Aslında bir şeyin orijinalini bilince, tekrar yapılan işlere ne kadar objektif bakabiliyoruz emin değilim. Okuduğumuz bir roman filme alındığında, "aynı tadı vermemiş" denilmesi; izlediğimiz yabancı filmler dizi olunca "keşke hiç yapılmasaydı" gibi yorumlar duymamız, sanıyorum hepimizin aşina olduğu konuşmalar.
Hepimizin sosyalleşmeye ihtiyacı var. Ama kimimiz sessiz sakin yerleri tercih ederken, kimimiz de daha popüler olanları radarımıza alıyoruz. İstanbul ise her tarza, her bütçeye, her duruma ayak uydurabilen bir şehir.
İlk cümlem ile rengimi belli etmek istiyorum. Çünkü çıktığı günden beri eleştiri yağmuruna tutulan filme, yapılan yorumlarla haksızlığa uğradığını düşünüyorum.
Bir tiyatro oyunu düşün. Sahne yok, seyirci aynı zamanda oyuncu. Hem izliyor hem izleniyor hem konuşuyor hem dinliyor…
Televizyon dizileri toplumu mu yönlendiriyor yoksa dizilerde gördüklerimiz toplumun bir yansıması mı?
11 Ayın sultanı geldi de geçiyor bile. Ramazan ayı bu yıl 20 Nisan Perşembe günü son orucun tutulmasıyla bitecek.
Kim derdi bir gün gelecek ve her semtte bir sushi restoranı açılacak. Şık mekanların mutlaka özel sushi menüsü olacak. Hatta bu da yetmeyecek plajlarda, gece kulüplerinde, özel davetlerde sunumu ve konumlandırılmasıyla baş tacı olacak. Hem de doğru bildiğimiz tüm yanlışlarla… Hadi sushinin tarihine bakalım.
37 yıl sonra yeniden… Heyecan verici, merak uyandırıcı… Oldukça beğenilen; kapitalist topluma karşı ikonikleşen bir filmin yeniden bir platform için uyarlanışı.