Dolar $
32.54
%0 0
Euro €
34.98
%-0.2 -0.07
Sterlin £
40.79
%-0.22 -0.09
Çeyrek Altın
3988.79
%-0.09 -3.38
SON DAKİKA
Son Yazıları

Yeraltından notlar

10 May 2021

Başlık Dostoyevski'nin romanının adı, fakat onun kullandığı anlam benim kastettiğim şey değil.

Geçtiğimiz hafta yeraltı dünyasının ünlü isimlerden birisinin internete düşen açıklamalarıyla yeniden gündeme gelen karanlık ilişkiler ağından bahsetmek istiyorum. Kayıttaki iddiaların doğruluğunu veya yanlışlığını tespit edebilmem mümkün değil. Muhatapları gerekli açıklamaları da yapıyorlar. Onun için bu kaydın içeriğinden çok genel olarak Türkiye’de yeraltı dünyasının siyasi etkinliği ve bunun ne şekilde meşrulaştırıldığı üzerine tartışmak istiyorum.

Elbette yasadışı bir zeminde faaliyet gösteren grupların ve kişilerin siyasete müdahalesi, yani bir diğer ifadeyle bu alanın kirletilmesi Türkiye’ye özgü bir durum değil. Bilhassa Latin Amerika ülkeleri gibi suç örgütlerinin geniş mali kaynaklara ulaştıkları yerlerde bu tür hikayelerin çok olağan olduğunu biliyoruz. Son yılların en popüler dizilerinden Narcos, Kolombiyalı uyuşturucu taciri Pablo Escobar’ın sadece büyük paralar kazanmakla yetinmeyip, maddi gücünü politik etkiye de dönüştürmek için verdiği uğraşı ilginç bir biçimde aktarıyordu. Arkasından gelen kartellerin de benzer biçimde politikacılarla iş görmekten geri kalmadığını anlıyoruz. Keza Meksika gibi ABD’nin sınır komşusu ve büyük bir ülkenin de suç örgütleri sebebiyle zorluklar içinde olduğunu biliyoruz.

Aslında dünyanın en gelişmiş ülkelerinde bile organize suçun ortadan kaldırılamadığını ve onları ayakta tutan şeyin de çoğu zaman gördükleri müsamaha olduğu söylenebilir. Burada mesele siyahla beyaz arasındaki bir tercihten çok, grinin farklı tonlarına sahip ülkeler içerisinde kimin daha fazla karanlığa gömüldüğü olabilir. Bu soruya kendi ülkemiz adına cevap verirken iyimser olmakta zorluk çekiyoruz.

Ya devlet başa ya kuzgun leşe derken

Türkiye’nin İmparatorluk bakiyesi bir ülke olması sebebiyle taşıdığı miras onu bu açıdan sorunlu hale getiriyor. Bilhassa on dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinden itibaren parçalanma süreci hızlanan devlet içerisinde, bu kötü gidişata son vermek isteyen kişiler ve gruplar üstlendikleri kurtarıcı rolüyle kanun dışına çıkma hakkını kendilerinde gördüler. Ülkenin varlığı tehdit altındayken ayak bağı olabilecek bazı prosedürlere takılmak ihanetin ta kendisiydi. Buradan da Atatürk’e atfedilen ama onun olmayan, bizim memleketin mottosu “mevzubahis vatansa gerisi teferruattır” sözüne gelindi.

Kuralların türlü gerekçelerle esnetilebilmesi, meşru ve kanuni olanın sınırları dışında çalışan kişilere soluk alma alanı açar. Devletin beka mücadelesinde onun yanında yer alıyor, onun pis işlerini yapıyor gibi görünenlere kendi ana faaliyetleri için koruma şemsiyesi sağlanır. İyi niyetle kendisini düşünmeden mücadele edenlerin yanında, bu prestiji bir kalkan gibi kullanarak kişisel çıkar peşinde koşan fırsatçılar da peyda olur. Kanun devleti, hukukun üstünlüğü ana yemeğin üstüne yenilen şerbetli tatlı değildir. Olmasa da canımız sağ olsun diyemezsiniz. Bir devletin asıl beka kaygısı, onu ayakta tutan kanunlar yol geçen hanına döndüğü, yer altı dünyası cirit atmaya başladığı zaman başlar. Üstelik bu kuralsızlıkların bedelini en çok ödemiş ülkelerden birisi olarak bunu en iyi bizim biliyor olmamız gerekir.

Önce Asala ve daha sonra PKK ile mücadelede koçbaşı gibi kullanılan grupların bir biçimde suça bulaştığına dair iddiaları biliyoruz. Zamanında eski Cumhurbaşkanı Demirel’in “rutin dışına çıkılması” olarak ifade ettiği bazı uygulamalarda bu tip grupların kullanıldığı anlaşılıyor. İlk aşamada pratik çözümler olarak görülen böylesi tasarruflar orta ve uzun vadede devleti çürüten süreci tetikliyor. Yoğun bir milliyetçi söylemin arkasında özel çıkarlar, yeraltı dünyasının karanlık işleri binanın temellerini erozyona uğratıyor. Seksenlerden beri bu tür ilişkilerin pis kokularının zaman zaman yüzüstüne vurduğuna şahit oluyoruz.

Türkiye’nin hukukun üstünlüğünü tesis etmek, medeni bir yönetim sistemini oturtmak için beka kaygılarının ortadan kalkmasını beklemeye tahammülü yok. Yüzyıldır olduğu gibi önümüzdeki on yıllarda da birçok tehdidi göğüslemek durumunda kalacağız. Bunların üstesinden gelmek için meşru zeminde kalmak, yeraltı dünyasının imkanlarını elimizin tersiyle bir kenara itmek en doğru tercih olacaktır.

Yazarın Son Yazıları
Yazarın En Çok Okunan Yazıları