Dolar $
32.52
%-0.07 -0.02
Euro €
34.78
%-0.14 -0.05
Sterlin £
40.45
%-0.28 -0.11
Çeyrek Altın
3960.5
%-0.34 -13.49
SON DAKİKA

'Böyle buyurdu Zerdüşt' ve Nietzsche

Bugün, Friedrich Nietzsche'nin bana göre en önemli kitabı olan 'Böyle buyurdu Zerdüşt'de aslında ne anlatmak istediğini sorgulamak istedim ancak öncelikle onu biraz tanımamız gerekiyor sanırım.

Nietzsche, 1844’de Almanya’da doğdu. Yunan zekasına karşı küçük yaştan beri bir hayranlık duydu. 1864’te Bonn Üniversitesi’ne girip Felsefe okuduktan sonra Leipzig Üniversitesine geçti. Schopenhauer hayranı olan ve onun ateizminden etkilenen Nietzsche kendini bir Hıristiyan olarak görmüyordu. Henüz doktorasını tamamlamadan Basel Üniversitesine profesör olarak tayin edildi. 1889'da kırk dört yaşında zihinsel yetilerinin tamamının kaybıyla sonuçlanan bir çöküş yaşadı. Kalan yıllarını 1897'de ölümüne kadar annesinin, 1900'de kendi ölümüne kadar kız kardeşi Elisabeth’ in bakımında geçirdi.

Böyle buyurdu Zerdüşt, Nietzsche felsefesinin ana yapıtıdır. Kendi deyimiyle; “Yazılmış en yüce kitap, insanlığa şimdiye dek verilen en büyük armağan”dır. 

Eserin geneli özdeyişlerden (aforizmalardan) oluşur. Nietzsche anlatmak istediği konuyu, benzetmeler ya da imalar kullanarak aktarır. Bu şekilde, okuyucunun bahsedilen konu hakkında düşünmesini ve kendisine ait bir yargıya ulaşmasını beklemektedir. Bu durumu şöyle açıklar: “Herkesin okumayı öğrenme hakkının olması, zamanla sadece yazmayı değil, düşünmeyi de mahveder. Dağlarda en kısa yol doruktan doruğadır; ama bunun için uzun bacakların olmalı. Özdeyişler doruk olmalı, kendisine hitap edilen de iri kıyım ve uzun boylu.”  

Yazılarını bilmece, okuyucuları da bilmeceleri çözen kişi, bulucu olarak tanımlamıştır. Fakat onun bu üslubu, zaman içinde felsefesinin algılanışını etkileyen kasıtlı çarpıtmaları ve yanlış anlaşılmaları doğurmuştur. Yaşadığı çağda kimsenin kendisini anlamasını beklemediğini, onu duyacak kulakların olmadığını söyleyen Nietzsche, bunun sebebi olarak da yaşadığı çağa ait olmamasını gösterir. Kendisini henüz zamanı gelmemiş filozof olarak tanımlayan Nietzsche, felsefeye bakış açısını şu cümlelerle dile getirir: “Yazılarımın havasını soluyabilen, bunun bir yüksek yer havası, sert bir hava olduğunu bilir. Felsefe, bugüne dek anladığım yaşadığım gibi, yüksek dağda, buz içinde gönüllü yaşamaktır.”  

Kitapta Zerdüşt isimli karakterin gözlemleri ve bu gözlemler üzerine ürettiği düşünceler yer alır. Karakterin ismi, İranlı bir peygamber olan, Zerdüşt Peygamber'in ismiyle aynıdır. Bu durum zaman zaman “Böyle buyurdu Zerdüşt” ün bir kutsal kitap olarak algılanmasına neden olmuştur. Nietzsche bu yanlış anlaşılmayı öngörmüş ve “Zerdüşt adı ne anlama geliyor, sormadılar bana, sormalıydılar: Çünkü o İranlının tarihteki, korkunç benzersizliğini yapan şey, benimkinin tam tersidir.” “Burada konuşan ne bir peygamberdir ne de din kurucusu denen o güç istemi ve hastalık kırmasıdır. Bağnazın biri değil burada konuşan, vaaz verilmiyor, inanç istenmiyor burada” cümleleriyle bu çarpıtmaların da önüne geçmiştir.

Zerdüşt herhangi bir topluma ya da herhangi bir çoğula hitap etmekten ziyade, tekil olarak sadece insanı ele alır. Bu yönüyle bir psikologdur. Ona göre kişinin en büyük düşmanı, yine kendisidir.  İnsana hedef olarak “Üstinsan” ı gösterir. Bu kavram üstün ırk ya da herhangi bir çoğulu anlatan bir kavram değildir!

Bütün bu düşünceler içerisinde daha fazla uzatmayarak zaman makinamı çalıştırıyorum ve 1886 yılına gidiyorum.

-Üstadım, yazdıklarının 100 yıl sonra oluşabilecek yankılarını bilen bir meslektaşın olarak bana göre en önemli kitabında aslında ne anlatmak istediğini senin cümlelerinden dinlemeye geldim.

-Yabancı kim olduğunu bilmiyorum ama otur bir kahve içelim eğer felsefe konusunda yeterince derinleşme imkanı bulmuşsan belki o zaman söyleyeceklerimi anlayabilirsin!

-İnsan, hayvan ile Üstinsan arasında gerili bir iptir yabancı, Zerdüşt, kişinin sürekli olarak “Üstinsan” a doğru kendisini aşması gerektiğini söyler. Fakat kişinin kendisini aşması için, ilk önce insanın aşılması gereken bir şey olduğunu kabul etmesi gerekir. Başka bir deyişle yükselmek için, önce alçakta olduğunu kabul etmesi gerekir. Bu nedenle ‘insan’ kavramını alçaltarak, sadece ‘Üstinsan’a giden bir köprü’ olduğunu savunurum. Üstinsan’ın var olma sebebi ise; insanın kendisini aşmasının, farkına varmasının gereğidir.

Sanırım biraz kafan karıştı yabancı!

Son tahlilde; 

‘İnsan aşılması gereken bir şeydir… İnsan, üst insan ile hayvan arasına gerilmiş bir iptir. Uçurum üzerinde bir ip…

İnsan ile ilgili muhteşem olan şey ise son değil bir köprü olmasıdır…’