Dolar $
32.3
%0.14 0.04
Euro €
34.68
%-0.01 -0
Sterlin £
40.39
%-0.15 -0.06
Çeyrek Altın
3917.83
%0 -0.08
SON DAKİKA

Hale Asaf

Doğanay Cireli 15 Oca 2024

Bazen bir roman okursun ya da bir film veya oyun izlersin seni bilmediğin bir yere götürür, tanımadığın kişilerle tanıştırır, farklı dünyalara adım atmanı sağlar.

Ben de bu hafta ilk Türk kadın ressamlardan biri olan Hale Asaf’ın biyografik öyküsünü sahneleyen Asmalı Sahne’nin oyununu izledim. Belki oyuna giderken sadece “ilk kadın ressamlardan” kadar bilgiye sahipken, oyundan çıktığımda Hale Asaf’ın özgür ruhunu, derin yalnızlığını, dönemin şartlarının üzerinde bir donanıma sahip olduğunu fark ettim. Hatta sadece Asaf ile kalmayıp, oyunda geçen diğer isimleri, Asaf’ın yaşadığı o mekanları tek tek merak ettim...

1930’lu yılların Asmalımescit’ini araştırmak; No:47 ve No: 74 efsanesini okumak, belki Fikret Adil’in Asmalımescit 74’üne göz kırpmak hem metnin gücünü hem de yönetmenin yarattığı dünyanın ayaklarının ne kadar yere sağlam bastığının kanıtıdır. Bizi o döneme yavaşça davet edip usulca oralarda dolaşmamızı sağlıyor.

Oyunun yönetmeni Muharrem Uğurlu’yu öncelikle bu sebepten tebrik etmek gerek. Bir oyun hem bize o ortamı yaşatıp hem de sonrasında üzerine düşünme isteği uyandırıyorsa, o oyunun seyircisine ulaşmakla kalmayıp artık bu oyundan bir parça ile oradan ayrılmamıza vesile oluyor diyebilirim. Bu oyunda da Hale Asaf’ın istediği “Ben Hale Asaf, beni unutmayın olur mu?” diyordu… Sanıyorum tam da bu nokta da isteği karşılık buldu. Hale Asaf seyircinin yüreğine yerleşip artık yolculuğuna devam ediyor.

Tabi bu sadece yönetmenin değil, oyuncuların da başarısıyla kurulan bir dünya... Öncelikle Osman Atasever’i tebrik etmek gerekir. Sahnenin başından itibaren interaktif bir sahneleme biçimiyle bizi karşıladı. İnteraktif sahneleme biçimi çoğu oyuncuyu oynama hevesiyle kışkırtsa da maalesef her zaman beklenen sonucu vermiyor. Çoğu göz teması kuramayan, sözde seyirciye ama ortaya atılan replikler olarak kalırken; bu oyunda Atasever’in zamanlaması, seyirciyle gerçekten iletişimde olması ve onlarla sohbet etmesi bunun yanı sıra bir seyirciye bir rol arkadaşına tam da dinleyerek olması gereken anlarda verdiği reaksiyonlar ile oyunu adeta bir yerden alıp başka yere taşıdı diyebilirim.

Hale Asaf’a ise Ceren Gül Şahin hayat veriyor. Şahin’in de kesinlikle oyunun içinde olduğunu, sahnedeki diğer partnerlerini dinlediğini düşünüyorum. Ayrıca kast seçimi olarak da çok başarılı. Kendisi adeta Hale Asaf’ı andırıyor. Belki bir küçük eleştiri olarak bu karakterle ilgili metinde de oldukça sık geçen “can sıkıcı şeylerden konuşmayı sevmezdi” repliğine sıkıca tutunmuş olması... Bazı cümlelerin oyuncuyu kolaylıkla tuzağa düşürebileceğini düşünüyorum. Belki de bu sebepten genelde yukardan ve tek düze bir tondan konuştuğu için yer yer Asaf maalesef iki boyutlu bir karaktere düşse de; yine Şahin’in performansıyla final sahnesinde hepimizin gözlerinin dolduğuna eminim diyebilirim ama kanıtlayamam. Kişisel deneyimim ise yüreğimizde Hale Asaf’ın o yıllarda bilinen bir Türk ressam olmaktaki yoğun isteği, bir kadın olarak hayatımın aşkı dediği bir adamla yıllarca yaşayıp, hastalığını bile söyleyemediği bir yalnızlık içinde oluşu; bunun yanı sıra bugün Mimar Sinan Üniversitesi olarak bildiğimiz okul o yıllar Mekteb-i Sanâyi-i Nefîse-i Şâhâne olduğunu öğrenmek…

Belki Roma, Berlin, Paris sokaklarında gezmedik ama çok daha önemlisi Pera’nın küçücük o sahnesinde kesinlikle bir süreliğine Paris’teki Asaf’ın evine misafir olduk diyebilirim.

Tüm oyuncuların ki hepsinin isimlerinden bahsetmeden geçmeyelim Ceren Gül Şahin, Osman Ataseven, Dilfuza Rozıyeva, Duygu Yavuz ve Can Güleryüz ile  yönetmen Muharrem Uğurlu’nun emeğine sağlık. 

Yolu uzun, alkışı bol olsun. Hale Asaf seni unutmadık, merak etme…