunlarla ilgisi olmadığı yönünde Trump’ın onaması ile cevaplandı. Riyad’ın ne söylediği ve Washington’un ne duyduğu değildi konumuz, Washington'un Riyad hakkında ne söylediğiydi. Trump, “iyi bir çocuk” olan MBS’nin elini her nerede olursa bulup sıkacağını söyledi, hatta laf arasında Kaşıkçı cinayetini biraz rasyonelleştirdi. ABD’ye çok büyük paralarla ve alışveriş listesiyle (enerji şirketleri, teknoloji şirketleri, haber/eğlence kanalları vb) gelen bir lideri kapıda eğilerek karşılayan akıllı bir satıcı görüyor çoğu kişi Trump’a baktığında. Bense bunun yanında Riyad’a ABD pazarına girme izni ve ayrıcalığı verildiğini, bunu sağlarken de Trump’ın Riyad’dan ABD’nin dostu olarak bahsetmek istediğini görüyorum.
Savunma iş birliği
İkinci çıktı, tam burada devreye giriyor: Suudi Arabistan, Bahreyn ve Katar’ın ardından ABD’nin NATO dışı müttefiki statüsü ile taçlandırıldı. Bu statü Riyad’a ABD savunma sektöründe kritik bazı teknolojilere avantajlı koşullar üzerinden ulaşma imkânı verecek. Elbette ABD’nin ikili müttefiklik ilişkileri NATO gibi kurumsallaşmış müttefiklik ilişkilerinden çok az daha güvenilirdir. ABD bu ilişkiler çerçevesinde oluşturulan müzakere ve pazarlıklarda daha fazla esnekliğe sahiptir. Yine de savunma, yapay zekâ, uzay, yarı iletkenler, enerji, nükleer işbirliği gibi konularda kapasite artırımına mecbur bir aktör olduğunuzu Riyad gibi düşünüyorsanız her halükârda ABD’nin müttefiki olarak zikredilmek önem kazanacaktır. ABD ve Riyad, bu statü edinimine pareler olarak bir stratejik savunma anlaşması imzaladılar. Anlaşmanın neyi kapsayıp neyi kapsamadığını göreceğiz ama şimdilik Trump’ın Abraham tankları ve F35 jetlerinin satışı ile ilgili kararını pozitif yönde verdiği söyleniyor. F35 meselesi, İsrail’in hassasiyeti nedeniyle Tel Aviv’e yönelik bir dengeleme olarak okundu. Olayın tek bir boyutu yok. Öncelikle ABD-İsrail ortaklığının dayandığı en önemli temellerden biri: İsrail’in büyük oranda ABD tarafından inşa edilen teknolojik üstünlüğünün korunmasıdır. İsrail, kritik teknolojilerin bölge ülkeleriyle, ABD müttefiki dahi olsa paylaşılmasını istemez. Bu isteksizliğe rağmen İsrail, kimi zaman belirli teknoloji paylaşımlarının kendi eliyle ya da ABD eliyle bölgedeki bazı ABD müttefikleriyle gerçekleşmesini engelleyememiş ya da durumu kabul etmek zorunda kalmıştır. Tel Aviv, uzun bir süredir İran’ın dengelenmesi mücadelesi içerisinde, Suudi Arabistan’ın bir şeyler alabileceğinin farkındaydı. Hatta bütün bu Gazze meselesi başlamasaydı, Tel Aviv Suudi Arabistan’ın bazı kritik bilgi ve teknoloji erişimini kabul etmiş görünüyordu. Sonra araya Gazze soğukluğu girdi, sonra Tel Aviv, gitti Doha’yı ve Tahran’ı vurdu, sonra Riyad Pakistan ile kolektif savunma paktı imzaladı. Dolayısıyla Riyad’ın pazarlığı yukarıdan açabilecek derecede rahatsız olduğu gelişmeler yaşandı.
ABD’nin İbrahim Anlaşmalarını basit bir normalleşme ön koşulu olarak Riyad’ın önüne koyamadığını görüyoruz. İsrail merkezli bir pazarlıktansa ABD, Washington merkezli bir pazarlık yapıyor. Tabi-ki bu pazarlığın İsrail’e yansımaları olacak ama İsrail’in arzuladığı kadar düz bir yansıma olmayacak bu. İsrail’in hemen Riyad’ın artan kapasitesinden rahatsız olması için bir neden yok. Yine de İsrail-Suudi Arabistan normalleşmesi için Filistin devletine yapılan vurgu Tel Aviv’i rahatsız etmiştir. Bu vurgu, Riyad’ın bugünün ve geleceğin bölgesinde başka şeylere oynadığını ve bölgenin başka istikrarlaştırıcı aktörleri ile işbirliği yapabileceğini gösteriyor. Nitekim, Riyad, Sudan’da çatışmaların durması için HDK’ye (Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail dahil pek çok aktörün desteklediği) baskı yapılması adına ABD’yi yardıma çağırdı. Trump da konuyla ilgileneceğini söyledi. Sözün özü, Riyad gelecekte bölgede başka hayaller pek ala kurabilir. ABD, bu hayaller kurulmasın diye Riyad’ı sağlam kazığa bağlamak istiyor ve artık İsrail’in çok sağlam kazık olmadığı görülüyor.
Nükleer mesele
Bağlanılan kazık demişken, ABD-Suudi Arabistan 123 Anlaşmasına yani nükleer işbirliği anlaşmasına ne demeli. Çok önemli ama içeriği konusunda çok belirsizlik var. Riyad’ın nükleer zenginleştirme konusunda çok hevesli olduğu, Moskova’nın, Beijing’in kapısını çaldığı, Pakistan ile yakın temasta olduğu biliniyor. ABD bu işbirliğini, teknoloji paylaşımı, silah satışı, nadir toprak elementleri anlaşması gibi çok kritik unsurlar barındıran bir paketin içine koydu. Her şey her şeyle bağlantılı hale geldi. Bu yüzden Riyad kazandı demek dışında ne kazandığını net çıkartamıyoruz. Örneğin kritik bilgi, zenginleştirme ve nükleer yakıt üretimi konusunda ne kadar serbestlik kazandı? ABD, denetimi hangi araçlar ya da direk reaktör üzerinden mi sağlayacak? Bu sorular İran nükleer krizi dosyası açıkken o kadar önemli ki. Şimdilik sadece İran’ı bombalayan pilotların, MBS’nin yüzü seğirirken, toplantı odasına çağırılması bir tesadüf değildi diyelim. Gazeteciler, MBS’nin memnuniyetsizliğini Tahran-Riyad yumuşamasına bağladılar. Bense diyorum ki; Trump şöyle dedi: Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla.