SON DAKİKA

"Küresel talimatla yerli çevre korunmaz"

Uzun süredir kamuoyunda tartışılan ve birçok yönüyle eleştirilen İklim Kanunu, Meclis'ten geçti. Artık hayatımızda yasal bir iklim düzenlemesi var. Ancak bu gelişme, toplumda belirsizlik ve endişeyi de beraberinde getirdi. Vatandaş, "Şimdi ne olacak?" sorusunu soruyor.

Daha önce defalarca dile getirdim: Bu yasa, Türkiye’nin yerli ve milli ihtiyaçlarından değil, küresel baskılardan kaynaklıdır. Dünya genelinde çevreyi en çok kirleten ülkeler; Çin, Rusya, ABD ve Almanya’dır. Türkiye ise sera gazı salınımında bu ülkelerin çok gerisindedir. “Dünya ısınıyor, iklim değişiyor” diyenler, aslında en büyük kirleticilerdir ve şimdi Türkiye’ye çevre duyarlılığı dersi vermeye kalkıyorlar.

Peki, Türkiye neden bu yasayı çıkardı?

Asıl sebep Avrupa Birliği’nin imzaladığı Yeşil Mutabakat. Avrupa ile ticaret yapan şirketler artık karbon ayak izi üzerinden değerlendirilecek. Karbon vergisi uygulamalarıyla maliyetler artacak, bu yük ise dolaylı yoldan vatandaşa yansıyacak. Şirketlere getirilen yük, ürün fiyatlarına yansıtılacak; faturayı yine halk ödeyecek.

Bir diğer neden ise ekonomik: Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar, bu tür yasaları çıkaran ülkelere kredi teşvikleri sunuyor. Kısacası mesele çevre değil, finansal kazançtır.

“Bahçelerin sulanması bile yasaklanabilir.”

Yeni yasayla birlikte her ilde “İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulları” oluşturulacak. Bu kurullar “yerel iklim eylem planları” hazırlayacak ama görev ve yetkileri oldukça muğlak. Yarın, kuraklık yaşandığında “hayvancılık su tüketimini artırıyor” diyerek üretime sınırlama getirilebilir. Bahçelerin sulanması bile yasaklanabilir. Yasada doğrudan yer verilmeyen bu tür kararlar, kurul kararlarıyla uygulanabilir hale getirilmiş.

Kurulacak İklim Değişikliği Başkanlığı’na da geniş ve belirsiz yetkiler tanınıyor. Bu yapı, istediği alanda genelgeler yayımlayabilecek. Ancak sanayi ve büyük fabrikalara yönelik somut bir düzenleme görünmüyor.

“Her boşluk bina ile dolduruluyor.”

Oysa doğayı gerçekten korumak istiyorsak, önce ormanlarımıza sahip çıkmalıyız. Her yaz orman yangınları yaşanıyor. Bakanlık elinden geleni yapıyor olabilir, fakat bu yangınların her yıl tekrar ettiği biliniyor. Neden önlem alınmıyor? Bu yasayı çıkarmak için gösterilen irade, ormanları korumak için gösterilseydi binlerce hektar kül olmazdı.

Betonlaşma ile yeşil alanlar yok ediliyor. İstanbul'da park kalmadı, nefes alınacak alan kalmadı. Her boşluk bina ile dolduruluyor. Ekolojik denge bozuluyor. Eğer çevreyi korumak istiyorsak, sıfır atık projelerini genişletmeli, denizleri korumalı, kontrolsüz avlanmayı durdurmalı ve kirleten sanayiye caydırıcı cezalar getirmeliyiz.

Bu yasa, doğayı korumak için değil, küresel sistemin taleplerine uyum sağlamak için çıkarılmıştır. Oysa çevreyi korumak için hâlihazırda Türk Ceza Kanunu’nda hüküm vardır. Şimdi sorulması gereken soru şudur: Gerçekten ısınmayı durdurabilecek misiniz, iklimi değiştirebilecek misiniz? Yoksa bütün bu çabanın tek amacı kredi almak ve uluslararası vitrine çıkmak mı? Bunu hep birlikte göreceğiz.