SON DAKİKA

Velilerin omuzlarında devasa bir maliyet

Türkiye'de eğitim, artık birçok aile için ulaşılabilir bir hayal olmaktan çıkıp, ekonomik açıdan sürdürülemez bir yük haline geldi. Özel üniversiteler, "vakıf" statüsüyle vergi avantajı sağlarken, veliler hem yükseköğrenim ücretlerini karşılamak hem de devlete vergilerini eksiksiz ödemek zorunda kalıyor.

Eğitim masraflarının gelir vergisinden düşülememesi, orta sınıf aileler üzerinde ciddi ekonomik baskı yaratıyor.

2024-2025 akademik yılında, İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde Psikoloji ve Mühendislik gibi bazı bölümlerin yıllık öğrenim ücretleri KDV dâhil 745 bin TL olarak belirlenmişken, Acıbadem Üniversitesi'nde Tıp Fakültesi (%50 indirimli) için bu rakam 750 bin TL'ye çıkıyor. Bu ücretler, bir çalışanın neredeyse 5 yıllık net maaşına eşit. Orta gelirli aileler, çocuklarını okutabilmek için borçlanıyor, maaşlarının büyük kısmını eğitime ayırıyor; ekonomik yük dayanılmaz boyuta ulaşıyor.

Öğrenciler eğitimini bırakmak zorunda kalıyor

Devlet üniversitelerinde de durum farklı değil. Harç parasını ödeyemeyen öğrenciler eğitimini bırakmak zorunda kalıyor, sınavı kazanamayan ve yerleşemeyen gençler "açıkta" kalarak işsizlik ve belirsizlikle karşı karşıya geliyor. Eğitimde yaşanan bu kriz, sadece bireysel değil toplumsal bir ekonomik sorun haline gelmiş durumda.

Sistem ayrıca fırsat eşitsizliği, yetersiz burs ve kredi imkânları, öğretmen ve altyapı eksikliği, sınav odaklı müfredat ve iş dünyası ile mesleki eğitim arasındaki uyumsuzluk gibi yapısal sorunlar içeriyor. Tüm bu etkenler, gençlerin eğitim yolculuğunu sekteye uğratıyor ve uzun vadede işgücü verimliliğini de olumsuz etkiliyor.

Oysa eğitim, bir ülkenin ekonomik geleceğine yapılan en önemli yatırımdır. Harcamaların vergiden düşülmesi ve burs-kredi sistemlerinin güçlendirilmesi hem ailelerin mali yükünü hafifletir hem de gençlerin eğitimine sürdürülebilirlik kazandırır. Aksi halde eğitim, ekonomik bir yatırım değil, velilerin omuzlarında devasa bir maliyet olarak kalmaya devam edecek.

Maaş adaletsizliği ve mesleğin tükenişi

Türkiye’de eğitim, sadece öğrenciler için değil, öğretmenler için de ağır bir ekonomik ve sosyal yük haline gelmiş durumda. Kadrolu öğretmenler sabit maaş ve sosyal haklara sahipken, ücretli öğretmenler hem MEB’de hem de özel okullarda çok daha düşük ücretle çalışıyor. Üstelik bu fark sadece ekonomik değil; iş güvencesi, izin hakları ve sosyal güvence açısından da ciddi bir adaletsizlik yaratıyor.

2025 yılı itibarıyla, kadrolu öğretmen maaşı yaklaşık 61 bin TL, haftada 30 saat ders veren bir ücretli öğretmenin maaşı ise 19.250 TL civarında. Bu durum, özellikle büyük şehirlerde yüksek yaşam maliyetleriyle birleştiğinde, birçok yetenekli öğretmenin mesleği bırakmasına yol açıyor. Ücretli öğretmen sayısı yüz binlerle ifade ediliyor ve hem devlet hem özel okullarda bu adaletsizlik devam ediyor.

Ücretli öğretmenler çoğu zaman bir ay boyunca çalıştıkları saat üzerinden ücret alıyor; maaşları kadrolu meslektaşlarının yarısına bile ulaşmıyor. Bu adaletsizlik, deneyimli öğretmenlerin mesleği terk etmesine ve öğrencilerin nitelikli eğitimden mahrum kalmasına neden oluyor.

Sigorta primleri de eksik yatırılmakta

Ücretli öğretmenlerin yalnızca maaşları düşük değil, aynı zamanda maaşların sık sık gecikmesi de ciddi bir sorun oluşturmaktadır. Bunun yanında sigorta primleri de eksik yatırılmakta, fiilen tam zamanlı ders veren öğretmenlerin sigortaları kısmi gün üzerinden gösterilmektedir. Uygulamada her 7,5 saat derse karşılık yalnızca 1 gün prim bildirildiği için birçok ücretli öğretmenin sigorta günü eksik yatmakta, sosyal güvenlik hakları zedelenmektedir.

Oysa öğretmenlik, bir ülkenin geleceğine yapılan en önemli yatırımdır. Kadrolu ve ücretli öğretmenler arasındaki farkın azaltılması, ücretli öğretmenlerin haklarının korunması ve sosyal güvencelerinin güçlendirilmesi hem mesleği cazip hâle getirir hem de eğitim kalitesini yükseltir. Aksi halde öğretmenlik, gençlerin yetiştiği sınıflardan yavaş yavaş kaybolan bir değer haline gelecek.