SON DAKİKA

Sessiz sadakat: Önce kendimize mi, başkalarına mı?

Geçen hafta, bir başkasına "el uzatmanın", yani yardım etmenin dışa dönük ve görünür gücünü konuştuk.

Bu hafta ise, rotayı tamamen içimize çeviriyor ve çok daha karmaşık, çok daha "sessiz" bir kavramı masaya yatırıyoruz: Sadakat.

Sadakatin gerçek tanımı

Sadakat dendiğinde aklımıza ilk ne geliyor? Genellikle bir başkasına verilen sözler, bir ilişkiye, bir davaya olan bağlılık. Peki, bu resmin tamamı mı? Sadakat gerçekte nedir?

Belki de sadakat, ilk bakışta sandığımız gibi karşımızdakine yönelmiş bir eylemden çok, kişinin önce kendisine karşı dürüst olabilme halidir. Asıl soru şu: Başkalarına %100 sadık görünürken, kendi iç sesimize, kendi doğrularımıza ne kadar sadığız?

Kendine sadakatsizliğin bedeli: Öfke

Bu noktada, cesur bir hipotez öne sürmek yanlış olmayacaktır: Kişi önce kendine sadık olabilmelidir ki içinde öfke birikmesin.

Kendi isteklerini, sınırlarını ve duygularını hiçe sayarak "sadık" kalmaya çalışan birinde, zamanla sessiz bir öfke birikir. Bu öfke, bastırılmış "ben"in, duyulmayan ihtiyaçların bir çığlığıdır. Başkalarına olan bağlılığımız, kendimize olan ihanetimize dönüştüğünde, o "sadık" maskenin altında kırgın ve öfkeli bir ruh taşımaya başlarız. Dolayısıyla, başkalarına gösterilen sadakatsizliğin kökeninde bile, belki de önce kendine karşı dürüst olamamak yatar.

 Aklı ve sadakati sınayan o "an"

Hayat, tam da bu teoriler üzerine düşünürken, karşımıza en beklenmedik sınavları çıkarır.

İçten bir bakış. Plansız, hesapsız, keyifli geçen zaman. Ve o zamanın tekrarını duyulan o güçlü arzu. Birinin gözlerinde gördüğünüz o "başka" pırıltı...

Tüm mantık süzgeçleriniz, tüm o "sadık" duruşunuz birdenbire buharlaşabilir. Akşam eve döndüğünüzde sizi bekleyen biri varken bile, bu yeni ve güçlü çekim karşısında, ne akıl ne de o alıştığımız "sadakat" tanımı kalıyor olabilir.

Cevapsız soru

En karmaşık kısım da burası. Bu kadar kolay sarsılan, bu kadar güçlü bir duygu seliyle yerinden oynayan o eski düzen, sizce ne kadar zamanda eski yerini alabilir?

Ya da... asıl sormamız gereken soru şu mu: Gerçekten alabilir mi?

Belki de cevap, en başa dönmekte gizlidir. Eğer o "eski yer", zaten kendimize sadık olmadığımız, içten içe öfke biriktirdiğimiz bir yer idiyse, sarsılması kaçınılmazdı.

Belki de hayatın bize sunduğu o "an", bize sadakati değil, önce kime sadık olmamız gerektiğini sorgulatıyordur.