Çürüme
Bir ormanı gezerken gördüğünüz heybetli ağaçların sessiz gücüne hayran kalırsınız. Yüzlerce yıl orada duran, fırtınalara direnen o sarsılmaz gövdeler, ölümsüzlüğün birer anıtı gibidir.
Oysa botanik bilimi bize daha farklı, daha acımasız bir gerçeği öğretir: En güçlü ağaçlar bile en sinsi düşmanlar tarafından, her zaman içeriden fethedilir.
Bu yıkımın en kusursuz örneklerinden biri, "öz odun çürüklüğü" olarak bilinen hastalıktır. Ağacın merkezinde bulunan, ona asıl yapısal direncini veren cansız ve sert katmana öz odun denir. Bu katman, ağacın bel kemiğidir. Parazit mantarlar, ağacın kabuğundaki en küçük bir yarayı, bir çatlağı veya zayıf bir anı kollar. O kapıdan içeri sızdıklarında ise hedefleri, ağacın yaşayan ve besin taşıyan dış katmanları değil, doğrudan o sağlam ve savunmasız çekirdeğidir.
İçeri giren mantar, miselyum adını verdiğimiz, ipliksi ve görünmez ağlarını dokumaya başlar. Bu ağ, ağacın damarlarında sessizce ilerler, öz odunu yavaş yavaş parçalar, onu süngerimsi ve dayanıksız bir posaya dönüştürür. Tüm bunlar olurken, ağacın dış kabuğu hala sağlam, yaprakları hala yeşil olabilir. Dışarıdan bakan biri için her şey yolundadır. Ancak ağaç, farkında olmadan, içten içe oyulmuş, taşıdığı gücü sömürülmüş bir kabuktan ibaret hale gelmiştir. Kendi ağırlığını bile taşıyamayacak o son ana kadar ihaneti fark etmez.
Doğanın bu kusursuz ve acımasız biyolojisi, insan topluluklarının ve kurumlarının da kaderini yazar. Fikri çürüme de tıpkı öz odun çürüklüğü gibi işler.
Her şey, yapının kabuğunda oluşan küçük bir taviz çatlağıyla başlar. Üç kuruşluk bir menfaat için feda edilen bir prensip, görmezden gelinen bir yalan... Bunlar, parazitin içeri sızmasına izin veren o ilk yaralardır. O andan itibaren, ihanetin görünmez miselyum ağı, kurumun temelini oluşturan güven ve sadakat dokusunu kemirmeye başlar. Fısıltılar, gizli anlaşmalar ve arkadan dönen dolaplar, o yapıyı bir arada tutan en temel ilkeleri, yani öz odunu, yavaş yavaş eritir.
Çürüme başladığında, insanın dili de değişir. "Onur", "sadakat", "dostluk" gibi kelimeler artık bir ağırlık taşımaz; sadece durumu idare etmek için kullanılan boş seslere dönüşür. Hafızasını yitirir; dün "kardeşim" dediğine bugün pusu kurar, dün yediği ekmeğin hürmetini unutur. Çevresinde kendi çürümüşlüğünü onaylayan fısıltılar biriktirir ve çok geçmeden o dedikodu çukurunu kendine konforlu bir yuva zanneder.
Fikri çürümenin en ileri safhası, ahlaki körlüktür. Parazit, taşıyıcısının beynine sızmıştır. Kişi artık doğru ile yanlışı ayırt edemez. Kendi ihanetini bir "hak arayışı", kendi hırsızlığını bir "mağduriyet" olarak pazarlamaya başlar. Sağlam duran her şeyi, kendi zayıflığını hatırlattığı için bir tehdit olarak görür.
Ve sonunda, tıpkı o ağaç gibi, dışarıdan bakıldığında hala bir "insan" formundadır ama içi tamamen boştur. Onu bir zamanlar değerli kılan tüm fikirler, ilkeler ve erdemler ölmüştür. Geriye sadece en ilkel güdülerle hareket eden, etrafına kendi hastalığını bulaştıran yürüyen bir çürüme kalır.
Ormanın kanunu kesindir: İçi oyulmuş bir ağaç, sadece devrilme riski taşımaz; aynı zamanda taşıdığı parazit sporlarını rüzgarla etrafa saçarak tüm sağlıklı ağaçlar için bir salgın tehdidi oluşturur. Bu yüzden o ağacı kesip ayırmak bir katliam değil, ormanın ekosistemini korumak için yapılması gereken zorunlu bir eylemdir.
Bu, bir ceza çağrısı değil, bir doğa kanununun hatırlatılmasıdır.